Bozkırdan işaretler
Her cumartesi olduğu gibi bugün de yeni yayınlanan kitaplardan seçtiklerimle baş başayız. Bugün bir değişiklik yapalım ve çizgisini istikrarla sürdüren bir dergiyle, Teklif’le başlayalım yazımıza. Birbiri ardına yeni kitapları okurla buluşturan Ketebe, haftalık kitap listemde yine çok etkili ve etkileyici durumda.
İlk beş sayısında sırasıyla Mükellefiyet, Gerçeklik, Özgürlük, Gayb ve Adalet konularına yer veren Teklif dergisi, varoluşumuza temel teşkil eden temalarla ilgili sorgulama sürecini bu kez ‘insan’ temasıyla sürdürüyor. Kendini ispatlamış ehil kalemlerin metinleri ve gelenekselleşen uzun söyleşisiyle Teklif, insanın mahiyetini tanıtım yazısında şu cümlelerle muştuluyor; “…doğal bir varlıktır: doğal olandan taşandır.
…beşerdir; varlığı temaşa edebilen göz bebeğidir.
…Cenab-ı Hakk’ın yeryüzündeki halifesidir; çok zalimdir.
…eşref-i mahlukâttır; sınırsızca düştükçe düşebilendir.
…her şeyi bilmeyi uman ve bunu kendine yakıştırandır; kendisine meçhul kalandır.
…unutandır; hatırlayandır.
…unutmamak üzere kaydedebilendir; unutabilmek için kaydedendir.
…haddi aşandır; takvayı umandır.
…özgürdür; talihin elinde oyuncaktır.
…yeryüzünde yaşayan bir canlı türüdür; tek yeryüzünde sonsuz dünyalar kurabilendir.
…yıkan ve yok edendir; kuran ve îmar edendir.
…savaşandır; barışın umududur.
…kendi sûretinde bir makine var kılmayı umandır; kendini var kılmayı umduğu makine suretinde anlayandır.
…bunların hepsidir; bunların hiçbirisidir.”
Dergiyi takip etmekte, hatta arşivini yapmakta büyük yarar görüyorum, böyle de yapıyorum.
Ketebe yeni bir yazarı daha bünyesine kattı. Edebiyat özelde şiir tutkunlarından yakından ve sivri diliyle bildiği Osman Çakmacı’nın yazıları ‘Bozkırdan İşaretler’de toplandı. Heyecanı, tutkusu, şiirleri, dergiciliği ve gündeme getirdiği poetik meselelerle edebiyatımızda önemli bir yere sahip olan Osman Çakmakçı’nın otuz yılı aşan yazı serüveninin yer aldığı Bozkırdan İşaretler’de; şiirin yeri, sahiciliğin sorunları, anlamın güzelliği gibi konular şairin kendine has tavrı ve titizliğiyle ele alınıyor.
Ketebe’den tanıtacağım son kitap tarih meraklılarını yakından ilgilendiriyor. Ünlü tarihçi Norman Stone külliyatı yeni çıkan bir kitapla devam ediyor. Stone’un ‘Dönüşen Avrupa’sında 1880’lerden 1914 yılına kadar geçen süre içinde Avrupa’nın geçirdiği baş döndürücü değişime ve dönüşüme dikkat çekiliyor.
“1870’te çoğu Avrupalı kırsalda yaşayıp, papazlara ve toprak sahiplerine itaat ediyordu. Pek çoğu henüz siyasete bulaşmamıştı ve okuma yazma da bilmiyordu. Ancak 1880’lerle birlikte ağır sanayinin kuruluşu, bilim ve teknolojideki gelişmeler sayesinde her şey hızla değişmeye başladı. Atlı arabaların yerini otomobiller, trenler ve metrolar almış, tıptaki gelişmeler sayesinde insan ömrü uzamış, fabrikalarda yüz binlerce insan çalışır olmuş, köyden kente yapılan göçlerle şehirler hızla büyümeye başlamış, okuryazarlık oranları artmış ve modern Avrupa bilimsel ve kültürel anlamda zirveyi görmüştü. Ayrıca bahsi geçen yıllar Avrupa için sıra dışı bir barış ve refah dönemiydi. Nüfustaki büyük artışa rağmen insanların büyük kısmı beslenebiliyor ve barınıyordu. Her şey bilim ve ilerlemeye iman edenlerin hayal ettiği gibi tezahür ediyordu.
Peki, bu pembe tablo nasıl ve neden Birinci Dünya Savaşı gibi bir felaketle sonuçlandı? Norman Stone’un bu soruyu hakkıyla cevapladığı kitap, “aşırılıklar çağı” olarak tanımlanan 20. yüzyılı anlamak için de sağlam bir rehber.”
&&&
Cem Sökmen’in yazdığı ‘İstanbul Gazeteciliği’, Ötüken etiketiyle okurla buluştu. Kitap, yayınevinin sitesinde şu cümlelerle okura tanıtılıyor; “İstanbul’da Türkçe gazetecilik 1830’lardan 1990’lı yılların başlarına kadar Babıali semti ve çevresinde faaliyet göstermiştir. Şehrin idari, ekonomik, toplumsal ve kültürel anlamda geleneksel merkezi sayılan bölgede gelişen 160 yıllık gazetecilik tarihi aynı zamanda haber kaynağı kurumlar, meslek çevresi ve sosyalleşme mekânları ile iç içe geçmiş bir deneyimin tarihi olarak tanımlanabilir. Ancak Babıali, 1990’lı yıllarda gerçekleşen mekânsal değişimle gazeteciliğinin merkezi olma özelliğini yitirmiş, İstanbul gazeteciliğinde medya plaza dönemi başlamıştır. “Basının Endüstrileşmesi” ve “Basından Medyaya Dönüşüm” süreçleriyle paralel gelişen medya plaza dönemi, İstanbul gazeteciliğinin Babıali çevresindeki mekânsal tarihiyle biçimlenen gazetecilik pratikleri ve meslek kültürü üzerinde önemli etkiler bırakmıştır.
Şimdiye kadar yapılan araştırmalarda, 1980-2000 yılları arasında Türk basınında gerçekleşen hızlı dönüşüm siyasal, ekonomik ve teknolojik boyutlarıyla incelemekle birlikte mekânsal değişim ve habercilik pratiklerine yaptığı etkiler çalışma konusu edilmemiştir. Bu çalışmanın amacı; Babıali gazeteciliğinin mekânsal çevreyle kurduğu ilişkilerin gazetecilik pratiklerine yansımalarını ortaya koyduktan sonra, mekânsal değişimle birlikte haber üretim süreçlerinde gerçekleşen değişimleri sorgulamaktır.
Ötüken’den çıkan bir diğer kitap söyleşileri ve denemeleri ile beğenilen bir yazar olan Şerif Aydemir imzalı ‘Yaşamak Geçti Başımdan’.
Şerif Aydemir, tanışıklıklarından, gidip gördüklerinden, oturup dinlediklerinden insana mahsus en güzel verimlerden biriyle, kayıt düşerek dönüyor. Bu kayıtları, yani not defterinden süzülen hatıra parçalarını, selis bir Türkçeyle revnaklı kaleminden bize aktarıyor. Bunu yaparken de süsten, söz kalabalığından, kalemi eline alınca yazmanın iştahlı dolambaçlarına sürüklenmekten ustalıkla kaçınıyor ve biz okurlara dilimizin yalın kuvvetinden birer şerare gibi atılıp çoğalan bu büyüleyici anlatıları ve anekdotları keyifle okumak kalıyor.
&&&
Cem Akaş’ın Can’dan çıkan ‘Gizli Hava Müzesi’ arka kapak yazısı kadar ilginç bir kitap. Kurgu okumaya ve yazmaya meraklı herkesin keyifle okuyacakları bir kitap; “Güneşli bir mayıs günü Café P.’de espresso içerek Eğer Bir Kış Gecesi Bir Yolcu’yu okuyan Massimo Benetti, kitabı bitirdiğinde neredeyse kederli bir şekilde iç çekti, ardından, sanki elinden birşey gelmezmiş gibi gülümsedi: Italo Calvino’yu öldürmesi gerekecekti.Gizli Hava Müzesi 1995’te ilk yayımlandığında Cortázar, Calvino, Barthelme, Asimov, Burgess ve Borges tarafından yazılmış altı öyküden oluşan bir derleme gibi sunuldu; yazarının adı kitabın hiçbir yerinde geçmiyordu. Barthes haklı mıydı: “Yazar” ölmüş müydü, yoksa metin gidip yazarını bulacak mıydı? Okurlar, Gizli Hava Müzesi’nin gerçek yazarını kısa sürede saptadı, kitabın yedi yıl sonraki baskısı da yazarının adı altında yapıldı. Gizli Hava Müzesi, nasıl gizlendiğine bakarak yazarı görünür kılmanın yollarını araştırıyor.”
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.