Yusuf Alpaslan Özdemir

Yusuf Alpaslan Özdemir

Bu yazıda yapay zekâ, büyülü çağ, şiar ve mahalle mektebi ile Mehmet Narlı var

Bu yazıda yapay zekâ, büyülü çağ, şiar ve mahalle mektebi ile Mehmet Narlı var

Düzenli okurlarımın bileceği üzere ‘Eleştiri Notları’m her ay Türk Edebiyatı dergisinde yayınlanıyor. Şair Atayi dosyası ile çıkan ve piyasada bulunan Mayıs sayısındaki ‘Eleştiri Notları’m yine dergi ağırlıklı.

Dergilerin yapay zekâ dosyalarını, Aktüel Tarih dergisinin mitolojiyi merkeze alan ‘Büyülü Çağ’ dosyasını, Şiar dergisinin kapanma nedeninden hareketle dergilerin vedasını, Mahalle Mektebi’nin dikkat etmesi gereken iki özel durumu, Mehmet Narlı hocanın Ketebe’den art arda çıkan Eleştirinin Eleştirisi ve Babalar ve Romanlar hakkındaki düşüncelerimi, araştırmacıların arşivler marifetiyle edebiyatımıza katkılarını ve dergilerimizin vefaya verdiği ehemmiyeti ele aldım.

Sizi bu yazıyla baş başa bırakırken en kadim ve nitelikli dergilerimizden Türk Edebiyatı’na da destek olmanızı, okumanızı istirham ediyorum.

TÜRK EDEBİYATI, HECE VE LACİVERT’İN ‘YAPAY ZEKÂ’ DOSYALARI

Bir yandan eskiye ait pek çok detayı nostalji mesabesinde özlemle anarken ve ararken, öte yandan “yapay zekâ” başta olmak üzere teknolojik gelişmelerin son sürat ivme kazandığı bir çağda zamana ayak uydurmaya çalışıyoruz. Devrim de diyebileceğimiz teknolojik yenilikler kimi zaman bizi heyecana sevk ederken çeşitli endişeler de yaşamıyor değiliz. Değişimi basitçe ‘teknolojik gelişme’ olarak addetmek, kelimenin tam mânâsıyla safdillik olur. Çünkü şahitlik ettiğimiz tüm bu gelişmelerin yoğun bir felsefi boyutu var. İnsanın bu devrimler karşısında nasıl konumlanacağını, yapay zekâ-bilinç-hakikat ilişkisini, teknoloji ahlâkını bilmesi ve doğru şekilde anlaması her bakımdan bir mecburiyet gibi görünüyor.

Hemen herkesin her şeye yetişmeye ve her konuda fikir sahibi olmaya çalıştığı bu ilginç zamanlarda (Çinlilerin atalarının kulakları çınlasın!) yapay zekâ, nelerin hakikat, nelerin algı/yalan olduğu gibi hayati konuları ıskalamak, yarım yamalak bilmek, bütün cepheleriyle gör(e)memek doğru bir yaklaşım değildir.

İşte böylesine hayati konular olan yapay zekâ ve hakikat, hakikat ötesi ve bizi yönlendiren, yöneten/yönlendiren algılar konusunda Türk Edebiyatı, Hece ve Lâcivert dergileri arşivlik birer dosya hazırladılar: ‘Edebiyat ve Yapay Zekâ’, Türk Edebiyatı dergisi, sayı:606, Nisan-2024, syf: 8-45- ‘Web 3.0 Yapay Zekâ, Lâcivert dergisi, sayı:111, Nisan-2024, syf: 9-85- ‘Post Truth Hakkında Konuşmalıyız!’, Editör: Ahmet Melih Karauğuz, Hece dergisi, sayı:328, Nisan-2024, syf: 19-83.

Konu hakkında tam teşekküllü bilgi edinmek adına bu yayınları bir sıra dahilinde okumakta fayda var. Kavramın içeriği, tarihi seyri, kökenleri ve perde arkasındaki gerçekleri hacimli bir dosya çerçevesinde veren Lâcivert okura gerekli altyapıyı da sağlamış olması hasebiyle ilk okunacak dergi olmalı.

Daha sonra yapay zekâ ve postmodernizm-hakikat ötesi gibi konuların önde gelen isimlerinden Ahmet Melih Karauğuz editörlüğündeki 64 sayfalık post-truth dosyası(Hece) insanın kendini tanrı yerine koyma cüreti, özgürlük anlayışındaki aşırılık, süper güçlerin doğrularla yanlışları ters yüz ederek insanları algılara tabi tutması ve bu minvalde yönlendirmesi/yönetmeye çalışması gibi “öz”deki meseleleri anlamımızı sağlıyor, konuya derinlik katıyor.

Türk Edebiyatı dergisinin ‘yapay zekâ ve edebiyat’ dosyası ise meseleyi daha özel, edebiyat ve yapay zekâ ilişkisi ağırlıklı olarak ele alıyor. Yazılı metinlerden hangisini insanların, hangisini makinelerin yazdığını anlayıp anlayamayacakları, yapay zekânın yazdığı metinlerin insan ürünü edebi metinlerdeki hazzı verip veremeyeceği, yapay zekâ marifetiyle bir edebi metin inşa etme süreçleri gibi cezbedici konular dosyada yer alıyor.

Her üç dergi de titiz ve nitelikli çalışmaları ile övgüyü ziyadesiyle hak ediyor. Yakın zamanda her şeyin çok hızlı bir şekilde ne derece ve hangi yollarla değişeceği meselesine yabancı kalmamak ve oynanan oyunlara karşı uyanık olmak için bu türden iyi hazırlanmış, bütünlüklü metinleri okuyup arşivlemekte sayısız fayda var düşüncesindeyim.

Hassaten anlaşılacak bir hususiyet de süreli yayınların eskimesi, önemini ve güncelliğini yitirmesi, bir kenara atılıvermesi de söz konusu değildir.

whatsapp-image-2024-05-12-at-11-29-25.jpeg

BÜYÜLÜ ÇAĞ

Arşivlik metinlerden, yapay zekâdan, post-truthtan, ütopik konulardan bahis açmışken benzer kulvarda anmamız gereken iki yeni çalışma daha var: Kıymetlilerimizden Ahmet Kekeç’in yadigârı, oğlu Mehmet Hakan Kekeç’in genel yayın yönetmenliğinde istikrarla yoluna devam eden Aktüel Tarih dergisinin tarihte korku, sihir ve oyun odaklı ‘Büyülü çağ’ özel sayısı ve Heceöykü’nün Nisan-2024 sayısında yayınlanan Naime Erkovan imzalı ‘Fantastik, yalnızca fantastik’ adlı makale. Fantastik konulara özel bakış açıları getirmeye çalışan ve yeni teknikler deneyen Aykut Ertuğrul kaptanlığındaki Post Öykü dergisini de göz ardı etmemek gerek.

Gelecekte insanlığı nelerin beklediğine dair bilgilere yoğunlaşmışken ve şaşkınlığımızı henüz yatıştıramadan Aktüel Tarih’in ‘Büyülü Çağ’ özel sayısı ile yolculuğumuz bu kez geleceğe değil, ağırlıklı olarak geçmişe ve geçmişin bugüne aktardığı izlere…

Hemen her şeyin ölçülebildiği, hesaplanabildiği, tarif ve tahmin edilebildiği modern dünyamız; belki inanmayacaksınız ama henüz daha çok genç. 200-300 sene, kimileri bu süreyi uzatabilir, dünya insanoğlu için kocaman bir sır bulutuydu. (…) Geçmiş çağların tüm toplumlar nezdinde ortak paydası irrasyonalite ile olan bağlantısıydı. Antik Mısır’dan Azteklere, Sibirya şamanlarından Müslüman bedevilere kadar birbirini hiç görmemiş gayriasri topluluklar bilgi ile temaslarını efsunkâr bir mahiyette inşa ediyorlardı. Üstelik sadece bilgi de değil! Korkuları, inançları, beklentileri, ritüelleri; hepsi birden sihre taalluk ediyordu. Nihayetinde bu çağlar “büyülü çağlar” olarak adlandırılabilir. Modern çağlar ise ‘dünyanın büyüsünün bozulması’.”

Hakan Kekeç’in bu cümlelerle temellendirdiği efsunlu çağda nelerin cereyan ettiğini Aktüel Tarih’in iki kapağı arasındaki yaklaşık 200 sayfada bulma imkânına sahibiz: Türklerin ölüm büyücüsü, Sultan Mahmud’un hortlayan yeniçerileri, şamanların yaşamları ve tesirleri, mucize gerçekleştiren krallar, ermiş, kadın, şeytan, cadı ve cin padişahı, canavarların ayak izleri, sevdiceğiyle arası iyi olacak diye Hurufilik öğrenen şaşkın aşıklar, Niyazi Mısrî ve Ledün ilmi, cinlere giden davetiyeler, Osmanlı toplumunda tılsım ile okült, Osmanlının büyüyle savaşı, Türklerin yol göstericisi ‘geyik’ efsaneleri, Avrupa’nın Türk korkusu, insana verilen azabın en dehşetli hali, gökyüzünde yazılan tarih, falnameler ve gündelik korkular sarmalında gayb tutkusu, kahramanlar ve iblisler, şairin gördüğü hortlak, insan ruhundan bir parça olan gulyabaniler, kadınların musallatı Albastı, şeytanla konuşan aracılar ve daha birçok ürpertici konu... Başlıkların yarattığı ruh halinin ötesinde içerikte nelerin hücum edeceğini, okuru ne denli büyülü bir yolculuğa çıkaracağını varın siz hesap edin.

whatsapp-image-2024-05-12-at-11-29-47.jpeg

HECE ÖYKÜ’DE ‘FANTASTİK’

Emin Gürdamur’un “elde ettiği modern, postmodern imkânlarla değişen hüviyetinin, öyküyü teoriden uzaklaştırıp hayata yaklaştırdığı kanaatindeyim. Öykü, yönünü insanın içine çevirdiği günden beridir, aslında hikâyeyle ilgili pek çok kuralı alt üst etti. (…) Son zamanlarda yazılan öyküleri dağınıklıkla itham edenler dolaylı şekilde insanın iç dünyasını da eleştirmiş oluyorlar.” şeklindeki nokta atışı tespitleriyle açılan Heceöykü’de Naime Erkovan’ın yazdığı ‘Fantastik, Yalnızca Fantastik’ başlıklı 12 sayfalık makale, okuru fantastiğin fantastik tarihinde seyahate çıkarıyor. “Fantastiğin doğuşunun olduğuna değil, sadece gelişimine inandığını” vurgulayan Erkovan, ‘İnsanoğlu gözünü açtı ve fantastiği yanında buldu’ iddiasında. Doğuda insanlarla iç içe yaşayan türün Batıdaki zirvesi ise Alman edebiyatının romantik dönemi ve yolculuğun ara duraklarında akla hayale gelmez fikirler, umutlar, teselli vesileleri ve huzur reçeteleri muhatabını bekliyor. Naime Yelkovan’ın yazısını okurken her acayipliğin fantastik olmadığını ve olmayacağını da aklımızın bir köşesinde bulundurmak gerekiyor.

BİR DERGİ NEDEN VEDA ETMEK ZORUNDA KALIR?

Yeri gelmişken Hece ve Heceöykü dergileri için bir parantez açmalıyım. Her iki dergi de gerek içerik, gerekse mizanpaj konusunda sürekli bir devinim/gelişim içinde. ‘İçindekiler’in yer aldığı sayfa tasarımının punto ayarlarından tutun usta isimlerin düzenli köşe yazılarına; belli kitap, konu ve kavramların ehil birkaç usta kalem tarafından çeşitli yönleriyle değerlendirilmelerine, bir yazarın başlattığı kurgu metnini birkaç yazarın devam ettirdiği hikâyelere… pek çok yenilik Hece dergileri okurunu heyecanlandırıyor. Sadece ülkemizdeki değil dünyadaki kültür sanat gelişmelerini de aktaran, yabancı edebiyat dergilerde hangi konuların gündemde olduğunu ilgilisine haber eden ‘Edebiyat Gündemi’ köşesi de oldukça ciddi bir boşluğu dolduruyor, edebi âlemi sıcağı sıcağına takip etmemizi sağlıyor; Feyza Demir’e büyük bir teşekkür borçluyuz.

Bu konuda takdir etmem gereken bir diğer dergi de elinizde tuttuğunuz Türk Edebiyatı dergisi. Tamamı renkli dergimizdeki metinlerin geniş kenar boşluklarında doğru ve dikkat çekici renklerdeki yazı karakter ve puntolarıyla konumlandırılan spot cümleleri yerinde bir tercih, oldukça da faydalı ve okumayı kolaylaştırıcı hüviyette.

Tasarım konusundan bahsederken artık çıkmayacak olan bir dergiye, Şiar’a da bir selâm göndermek boynumun borcu. Kapak tasarımıyla muhatabını kendine çeken, kendine özgü bir iç mizanpaja, özgün bir yaklaşıma sahip olan Şiar artık çıkmayacak. 80 milyonluk bir ülkede bu kadar aydın, akademisyen, öğretmen ve öğrenci varken hür tefekkürün kalesi bir derginin vedasını anlamak imkân dahilinde değil; lâkin burası Türkiye ve her şey olabiliyor. ‘Şiar’ nezdinde birazdan bahsedeceğim benzer sorunları haiz ‘Mahalle Mektebi’ gibi dergilere de iyi niyetli bir ikazda bulunmayı görev addediyorum. Bir davası olduğu intibaı uyandırmayan, dosya çerçevesinde konu veya konuları enine boyuna ele almayan dergilerde yaşanan ve ‘yığma/yığılma’ olarak görebileceğimiz türden içerik meselesi dikkatli okurun gözünden kaçmıyor ve takip ettiği dergiden uzaklaşması kaçınılmaz oluyor. Genç yeteneklere kapı aralamak, onların elinden tutmak takdire şayan bir yaklaşım ama özellikle hikâye türündeki bolluğu gelişme değil, bir yığılma olarak görmemize kapı aralayan ana etken bu tutum sanırım. Bu minvalde ‘Mahalle Mektebi’ hikâye editörlerinin özellikle dikkatini çekmem gerekiyor.

ÇALIŞKAN BİR KALEM: MEHMET NARLI

Mehmet Narlı edebiyatın hemen her türünde kalem oynatan, esaslı çalışmalar ortaya koyan çalışkan bir akademisyen, velût bir kalem. Birçok dergide düzenli olarak çalışmalarına rastladığımız Narlı, bu yoğunluk içerisinde birbiri ardına yeni kitaplarını da düşünce dünyamıza kazandırıyor. Önce ‘Eleştirinin Eleştirisi’, hemen ardından ‘Romanlar ve Babalar’ nitelikli yayınevlerimizden Ketebe’den çıktı ve okuruyla buluştu.

‘Türk romanında babanın tipoloji, söylem ve sosyokültürel boyutlarıyla çözümlenmesi’ alt başlığıyla Mehmet Narlı ve Berna Uslu Kaya’nın hazırladığı ‘Romanlar ve Babalar’; ilk romanlarımızdan bugüne siyasal, sosyal, kültürel, ekonomik bütün değişmeleri, çelişkileri, çatışmaları tematik alan olarak belirleyen Türk romanındaki babaları, babalık olgusunu seçilen otuz beş roman üzerinden tipoloji, söylem ve sosyokültürel boyutları ile çözümlemeye çalışıyor. Tanzimat Dönemi edebiyatımızın numunelerinden Felâtun Beyle Rakım Efendi’den günümüz romancılarından Kemal Varol’un Aşıklar Bayramı’na Türk romanının baba üzerinden okunması bağlamında ilgi çekici bir kitapla karşı karşıyayız.

whatsapp-image-2024-05-12-at-11-30-17.jpeg

Mehmet Narlı’nın ‘Romanlar ve Babalar’ ı başka konular etrafında romanlarımızı incelemeyi de akla getiriyor. Bunu yakın dönem hatta aynı dönem romanları üzerinde yapmak daha özgün ve verimli olacaktır. Akademide falanca kişinin eserlerinde falanca konular gibi araştırmalar yapılsa da bunlar edebiyat tarihi bağlamında kalan kuru ve kuralcı bir tutuma sahip olduğu için okura keyif vermekten ve hayatla bağlantı kurmaktan uzak. Birkaçı müstesna romanlar üzerindeki bu tasnif ve tahlilleri ideal ve daha faydalı bu şekilde yönlendirecek hoca/lar nerede?

Tekrar kitaba dönecek olursak; Narlı’nın eserinde 111. Sayfaya kadar babalar arızalı, anlayışsız, örneklik sergileyemeyecek anlayışa sahip karakterler, bu da Marksist romana özgü bir durum. Kitapta incelenen 35 romanın yazarlarının çoğu da sol/seküler tandanslı olduğu için bunda şaşılacak bir durum da yok.

Baba olgusu gözetilerek seçilen romanlarda ufak tefek eksikler de yok değil. Hakan Günday’ın romanlarındaki benzer zalim tipler iki roman üzerinden değil daha çok genelleştirilerek verilebilirdi. Ayfer Tunç’un Osman’ı da mutlaka listede olmalıydı. Selçuk Altun’un varlıklı ve entelektüel, yan ısıra arızalı baba ve oğulları da mutlaka yer almalıydı. Bunlar ihmal edilmişken Murtaza ya da Az Kalan Gölge gibi baba figürünün cılız kaldığı, etkili neticeler çıkmayacak romanların tercih edilmesi de göze çarpıyor elbette.

Narlı ve Kaya her ne kadar aralarda psikolojik ve psikiyatri bilgileri ağırlıklı olarak atıflar yoluyla yapsa da kitapta vaka örgüsüne verilen önem psikolojik tahlil ve bilgilerle daha da zenginleştirilebilirdi. Kitabın 147 sayfalık hacmi roman eklemelerine de psikolojik tahlillerle zenginleştirmeye de müsait halbuki.

‘Romanlar ve Babalar’ın sonundaki iki sayfalık ‘Sonuç’ kısmı da oldukça cılız kalmış. Çok daha geniş yelpazede ve karşılaştırmalı/ayrıntılı neticeler çıkarılabilirdi.

‘Romanlar ve Babalar’ın akademiye özgü sıkıcı ve kuralcı dilden uzak olduğunu, konunun ve mevzu bahis romanların ilginçliğinin ve merak unsurunun kitabın diline başarıyla yansıtıldığını belirterek ‘Eleştirinin Eleştirisi’ne geçeyim.

Benim gibi edebiyat eleştirisine gönül vermiş okur yazarlara direkt hitap eden bir kaynak hüviyeti taşıması yanında iyi eseri seçme ve anlama noktasında sıradan okuru da memnun edecek mühim bir çalışma Ketebe etiketli ‘Eleştirinin Eleştirisi’. Kitap, Yeni Türk Edebiyatı olarak adlandırılan dönemin bugüne değin üzerinde yeterince durulmamış bazı karanlık noktalarını aydınlatma çabası olarak okunmalıdır. Yenilik düşüncesinin, Osmanlı devri şair ve yazarlarının edebiyat anlayışlarının tam zıddı istikametinde gelişmiş olması oldukça manidardır; zira eskiye benzemeyen her şeyin yeni sayıldığı bir dönemde edebiyat tenkidinin hayli arızalı bir seyir takip etmesi olağan karşılanmalıdır. Diğer taraftan yeni dönemin eserlerinin yeterince okunmadığı, basmakalıp birtakım yargıların on yıllarca tekrar edegeldiği tespiti de yerindedir.

whatsapp-image-2024-05-12-at-11-30-17-1.jpeg

Osmanlı devri edebiyatı bu anlayışlar eşliğinde adeta ademe terkedilmiş, doğruluğuna bakılmaksızın sosyal hayatın yokluğundan, saray edebiyatı nitelemelerine kadar bir yığın iftiranın konusu olmuş ve bu yolla eskitilmeye çalışılmıştır. Bu kitap, eleştiri metinleri başta olmak üzere edebiyatımızın son bir buçuk asrına farklı bir gözle yeniden bakmayı teklif ediyor.

Tartışılmaz bir biçimde Fransız edebiyatının yoğun tesiri altında kalmış bir dönemin bu perspektiften yeniden ele alınması tarihi bir zorunluluktur. Umalım ki Türk edebiyatçıları bu teklife kulak versinler.

‘Eleştirinin Eleştirisi’ hakkında çeşitli mecralarda çıkan kritik yazıları arasında Necmettin Turinay’ın iki aylık kitap kültürü dergisi Şiraze’nin Ocak-Şubat 2024 tarihli 21. sayısında yayınlanan “Eleştirinin Eleştirisinde İki Farklı Narlı” başlıklı dört sayfalık yazısını okumak isabetli olacaktır. Narlı’nın Milli edebiyat dönemi eleştirisini tanımlarken kullandığı ‘Türkçü eleştiri’ kavramı ile kitaptaki metinlerin gruplandırılmaması ve bölümlere ayrılmamasına şerh koyan Necmettin Turinay Hoca’nın şu tespitleri de yerinde; “Bütün bunlar bir tarafa Mehmet Narlı’da bir başka özellik daha bulunuyor. O özelliği ile de hocalık sıfatını aşıyor, kendisini doğrudan bir eleştirmen seviyesine yükseltiyor. Dolayısıyla kitapta yer alan bu tür yazıları daha bir zevkle okuduğumu söylemem gerekiyor. Fakat o yazıların edebiyatın tarih kısmında değil de yakın yılların sanatı üzerine kümelendiği gözlemlenebiliyor. Dolayısıyla kitabın bu son kısımlarına, üçüncü bir bölüm nazarıyla bakılabilir gözüküyor.”

Şiraze’deki başyazılarına bir süre ara verdi Necmettin Turinay; en kısa zamanda yazılarına tekrar kavuşmayı ümit etmekten başka yapacağımız bir şey yok sanırım.

whatsapp-image-2024-05-12-at-11-30-17-2.jpeg

VEFA YAZILARI

Türk Edebiyatı dergisinin yaşayan ve ebediyete intikal etmiş değerlerimizle alâkalı vefa yazılarına ne denli önem verdiğini ve bu tutumunun derginin hemen her sayısında sürdüğünü ‘Eleştiri Notları’mın ilkinde altını çizerek vurgulamış ve ne kadar takdir etsek yetersiz kalacağını belirtmiştim. Türk Edebiyatı, nisan sayısında da bu alışkanlık üç müstesna değerimizle sürüyor: Alev Alatlı, Orhan Türkdoğan ve Erol Güngör.

Portre yazılarıyla dikkat çeken Mehmet Aycı’nın Hece’nin 328. sayısında Alev Alatlı’yı merkeze alarak yazdığı ‘Devlet Ana’ başlıklı çalışmasını da ilgiyle okudum. Alatlı’yı ’yüzü geçmişten bugüne kurduğumuz bütün devletlerin izlerinden müteşekkil ayrı bir devlet’ olarak nitelendiren Aycı’nın portre denemesinin her bir satırı kadirşinas ve can alıcı yerinde tespit ve hükümlerle örülü ve dikkatle okunmayı hak ediyor.

DEFİNE PEŞİNDE

Türk Edebiyatı dergis yayın kurulunda da yer alan ve geçtiğimiz günlerde doçentlik unvanını alan Necati Tonga sorumluluk bilinci ve çalışma azmi ile göz dolduran, pek çok önemli metin ve ismi tarihin tozlu sayfalarında unutulup gitmekten kurtaran bir isim olarak biliriz. Bu kutlu yoldaki gönüldaşlarından Tahsin Yıldırım ve Tonga’nın Nihayet ve Sabitfikir dergilerindeki çalışmaları ile güzel bir tarih ve edebiyat yolculuğuna çıkmak elimizde. Sayılarının artması ve emeklerinin zayi olmaması duasını zikrederken bu halkaya İbrahim Demirci hocamız da katıldı. Az ve öz yazan Demirci, nisan ayı Hece dergisinde Cemil Meriç’in unuttuğu yazılara yer veriyor. Meriç, 19 gün süren kısa gazete yazarlığı macerasını belleğinde tutacak kadar önemsememiş olmalı ki, kitaplarında bahsedilmedi bu yazılardan. Yayımlanışının üzerinden 84 yıl geçen bu yazılar Demirci’nin dikkati sayesinde günümüz okuruyla buluşuyor. Bu gazete yazıları, Cemil Meriç’in dünya siyasetine ve hayata mizah gözüyle bakışını yansıtması bakımından dikkate değer (İbrahim Demirci, ‘Cemil Meriç’in Unuttuğu Yazılar’, Hece dergisi, sayı:328, Nisan 2024, syf. 101-110).

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Yusuf Alpaslan Özdemir Arşivi
SON YAZILAR