Eğitim ne zaman eğitilecek?
Çok yakın bir zamanda Liseye Geçiş Sınavı’nı geride bıraktık. Milyonlarca aday ve aileleri bu zorlu süreci omuz omuza atlatmanın gayretiyle yol yürüdüler ve bu süreç tamamlandı. Şimdi sıra sonuçların açıklanmasıyla birlikte tercih dönemine gelecek. Çevremdeki eş dostla ayaküstü yapmış olduğum değerlendirmeler şunu gösteriyor ki sonuçlar ekseriyetle istenilen düzeyde olmayacak gibi.
Bu durum beni ziyadesiyle üzüyor. Bir yanda özel okullara ve kurslara çuval dolusu para akıtan aileler, diğer yanda vaktinden, ailesinden, arkadaşlarından ve yakın çevresinden ödün vererek alın teri akıtan, dirsek çürüten öğrenciler.
Her iki kesiminde kendince ulvi bir gayesi, bir hak ediş üzere belirlemiş olduğu irili ufaklı noktalar var.
Ve bunun tam karşısında da adına sistem dedikleri, müfredat olarak adlandırdıkları, muhteva biçiminde ele aldıkları bilinmezlik içinde bilinir kılmaya gayret edilen bambaşka bir mevzuu.
Neyin tam olarak nereye denk geldiği, bir şeylerin bir yerlerden alınıp isabetle neye denk getirilmek istendiği tam bir muamma.
En basitinden okul binalarımıza şöyle bir baksak, mimari ve estetize açısından okul demeye bin şahit ister. Okula değil de sanki vergi dairesine giriyor vatandaşlık görevimizi yerine getirdikten sonra çıkacakmış hissi uyandırıyor.
İnsanın böyle bir ortamda zihnini diri tutup ilme ve irfana karşı uyanık olması mümkün mü sizce? Birbirimizin sırtına bakarak öğrenme metodu geliştirmeye çalışıyoruz mesela, nasıl?
Fikirlerimizi, duygu ve düşüncelerimizi emsalsiz ortamda dile getirerek değer potasında eritmek ümidiyle parmak kaldırıp konuşma sırasının bize gelmesi için öğretmenin gözünün içine bakıyoruz.
Ders saatinin tamamlanması için akrep ve yelkovanın peşine düşüyor, teneffüs saatlerinin biraz daha uzaması için bu iki emir kulunun önünde el pençe divan duruyoruz.
Eğitimciye karşı duyduğumuz saygının sınırları eğitim-öğretim yılının takvimi dahilinde. Harici olarak bir çift güzel söz fazla mesaiye giriyor olmalı ki, ağzımız eğitimciye karşı kelam kesmiyor.
Bu durumları alt alta sıralayıp hepsini topladığımızda elde ettiğimiz ya da etmeye ihtimam gösterdiğimiz kristalize edilmiş figür, bana aile ortamının öğrenciye yani bireye verdiklerinin ve bunun yanında vermek istediklerinin hareket ve fikir bileşenleri hususunda artısıyla beraber eksisini gösteriyor.
Ailelerin eğitim ve öğretim maratonun da bilirkişiyi okul addedip aile kurumunu devre dışı bırakması bu kuruma yapıp yapılabilecek ve affı olmayan hataların en önde geleni diyebilirim.
Eti senin kemiği benim zihniyetinin çıkış noktasının aile kurumu olması nesil yakıştırmasının çürüğe çıkmasına sebebiyet veriyor.
Çürük olan meyveden lezzet bekleyip faydalı olmasını istemek ne kadar akla yakışırsa bu durumdan da aynı bekleyişi ve isteği çekiştirmek o kadar aklın mahsulüdür zannımca.
Eğer bu yük hepimizin ise peyderpey paylaşmamız lazım. Eğitim kısmını aileye, öğretim kısmını okula bırakalım. Aile üstüne düşeni, okul kendine yakışanı yapsın. Ne öğrenciye zulüm ne de öğretmene yükü reva görelim.
Sen doktor ol, kardeşin avukat, arkadaşın mühendis olsun, kardeşi öğretmen demenin hududunu yetenek ve beceriler belirlesin. Dillere yakışmayan sözlere ve isteklere çocukların ufku dur deyip ceza kessin.
Yani gelecek nesle restorandaki müşteri muamelesi yapmayı lütfen bırakalım. Önlerine menü koyar gibi üniversite ve bölümlerini gösteren tercih kılavuzu koyup, öğün geçirmesini istercesine geleceklerini ıskalamalarına sebep olmayalım.
Şayet öğrenci hayat sahnesinde istediği rolü oynayamazsa aileye erken final yaptırır ve faturası ağır olur.
Nereden biliyorsun diye sormayın.
Zira ben de her insan gibi bu sahneleri oluşturan senaristlerden bir tanesiyim.
Selametle…
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.