İttihat ve Terakki Düşmanlığının Geri Planı
Son zamanlarda televizyonlardaki açık oturumların reyting yükseltici konuklarının ağzına kadar indirgenen bir vaziyette ‘’İttihat ve Terakki’’ eleştirileri ziyadesiyle dikkatimi çekiyor. Özellikle sosyal medyada belli merkezler ile koordineli çalışan kimi hesapların da ara ara İttihat ve Terakkiye yönelik ağır ithamları göz ardı edilemeyecek kadar gözüme batıyor. Meselenin İttihat ve Terakki ile hiçbir ilgisi olmamasına rağmen adeta tarihi gerçekliği katlederek bir yaklaşım sergilenmesine karşı şaşırmamak, öfkelenmemek elde değil.
Yan yana gelmeyecek adamların bir olup tamamen nesnellikten ve tarihi gerçeklikten uzak yaklaşımlar ile bu dönemi yerin dibine gömmesini izlerken iyi niyetimi koruyamıyorum. Evvela özellikle İttihat ve Terakki’nin üzerinden yürütülen bu türlü işlerin arkasında bir art niyet olduğunu düşünmekteyim. Üstelik bu düşüncem yalnızca bir hissiyat meselesi olmanın çok ötesine uzanmaktadır. Konferanslar, eğitimler ve dersler düzenleyen kimi organizasyonların kasıtlı şekilde tarihi ve kavramları çarpıtarak bu tür işler yürüttüklerine şahit olduğumu söylemeliyim.
Üstelik buralarda kendi ideolojik zeminlerini güçlendirmek adına bir düşman yaratma girişimlerine yönelik çalışmaların yürütüldüğünü söyleyebilirim. Tarihi referanslar ile mitolojik kahraman yaratma girişimlerinin bir parçası olarak, kendi yaratmak istedikleri kahramanlarının düşmanlarını bu cemiyetin isimleri arasından seçmeyi tercih etmektedirler.
İdeolojik söylemlerini ve sloganlarını şekillendirirken eksik tarih bilgisinin ötesinde, olmayan tarihi olaylara kaynak üreterek adeta iftira gafletine düştüklerini belirtmek gerekiyor. Tarihin akışı ve dönemin ruhundan uzak biçimde yapılan okumalar, değerlendirmeler ile esasında yaratılmaya çalışılan söylem biçimi bugün için büyük zararlar ortaya çıkarmaktadır.
Birilerinin II. Abdülhamit Han’ın şahsı üzerinden yaptığı birçok İttihat ve Terakki eleştirisi boşa çıkmaktadır. Öte yandan bir başkalarının Mustafa Kemal Atatürk üzerinden kendi söylemlerini meşrulaştırmak üzere yine aynı yaklaşımı sergilemesi de altı doldurulamayan bir yaklaşım olarak kalmaktadır. İstanbul’a gittiğim vakit Çorlulu Ali Paşa Medresesinde dinlenirken ‘’Bayrak, Kalpak, Revolver’’ kitabının editörü Hakan Boz ile tesadüfi karşılaşmıştık. Tanışıp, sohbet etmeye başlayınca Hakan Boz ‘’Cumhuriyetin temellerini Abdülhamid Han atmıştır’’ deyivermişti. Bu bakış açısı her iki yaklaşıma da cevap niteliği taşımaktadır.
Bazı yaklaşımlar ve girişimler üzerinden somut örnekler ile durumu açmakta fayda var. Bir dönem özellikle Kazım Karabekir Paşa üzerinden yürütülen bir propaganda söz konusuydu. Hala aynı yaklaşım dönem dönem devam etmektedir. Kazım Karabekir Paşa’nın üzerinden dönem eleştirisi yaparak Paşa’nın kendi düşünce sistemlerine daha yakın olduğuna dair görüşler ortaya konmaktaydı. Kazım Karabekir’in kendi hatıratlarının toplandığı ‘’Hayatım’’ adlı eserde bahsedilen birçok kesitin tam tersi iddialar ile kendi ideolojik hedeflerine bir dayanak oluşturma girişimleri olmuştu, bunu planlayanların.
Kazım Karabekir’in kendi kaleme aldığı bütün eserleri okumama rağmen özellikle Hayatım adlı kitabın ‘’İttihat ve Terakki Cemiyeti’nden Nasıl Haberim Oldu?’’ başlığında bahsedilenleri aktarmam yeterli olacaktır. Hamdi Ağabeyinin kütüphanesinde, saklı bir bölmede gördüğü Paris’ten gelme Türkçe gazeteleri merakla okuduktan sonra ‘’Müthiş…’’ diye not düşmüştür. Ağabeyine bunu heyecanla anlatıp, merakla bu cemiyeti sorunca ağabeyinin isteği ile bundan kimseye bahsetmeyeceğine dair yemin etmiştir. Aralarında geçen kısa bir konuşma sonrasında Kazım Karabekir ağabeyine ‘’Vatanını seven her gencin girdiği bu cemiyete ben de girsem ne olur?’’ diye sorar ve ‘’Girdin gitti. Az önce yemin etmedin mi?’’ cevabını alır.
Aynı şekilde bir dönem ‘’Enver Paşa’’ üzerinde benzeri bir çalışma yürütüldüğünü biliyorum. Enver Paşa’nın esasında bize aktarıldığı gibi bir isim olmadığı söylenerek yine tarihi yeniden kendilerine göre yazmak adına yürütülen bu çalışmada çöpe gitmiş oldu.
Mehmet Akif Ersoy üzerinden de yine benzeri kimi yaklaşımların gerçekleştiğini biliyorsunuz. Ancak Akif’in evladının dahi nasıl vefat ettiğini ve sokağa atılmasında kimlerin elinin olduğunu da ayrıca düşünmekte fayda vardır. Bütün bunların yanında Akif ile meseleye de yine birçok kaynak olmasına rağmen Ali Ulvi Kurucu Hatıratlarının ikinci cildinden bir aktarımla cevap vermek istiyorum.
Hatıratlarda bahsedilen Son Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi ile Mehmet Akif’in Kahire’de buluşmalarında geçen konuşmalar benim için ziyadesiyle dikkat çekiciydi. Mustafa Sabri Efendinin, Mehmet Akif’e karşı aslında dargın bir tavrı olduğundan bahsedilmektedir. Hatta bunu ‘’Akif, orada ayrıldıksa da burada birleştik. Bizi bıraktın Ankara’ya gittin. Ama işte şimdi beraber olduk.’’ diyerek dile getirdiği aktarılmaktadır. Ayrıntılı biçimde anlatılan bu görüşme esnasında Mehmet Akif’e yöneltilen bir soru ve verilen cevap yeterli olacaktır.
Mustafa Sabri ‘’Milli Mücadele sırasında, Mustafa Kemal’e neden destek oldun’’ diye sorunca Mehmet Akif ‘’Anadolu, Yunan ordusu tarafından işgal edilirken, tercih yapacak zamanım olmadı.’’ diyerek zannediyorum epey düşündürücü ve anlamlı bir cevap vermiştir.
Türk modernleşme tarihi ile ilgili okumalar ve dönemin siyasal, sosyal, ekonomik tablosunu irdelemeden yapılan yorumları bir nebze anlayabiliyorum. Lakin bu bilgilere sahip kimselerin kasıtlı biçimde tarihi çarpıtmalarını hiç masum göremiyorum.
Dr. Mustafa Çalık’ın anlattığı şekliyle; Talat Paşa’ya İttihat ve Terakki nedir diye sorulunca ‘’Valla efendim ne olduğunu ben de tam bilmiyorum. Ama idaresi çok müşkül bir şeydir.’’ cevabını veriyor. Sonrasında aynı meclise Ziya Gökalp gelip bu soru ona yöneltilince, Ziya Gökalp ‘’Türk Milletinin ruhundan doğmuş bir mefkure hamlesidir.’’ diyerek bu suale karşılık veriyor.
Bugün de bu ruhun ve zihni devamlılığın farklı mecralarda kimi isimlerce yaşatılmaya çalışıldığını söylemek istiyorum.
Türkiye Günlüğü dergisi ile Dr. Mustafa Çalık bu ruhu taşıdığını ifade etmektedir. Bir bakmışsınız Hamamönünde bir kitapçı bu fikre sahip çıkıyordur. Peki, Ülkü Ocakları Eski Genel Başkanının görevi esnasında, tanınan bir yazarın İttihatçılara yönelik hakareti sonrasında bir anda en üst perdeden tepki vermekten geri durmadığını görmek size ne anlam ifade etmektedir?
Birçok partinin içinde bulunan böyle isimlerin yanında Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu Başkanı’nın yol arkadaşlığını yapmış Yavuz Ağıralioğlu’nun bu ruhu yaşatma girişimlerini görmemek mümkün mü? Üstelik en son bir televizyon programında Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan’ın da Türk siyaseti için örnek isim olarak kendisini tanımladığını belirtmekte fayda vardır.
Son olarak söylemek istiyorum ki kapalı kapılar arkasında kendi meşruiyetlerini artırmak adına tarihi çarpıtarak günlük siyasetlerine meze edenlerin bu vebali sırtlanmaları hiçte kolay olmayacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.