Leyla ile Mecnun Hikayesi gibi Türkiye-AB İlişkileri
Türkiye’nin Doğu Akdeniz, Azerbaycan ve Kıbrıs gibi konular başta olmak üzere izlemiş olduğu dış politika Avrupa Birliği ile ilişkileri etkilemiştir. Haziran 2018 tarihinde Türkiye ile müzakereleri ‘’derin dondurucuya koyduğunu’’ açıklayan Avrupa Birliği özellikle bu tarih sonrasında ilişkileri adeta bir çıkmaza sürüklemeyi tercih etmişti. Birlik ile karşılıklı restleşmeler devam ederken kimi dönemlerde, üye devletler çerçevesinde yakın politikaların izlendiği görüntüsü de verildi. Doğu Akdeniz konusunda Almanya’nın daha yakın ve stratejik ortak imajıyla yürüttüğü politikaların ise Türkiye’yi bir oyalama stratejisinden ibaret olduğu anlaşıldı. Bu bağlamda özellikle Doğu Akdeniz’de arama faaliyetlerine ara verilmesi esnasında Yunanistan’ın bunu fırsat bilerek, Mısır’la yapmış olduğu anlaşma; Almanya’nın iki yüzlü politikalarını gösterir bir nitelik taşımaktaydı.
Bu aşamada Türkiye’yi eleştirenlere yönelik kısa geçmişte yaşanan Geri Kabul Anlaşması konusunu hatırlatmakta fayda vardır. 16 Aralık 2013 tarihinde imzalanan geri kabul anlaşması çerçevesinde Avrupa’nın taahhüt ettiği hususlar, ilişkiler açısından çok olumlu karşılanmıştı. Vize muafiyeti sürecinin başlamasının konuşulduğu o günlerde Avrupa Birliği ayrıca Türkiye’ye 6 milyar Avro yardım yapmayı vaat ediyordu. Bu süreçte bazı uzmanların Türkiye’ye biçilen ‘’hapishane’’ görevinin kabul edilemez olduğu çıkışları ile Avrupa’nın sözünde durmayacağı uyarıları haklı çıktı. Avrupa sözünde durmadığı gibi mülteci krizi diye açtığı başlıkta Türkiye’ye yönelik hiçbir taahhüdünü yerine getirmedi. Sonraki dönemlerde ise adeta insanlık ayıbı işleyen görüntüler vermekten çekinmediğini unutmamalıyız.
Üstelik Türkiye’nin dış politika açısından kendi çıkarlarını önceleyen adımları ve Avrupa’nın iki yüzlü tutumuna karşı izlediği politika Fransa başta olmak üzere büyük bir muhalefetle karşılandı. Bu muhalefeti; Macron başta olmak üzere Avrupa’da yükselen İslamofobi ve Türkofobi’ye sığınan liderler, kabul edilemez söylemler ile dile getirdiler. Yükselen bu düşmanlıkları iç politika aracı olarak kullanan Avrupalı liderler, Türkiye’nin tezlerini dinlemeyi tercih etmediler. PKK/PYD ve FETÖ başta olmak üzere terör yapılanmalarına karşı verilen mücadeleleri ve bu mücadelenin haklı tezlerini görmezden gelerek Türkiye’yi köşeye sıkıştırma ve yalnızlaştırma girişimlerini kabul etmek mümkün değildir.
Ermenistan’ın Azerbaycan’a saldırıları karşısında Türkiye’nin tutumu da bu bağlamda önemlidir. Macron’un, Paşinyan’ı destekleyen tavrı karşısında Azerbaycan’ın gösterdiği başarı ve burada bizim haklı desteğimizin verdiği olumlu netice dengeler açısından yeni bir dönemi beraberinde getirmiştir.
Bu süreçte Doğu Akdeniz denkleminde Ersin Tatar’ın Yavru Vatan’da seçimi kazanması ve Kapalı Maraş’ın açılması Türkiye’nin tezlerinin arkasında durduğuna işaret etmektedir.
İlişkilerin birçok başlıkta çıkmaza girdiği bir dönemde Angela Merkel, 10-11 Aralık’taki Avrupa Birliği (AB) Liderler Zirvesi’nde, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki doğalgaz arama faaliyetlerini ele alınacağını belirtti. "Türkiye'nin tartışmalı sularda doğal gaz arayışını, 10 Aralık'ta yapılacak bir sonraki AB zirvesinde masaya yatırma konusunda uzlaştık. Bu konuda hiçbir soru işareti yok. O zamana kadar yaşanacak gelişmeleri izleyeceğiz ve ona göre bir karar vereceğiz. Şu an başka bir şey söyleyemem ama bugüne kadar olayların umduğumuz şekilde gelişmediğini söyleyebilirim” diyen Merkel’in bu açıklamasıyla paralel biçimde yaptırım sinyalleri veren diğer açıklamaların da gelmesi durumu yeniden değerlendirme ihtiyacı doğurdu.
Cumhurbaşkanımız ve İbrahim Kalın’ın aynı dönemde yaptığı açıklamalar ise Türkiye’nin dış politikasında tekrar Avrupa Birliği ile yakınlaşma sinyalleri olarak değerlendirildi.
Cumhurbaşkanımızın ‘’Avrupa Birliği'nden bize verdiği sözleri tutmasını, ayrımcılık yapmamasını, en azından ülkemize yönelik aleni düşmanlıklara alet olmamasını bekliyoruz. Kendimizi başka yerlerde değil Avrupa'da görüyor, geleceğimizi Avrupa ile birlikte kurmayı tasavvur ediyoruz" sözleri bu bağlamda önemli bir mesaj olarak görüldü.
Bu açıklamalara paralel olarak İbrahim Kalın’ın "Dün Brüksel'deydim. Onlar da yaptırım konusuna olumlu bakmıyorlar. Hele ki Erdoğan gibi bir lidere bu dilin netice vermeyeceğini biliyorlar. Bazı üye ülkelerin bu konuda ısrarcı olduğunu da biliyoruz. Yunanistan ile Doğu Akdeniz konusunda anlaşabildiğimiz yerler var anlaşamadığımız yerler var. Ama Türkiye - AB ilişkilerini bu kareye indirgerseniz, vizyonunuzu daraltmış olursunuz. Çok daha stratejik konular seti var. Büyük fotoğrafa baktığınızda AB'nin Türkiye ile birçok ortak çıkarı var. Türkiye'nin AB'ye tam üyeliğini bir öncelik olarak görüyoruz. Türkiye ile AB'nin ekonomik, siyasi, güvenlik alanlarda ortak noktalarının çok daha fazla olduğunu görüyoruz. Ticaretimizin %45'ini Eurozone bölgesiyle yapıyoruz" bu açıklaması da bir değişim sinyali mi sorusunu gündeme getirmiş oldu.
Ancak Alman savaş gemisi Hamburg'un, Libya'ya gitmekte olan Türk gemisini, yetkisi ve izni olmadığı halde komandolarla basıp aramasıyla gerilim tırmandı. Almanya’nın hukuksuz bu uygulaması Avrupa Birliği’nin politik bağlamda durduğu noktayı bir kez daha göstermiş oldu.
12 Eylül 1963 Ankara Anlaşması öncesinde AET ile başladığını kabul edersek Türkiye ve Avrupa Birliği ilişkilerini Prof. Dr. Şaban Çalış’ın ifadeleriyle özetlemek mümkün olacaktır.
‘’Leyla ile Mecnun arasındaki ilişki, platonik bir aşk hikayesi olarak nitelendirilir. Hikayede aşkı platonik yapan Leyla olarak bilinir ama Mecnun’dur aslında Leyla’yı yaratan, içinde besleyen ve büyüten. Leyla en sonunda ‘’Tamam’’ deyince de hikaye orada biter zaten. Mecnun’un aradığı ‘’Leyla’’, bu Leyla değildir artık. Kırk yılı aşkın süredir Türkiye- AB ilişkilerinde de benzer bir durumun yaşandığı söylenirse bu hiç yanlış olmaz. Orta Asya’nın bozkırlarından kalkıp ‘’Hep Batı, hep Batı’ya.’’ Diyerek atını mahmuzlayan ve Viyana önlerinde görülen Doğu’nun ‘’barbar’’ çocukları, en sonunda Yunan mitolojisinin güzel kızı Avrupa’ya vurulurlar. ‘’
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.