Mevlana Üzerinden Mistik Bir Din ve Yeni Pazar İnşa Girişimleri
Her sene 17 Aralık tarihi Hazreti Mevlana’nın Vuslat Yıl Dönümü etkinliklerle anılır. Bu etkinliklere katılmak için yalnızca Türkiye’den değil dünyadan binlerce insanın Konya’ya akın etmektedir. Devlet büyüklerinin de ekseriyetinin katılımı ile Hazreti Mevlana’nın Vuslatı anılır ve bu geleneğin devam etmesine gayret gösterilir. Bu bağlamda Konya’nın yüzyıllardır devam edegelen geleneğe sahip çıkan ve Mevlevilik hafızasının korunması adına mücadele eden isimlere sahip olduğu bilinmektedir. Dünyanın dört bir yanına ulaşmış Mevlevilik öğretisinin aslını kaybetmeksizin ayakta kalması adına kıymetli çabalar harcayan isimlerin merkezi konumunda Konya bulunmaktadır.
Her sene bilvesile Şeb-i Arus etkinlikleri ile ilgili tartışmalar gündeme gelmektedir. Konya dışında organizasyonların yapılma girişimleri başta olmak üzere birçok konu tartışmalara sebep olmaktadır. İstanbul başta olmak üzere Şeb-i Arus etkinlikleri düzenlendiği vakit Konya bürokrasisi buna karşı çıkmaktadır.
Bu sene küresel salgın sebebiyle Konya’da etkinlikler oldukça sınırlı biçimde yapıldı. Ancak yine İstanbul’da da insanın içini acıtan ve moralini bozan görüntüler ortaya çıktı. İslami hassasiyetleri yok sayan, Mevlevi geleneğine aykırı biçimde organize edilen çirkin görüntüler İBB tarafından desteklenen bir etkinlikle ortaya çıkmış oldu. Besmelenin Türkçe okutulduğu etkinlikte, aslına aykırı biçimde Kur’an da Türkçe okutularak adeta bütün bir geleneğe savaş açıldığına şahit olduk. Bir de üzerine sema ritüelinde kadın-erkek bir arada bulundurularak İslami hassasiyetlere aykırı bir iş yapıldığını gördük.
Görüntülerin servis edilmesi sonrasında özellikle Murat Bardakçı’nın konuya değinmesiyle kısıtlı da olsa bir gündem oluşturulabildi. Sosyal medya üzerinden olaya tepkiler gelmiş olsa da bu tepkilerin sınırlı kaldığını söylemek istiyorum.
Üstelik bu facia görüntülerin arka planının üzerinde durulması gerektiğini düşünmekteyim. Öyle ki yalnızca İstanbul’daki bu çirkin görüntülerle sınırlı kalan bir durum olmadığını bilmek durumundayız. 17 Aralık tarihinde Konya’da devlet kurumlarının himayesinde gerçekleştirilen etkinlikler dışında yapılan kimi faaliyetlerinde olduğunu biliyoruz. Merdiven altı yerlerde icra edilen bu organizasyonlardaki kimi görüntülerin İstanbul’daki görüntülerden kalır yanı yoktur.
İran’dan gelen grupların yaptığı etkinler başta olmak üzere Avrupa üzerinden gelenlerin de bu şekilde merdiven altı organizasyonlar düzenlendiğini söylemek durumundayız. İran üzerinden gelen grupların türbe etrafında gece vakti yaptıkları görünür biçimde ortadadır. Ancak bir de Avrupa üzerinden gelenlerin ve Türkiye’nin muhtelif yerlerinden katılımcıların bulunduğu ‘’Dinler arası diyalog’’ safsatasına benzer programlarında bilinmesi gerekir. Kadınlı-erkekli bu etkinliklerde diğer dinlerin sembollerinin de sema adı verilen bir gösteride kullanılması basit bir mesele değildir. Öte yandan bu organizasyonların kimilerinde ‘’esrar’’ ve türevi maddelerinde kullanıldığı iddiaların hiç azımsanacak iddialar olmadığı aşikardır.
Geçtiğimiz senelerde yerel basında kadük kalan kimi haberlerde yer edinen misyonerlik faaliyetleri de vardır. Misyonerlerin daha önceki senelerde ara sokaklarda yaptığı faaliyetleri geçen senelerde türbe önüne kadar taşmıştır. İncil stantları açacak kadar cesur tavırları da göz ardı edilmemelidir.
Mevlana’yı kullanarak yeni bir mistik din algısı yaratılma çabalarının yansımalarıdır bütün bunlar. İstanbul’daki görüntülerde basit bir kınamadan öte bu yeni mistik din algısının inşası çerçevesinde değerlendirilmelidir. Avrupa’nın kendi manevi boşluğunu da doldurmak üzere değerlendirdiği bu yeni din inşa çabalarına karşı durmak zorundayız.
‘’Ben yaşadığım sürece Kur’an’ın kölesiyim, Muhammed Mustafa(SAV)’nın yolunun tozuyum. Kim benden bunun dışında bir şey naklederse o sözden de o sözü söyleyenden de şikayetçiyim’’ diyen Hazreti Mevlana’nın öğretileri üzerinden İslam dışında bir çıkarım yapmak düpedüz hainliktir. Bu ihanet İslam’a yöneliktir.
Mevlana’nın yeni ve iyi bir pazar olarak değerlendirilmesi de bir bu kadar tehlikeli görülmelidir. Küresel bir pazar olarak adeta bir Mevlana endüstrisinin üretildiğini görüyoruz. Mevlana ismi ile kebapçıdan, kolonyaya kadar uzanan geniş marka dağılımının yanında yukarıda da bahsedilen yeni din inşası ihanetine hizmet eden romanlarında bu endüstriden beslendiği atlanmamalıdır. Mevlevilikten ve Mevlana’dan bihaber isimlerin buradan beslenerek yazdıkları romanlarda büyük bir tehlike olarak değerlendirilmelidir.
Kimi dönemlerde artan iki cümlelik sosyal medya paylaşımlarının altına Hz. Mevlana isminin iliştirilmesi de bu etkinin bir uzantısı şeklinde değerlendirilebilir.
‘’Gel, gel, her ne olursan ol yine gel!’’ sözünün dahi Mevlana’ya ait olmadığını söyleyen önemli Mevlevi isimler vardır. İranlı mutasavvıf Ebû Said Ebu’l-Hayr’a ait olduğu düşünülen bu söz üzerinden de İslami temellere aykırı düşünceler ortaya atılabilmektedir.
Bu konunun İBB tarafından düzenlenen bir etkinlikten çok daha fazlası olduğunu düşünmekteyim. Konu üzerine diğer boyutlarına yönelik gelecek yazılarımızda da değerlendirmeler yapabiliriz.
Bu yazı öncesinde bana telefonla görüşlerini açıklayan ve kaynak araştırmalarıma katkı sunan Ahmet Çalışır Bey başta olmak üzere kıymetli görüşlerini paylaşan büyüklerime teşekkür ederim.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.