Ahmet Çapanoğlu

Ahmet Çapanoğlu

NE VERDİYSEK ONU ALIYORUZ

NE VERDİYSEK ONU ALIYORUZ

Ne oldu bu gençliğe? Ne nimetin şükrünü biliyorlar, ne de yoklukta veya beklemekteki sabrı. Ne ellerindekiyle yetinebiliyor, ne de bugün aldıkları tatmin ediyor onları. Bir de nostalji çılgınlıkları var ama dünle bugünü bağdaştırıp ders alamıyorlar.

Sanki ruhlarını kaybettiler de, bir koşuşturmadır kendilerini yoruyorlar. Ruhsuz olunca ne bulabilecekler ki, nelerden tatmin olacaklar, hiçbir şey umurlarında değil. Ruh gidince vefada yok oluyor, sevdaları ağızdan uçuşan sözcükler olarak kalıyor. Ne vefaları vefa, ne sevdaları sevda. Hep birer cefa olarak yaşıyorlar.

Vefaları İstanbul’da bir semt olmaktan ileri gitmiyor, sevdaları günü birlik gelip geçici yaşıyorlar. Hiç susanı görmedim ki, bilmem diyeni göreyim. Kime sorsan fikri var. Sormadan bile akıl verme yarışındalar. Hepsi konuşuyor ama konuştuklarıyla yaptıkları arasında öyle uzaklar ki, her şeyi bilirim diye mangalda kül bırakmadan bilmişlik taslamaktalar. Eee mangalda kül bırakmayınca, kendisi küle dönüşüyor, yaşadıklarıyla konuştukları, konuştuklarıyla yaşadıkları çelişiyor.

Kelimeler özensiz, bozuk ve argo. Gülümsemeler sahte ve yapmacıklıklara bezenmiş, ağlamaları bile keder yerine iç gıcıklamaya yönelik. Her şey sahteleşmiş. Mutluluğa hazır bile değiller, mutsuz yaşamaktan zevk alıyorlar sanki.

Öyle bir soyutlamışlar ki kendilerini, ne konuştuklarını anlayabiliyorsunuz, ne de anlatmak istediklerinizi anlıyorlar. Kendilerine öyle bir dünya kurmuşlar ki, toplum içinde var olmak yerine, dar kalıplarda, kapalı odalar içerisine kendilerini mahkûm edercesine yaşamayı yeğliyorlar.

Ne romantizmleri kalmış, ne kitap okuma, ne şiir. Yüzleri donuk, sözleri anlamsız, gözleri derin boşlukların esiri ve ifadesiz. Ne yağmurda ıslanmayı görmüşler, ne sonbaharda kuru yaprakların verdiği hüznü, ne de baharda dalındaki bir tomurcuğun neyi ifade ettiğini biliyorlar. 

Maalesef ne verirseniz verin, ne söylerseniz söyleyin veya ne söylerlerse söylesinler, çok çabuk unutuyorlar. İkinci defa söylemeye bile fırsat bırakmadan, usançlarını belirtiyor, çok çabuk sıkılıyorlar. Ruhları kalmamış ki, zevkleri olsun. Teknolojinin esiri olmuşlar. O esiri oldukları teknoloji, ruhlarını da almış yok etmiş.

Ama böyle bir nesli biz mahvettik. Ne sevgiyi verebildik, ne de sevmeyi öğrettik. Çocuk ağlamaya başladı, neden ağladığını sormadan “ağlama” diyerek birde biz vurduk. Hata yaptı, yine dövdük, onun neden hata olduğunu anlatıp doğruyu göstermedik. Çocuğu yok sayarak, saldık bayıra, Mevlâm kayıra diyerek onlarla ilgilenmedik. Şiir okumadık, gözlerine bakıp insan olma erdemini aşılamadık. Onlar hep yalnızdı ki, boşluğu dolduracak boşluklara, amaçsızlıklara, vurdum duymalıklara yöneldiler.

Zaman geçmiş, temelde vermediklerimizi anlatmaya çalışıyoruz ama çocuk kendini anlamıyor ki, seni anlasın, kendini tanımıyor ki, seni tanısın. Bir düşünün, en son ne zaman ellerini tutup gözlerine bakarak, kulaklarına değil de, gönlüne hitap ederek konuştunuz? En son ne zaman gülüp eğlenerek mutluluğu paylaştınız?

Hayatın gerçek anlamını öğretmeden eğitimin, toplumun kucağına attık ki, bizim vermediklerimizi, görmesi gereken gerçekleri anlatmadığımızdan her gördüklerini gerçek, her duyduklarını doğru olarak benimseyip özümsediler.

Zorluklar karşısında kırıldıkları için mücadelenin ne olduğunu bilemediler. Düştüğü zaman ayağa kalkmasını öğretmediğimiz için kendisine kalkması için yardım edenin ne amaçla yardım ettiğini fark edemediler. Her istediklerini aldıkça, her yaptıklarını hoş gördükçe, ayakları yere basmadı, hiçbir şeyin farkında olmadan gözlerini daha fazlasına diktiler. Biraz ayaklarını yere basması gerektiğini anlayınca da bocaladılar.

Suçlu görmemek lazım. Ne verdiysek onu alıyoruz. Ne ektiysek onu biçiyoruz. Biz başta nasıl yaşattıysak onlarda öyle yaşamaya çalışıyorlar. Sonrası yok işte!..

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Çapanoğlu Arşivi
SON YAZILAR