Tarım Dokusu Yanık Kokusu!
2 Temmuz 1945’te, “Hazret-i Mevlânâ oğullarından, Yüksek Ziraat Mühendisi, Ziraat Fakültesi Öğretim Görevlisi Sabahattin İmer, Konya’da vermiş olduğu “ Ziraat Makinelerinin İşletilmesi ve Ayarlanması” konulu konferansında şöyle diyor;
“Madem ki Türkiye’nin nüfusu şu kadar ve arazisi bu kadar ve bununda % de filan nispeti kabili ziraattır. O halde Türk ziraatında Türk inkılâbının her cephesinde olduğu gibi hamle yapmanın sırası gelmiştir.
Modern dünyanın yaptıklarını bizde tatbik etmeliyiz. Yürüyüşümüzde bir ağırlık olmalı. İnsan ruhuna dinamiklik verme yerine isyan ettiren öküzün ardından övendire ile hayvan sürmekten vazgeçmeliyiz.
Karasaban Milli İnkılâp müzesinde mazideki halimizi gösteren bir numunelik olarak teşhir edilmelidir.
O halde asırlardan beri boş kalan milyonlarca dekar ziraata müsait arazimizi ekmek ve istihsalimizi % 1000 arttırmak için makineli ziraata geçmemiz lazım.
Şuarası muhakkak ki, biz Türkler belki ırk belki iklim faktörleri tesiri altında olsa gerek ifratçı ve tefritçi bir milletiz. Sevdiklerimize kurban, sevmediklerimize hasmı can oluruz. Anlatmış olduğumuz örneklerin haklı olan yanlarını, bize uygun fikirlerini ve düşüncelerini alarak kendimize uygun hale getirmek kolay değil.
Bu güç bir ziraat politikası işidir. Ve dürbün görüşlü devlet adamlarının yapacağı iştir.”
*****
1962 yılında rahmeti rahmana kavuşan, Yüksek Ziraat Mühendisi, Ziraat Fakültesi Öğretim Görevlisi Sabahattin İmer, ziraatin yani tarımın dürbün görüşlü devlet adamlarının yapacağı iş olduğundan söz etmişti.
Dürbün uzağı yakın etmektir. Dürbün baktığınız yeri, alanı, tarlayı, araziyi net olarak görmektir.
Dürbün ufuktur, ufku olmaktır, ufuk zenginliğidir.
Nüfusunun bir dönem 4/5’inin tarımla uğraştığı bir ülkeden, bugün geldiğimiz duruma bir bakalım.
Yine bir zamanlar kendi kendine yeten yedi ülkeden biri olan Türkiye, şu anda, yeterince tarımla uğraşmıyor.
Tarımla uğraşanlar ise, ektikleri ürünün karşılığını alamamaktan dolayı perişan durumdalar. Zarardalar, kâr ve kazancı unuttular! Mazot ve gübre fiyatlarının yanına elektrikte eklenince, artık bu işin altından kalkamıyorlar.
Bir zamanlar, çok zengin ovalara, ekilebilir ve dikilebilir arazilere sahiptik!
Hatırlarsanız onlarca yıl önce, siyasilerimiz, köylerimizi, kasabalarımızı, ilçelerimizi Paris yapacağız diyorlardı.
Şehre gelmelerine gerek kalmayacak, ne istiyorsanız ayağınıza getireceğiz diyorlardı.
Hatta, atıp-tutmada o kadar ileriye gittiler ki, bazı Anadolu şehirlerine deniz getirmeye bile kalktılar!
Konya gibi buğday ambarı şehirlere sahiptik. Baklagillerin tamamını üretiyorduk. Kimseye muhtaç olmayacak kadar pirincimiz dahi vardı. Fındık üretiminde dünyada birinciydik.
Soğan ve patateste elimize su döken yoktu. Şeker oranı en yüksek pancarı Anadolu coğrafyasında yetiştiriyorduk.
*****
Benim köylüm, benim çiftçim destekleniyordu, ekiyordu-biçiyordu her şeyden önemlisi mutluydu, işini seviyordu ve yüzü gülüyordu.
Aldığı traktörün borcunu aynı sene içerisinde ödeyebiliyor, oğlunu evlendiriyor, kızını gelin ediyordu. Harman zamanına verilmek üzere dediğinde, hiçbir esnaf, boş çevirmiyordu çiftçiyi ve köylüyü. Harman zamanının yanına daha sonra pancar zamanını ekledi çiftçimiz.
Ya şimdi? Traktörü hacizli, evi ipotekli yada hacizli…
Tarım artık yüz güldürmüyor. Mahsul, üretilen ürün tarlada yani yerinde para etmiyor.
Ürüne fiyat veren fırsatçılar, aracılar, çiftçi ve köylüyü cendere içine alıp bunaltıp istediği fiyata razı ediyor, kuruşla alıp, on katı fiyata marketlerde satılacak ürünlere yol açıyorlar.
Üreticinin ziyan-zebil olduğu bu manzarada, hem üretici , hem de yüksek fiyatlarla o ürünü alamayan tüketici perişan oluyor.
Kazanan kim?
Ne yapıyorsun, böyle vicdansızlık, böyle merhametsizlik olur mu denilemeyen fırsatçı…
Türkiye denince tarım ülkesi lafı en geçerli laftı. Laf olsun diye değildi hiçbir şey. Çiftçi, üretici, toprağını ekip biçen herkes;
“Toprağın verdiğini hiç kimse veremez, toprak avuçlayan altın tutar, geçinmek isteyen elini topraktan çekmesin, bir avuç altının olmaktan ise bir karış toprağın bulunmalı” sözlerini dilinden düşürmüyordu.
Dökülen alın teri, karşılığını buluyordu.
Çiftçiler, köylüler ve üreticiler hiç bu kadar yalnız ve çaresiz kalmamışlardı.
*****
Gelin birde yarım asrı çoktan aşan bir tespiti de sizlerle paylaşalım;
Mevlana Müzesi Müdürü rahmetli Mehmet Önder. Köyleri tarımsal, köyler, Meyvacı ve bağcı köyler, hayvan besleyen köyler ve San’atla uğraşan köyler diye dört kısımda incelemiş.
Tarımsal köyler için şöyle diyor;
Tarımsal köyler ekseriya tarımsal faaliyetlerin inkişaf ettiği ve ekilip biçilecek arazileri bol olan bölgelerde görebiliriz. Bunlara çiftçi köylerde denir. Meyveciliğe pek önem verilmez. Pek az da hayvan beslenir.
Tarımsal köyler daha ziyade büyük ve zengin köylerdir. Dağlık ve ormanlık arazilerde değil, düz, yayla ve ovalarda kurulmuşlardır. Mesela, Konya’nın Çumra ve Karaman İlçelerine bağlı köyler tarımsal köylerin bulunduğu bölgelerdir.
Bu civarda da Yarma, Sakyatan, İsmil ve Karkın gibi nüfusları 2000’inüzerinde olan köyler vardır.
Mevzubahis köylerde tarım, meyvecilik ve hayvan besleme şöyledir.
Yarma’da; Meyvecilik % 5, hayvan besleme % 15, diğer işler % 5, Tarım ise % 75’tir.
İsmil’de; Meyvecilik % 1, hayvan besleme % 15, diğer işler % 4, Tarım % 80’dir.
Karkın’da ; Meyvecilik % 2, hayvan besleme % 7, diğer işler % 6, Tarım % 85’tir.
Alemdar’da ; Meyvecilik % 3, Hayvan besleme % 4, diğer işler % 3, Tarım % 90’dır.
Görüldüğü gibi, Karkın ve Alemdar köyleri, Yarma ve İsmil köylerinden daha fazla tarım’la uğraşmaktadır. Çünkü bu köyler, diğer köylerden daha sulak ve düz arazi üzerindedir. Tarım işiyle uğraşan bir köylü aynı zamanda meyvecilik ve hayvancılıkla da uğraşır. Burada esas olan tarımdır. Yani çiftçiliktir.
*****
Doku kelimesi son yılların modası oldu olalı, hangi kavramın sonuna takı olarak eklendiğinde, o kavram sizlere ömür!
Şimdi de tarım dokusu demeye başlandı. Üretenin ürettiği ya elinde kalıyor, ye para etmiyor, yada fırsatçılar, aracılar öldüm fiyatına alıyorlar.
Ürünlere verilen para, ne borcu-harcı karşılıyor, ne senedi ve banka borcunu ödüyor, nede çiftçinim karşı karşıya bulunduğu hacizden kurtarıyor.
Öte yandan kuruşla alınan ürünler, büyük şehirlerde ve marketlerde fahiş fiyatlarla satılıyor. Aradaki farkın ne olduğu, kimler tarafından bölüşüldüğü ara ki bulasın, soran yok ki, sorasın!
İnsanlar soruyor, sen çiftçi olsan, bu işi bir daha yapar mısın?
İnsan bile bile zarar edeceği işe girer mi?
Tarım dokusu, yanık kokusu!
Tarlalar, tarım arazileri bedavaya giden ürünler yüzünden yanıyor. Üretici kan ağlıyor. Kazandıkları para bir türlü gözlerini doyurmayan aracılar, fırsatçılar, zam ayarlaması yapmaktan da ne çekiniyorlar, ne de korkuyorlar.
Kork Allah’tan korkmayandan derler ya…Fırsatçılar böyle insanlar!
Bu insanların gözü neyle doyacak bilmem!
Gözlerini toprak doyursun inşallah diyen içi yanan üreticiler haksız mı?
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.