“Türkçe Ağzımda Annemin Ak Sütüdür!”
Rahmetli Yahya Kemal Beyatlı, “Türkçe ağzımda annemin ak sütü gibidir” demiş ve şöyle devam etmiş; “Türkçe; ağzımızda, anamızın dili gibi helâl ve güzel olmalıdır.” “Türkçenin çekilmediği yerler vatandır. Vatanın kendi gövde ve ruhu Türkçedir, her halk kendi ikliminin lisanını söyler.” diyerek Türkçenin, Türk Milleti için ne kadar önemli olduğuna dikkat çekmiş.
Geçtiğimiz hafta Cumartesi günü 26 Eylül 2020 Türk Dil Bayramının 88. Yıl dönümüydü. Hafta sonuna denk geldi diyebilirsiniz. Hafta içi bir gün olsa kim farkına varacak, kim hatırlayacak, kim yad edecekti?
Türk dili, 2020 yılının virüs rakamları arasında, ekonomi göstergeleri arasında Türkiye-Yunanistan, Türkiye-Fransa atışmaları arasında kendine yer bulamadı.
Cılız anmalar, cılız mesajlar Türk dilini yozlaştırma adına yapılan sinsi ve derinden çalışmalar, bu yılı da kapattı.
Dilimiz can çekişmeye, bana yardım edecek kimse yok mu sinyalleri göndermeye devam ediyor.
Karamanoğlu Mehmet Bey’in, “Bundan gayrı…”diye başlayan sözünü söyledik ya diyenler…
Kaşgarlı Mahmut’tan söz ettik, Divan-ı Lügat-it Türk’ten de konuşmamızda bahsettik, daha ne yapalım diyenlerde konuştular geçtiler.
Pandemi döneminde ancak bu kadar bir şeyler olur, daha fazlası olmaz diyenlerde kapattılar mevzuyu.
Dilimiz yaralı, bereli düştüğü yerden yine kaldırılamadı. El uzatan olmadı. El uzatmayı akıl edende…
Nerededir diye soranda yoktu!
Türkçe’nin olmadığı yerde, çevremizdeki herkes, Ömer Seyfettin’in o meşhur hikayesinde anlattığı Efruz Bey oldu. Yeni nesil Efruz’lar türedi! Kuş dili konuşmaya başladılar. Anlayabilene, çözebilene aşk olsun!
TÜRK DİLİ SİZİN OYUNCAĞINIZ MI?
Kendi kelimelerimize eklemeler yapıyoruz. Yeni ancak, anlamsız , manasız, uydurma, kimliksiz, ruhsuz, özensiz kelimeler türetiyor, bunları işletmelerinize isim olarak veriyoruz. Hatta kim buldu, kimden satın aldın diye hayranlık uyandıranları pek bir revaçta!
“X” gibi, “Q” gibi, “W” gibi kelimeler, alfabemizde olmamasına rağmen, kelimelerle dans ettiğini zanneden şaşkınların elinde, aralara sıralara girip sözde sanat oluyor!
Bu kelimeleri türetenler, uyduranlar, kendince yaratanlar bu isimleri satıyorlar. Müşterileri aramadıkları kadar çok.
Bunları yaparken, Türk dilinin kimyasını bozmaktan çekinmiyorlar.
Bu sevgisizlere dur diyen yok! Türk dili sizin oyuncağınız mı diye, yasak koyan yok!
Ceza yok! Yaptırım yok!
Kelimelerimizle oynuyorlar.
Acayip ve anlamsız takılar ekleyerek, türettikleri yeni kelimelerle kendilerinin dahi başı dönüyor!
Bu iş arz-talep meselesi diye kestirilip de atılacak bir mevzu değil.
Dille oynamak, bir milletin hayat damarlarını kesmeye çalışmak, kimsenin harcı olmamalıdır!
NEDEN YAPIYORUZ DİL BAYRAMLARINI?
Her Bayram, Türk diline yaptığımız katkıları ortaya koymak için değil mi?
Yozlaşmayla şu kadar mücadele ettik, şu kadar yol aldık demek için değil mi?
Türk dilinde olmayan tabelaları Türkçeleştirmek için, şehirlerimizde şu kadar bin tabelayı değiştirdik, yasak getirdik, tabelasını Türkçe olarak değiştirmeyenlerin şu kadarına ruhsat vermedik demek için değil mi?
Dilimizi zehirli sarmaşıklar gibi saran şu kadar yabancı kelimeyi, dilimizden söktük attık için demek için değil mi?
Bu saydıklarımızın ne yazık ki hiçbiri gündemde değil!
Şehirlerimizde işletmelerimiz, merkezlerimiz, dükkanlarımız yabancı isimli tabelalarla doldu. Üstüne üstlük buna birde Suriyeli sığınmacıların açmış olduğu dükkan ve işletmelerinin tabelaları eklenince, şehirlerimiz Türkçe olmayan tabelalar tarafından istila edildi.
Dilimizi yozlaştıran dizilerde, sahnelerde, güldürü programlarında kullanılan Türkçeyi yerle bir eden replikler, kelimeler, hakaretamiz tabirle küfürle karışık ifadeler son zamanlarda çok daha fazla…
Rahmetli Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu’nun, bizim gençlik yıllarımızda, “ Türkçe’nin Karanlık Günleri” diye oldukça güzel bir kitabı vardı.
Türkçe’nin kanayan yarasına parmak basmış, o zamanın gençleri olan bizleri uyarmaya çalışmıştı. O devirde tutarsa tutar, tutmazsa atarsın tarzı türetmeler vardı. Ölü ve işlek olmayan eklerden kelime türetme meşhurdu.
Özellikle “-sel” ve “-sal” ekiyle ilgili rahmetli Timurtaş Hoca, “ Sala bindik sele gidiyoruz” demişti.
TÜRKÇENİN EN KARANLIK GÜNLERİ VE YILLARI!
Bugün, kendi dilimizle kendimiz dalga geçer olduk. Kısalttık, budadık, kelime yapısıyla, ses uyumuyla, fonetiğiyle, ruhuyla vicdansızca ve merhametsizce oynadık.
Yetmedi, abuk-sabuk harf ekleme ve çıkarmalarla, hiçbir anlam ifade etmeyen, soğuk, ruhsuz, kendinden habersiz kelimeler türettik.
İş yaptık sandık!
Çünkü bu günler ve bu yıllar Türkçenin en karanlık günleri ve yılları!
Savunanı kayıp! Savunanı isteksiz! Savunanın yerinden kalkmaya niyeti yok!
Başka meşguliyetler, onu saracak başka işler bulmuş durumda.
Türk Dili hiç bu kadar yalnız, hiç bu kadar çaresiz, hiç bu kadar kimsesiz kalmamıştı.
DİLİMİZ GİDİYOR, DİLİMİZ!
O Iphone’lardan, mesajlaşmalardan, ruhunuzu esir alan oyunlardan, fenomenlerin hepinizi bağlayan anlatımlardan bir sıyrılın kaldırın başınızı!
Diliniz gidiyor, dilimiz gidiyor, dilimiz!
Dilinizi eğip-büken, kendince esneten, en olmadık takılar ekleyen, sözüm ona bulduğu yeni tabirlerle herkesi güldürenlerden çekin elinizi ayağınızı.
Türk Dili içinde ne idiği belirsiz takılar eklemeden bulunabilecek dünya kadar espri var.
Bu işi yapanlar Türkçenin engin okyanusuna dalmıyorlar. Çünkü Türkçeden haberleri yok!
İşin kolayına kaçtılar, Türk dilini önce argo ile yozlaştırdılar. Argoda gittikleri kadar gittikten sonra, Argoya da kendilerince yeni eklemeler, yeni takılar icat ettiler.
Bugün gelinen noktada, ellerinde acayip, anlaşılmaz, bir yere varılması mümkün olmayan, tökezleyen, çıkmaz sokaklarda gezindiğinden turladığından habersiz, içinden çıkamadıkları acayip bir şey var.
Konuşulan ve yazıya dökülen bu nesne kesinlikle dil değil…
Hatta argo bile değil…Dünyada geçerli dillerden hiçbirine yakın değil.
Türkçe zaten değil!
Biz ise böyle bir uydurma yaklaşımı baş tacı etmişiz, hem ağlanacak halimize gülüyoruz, hem de tabela diye şehirlerimizi donatıyoruz.
Biz deli miyiz? Aklımız başımızda mı?
Dil Bayramında nereye gittiğimizin, nereye koştuğumuzun muhasebesini bir yapan oldu mu?
“TÜRK DİLİ TÜRK MİLLETİ İÇİN KUTSAL BİR HAZİNEDİR!”
Her millet dilinin kadrini-kıymetini bilirken, biz kendi dilimizle uğraşmak gibi garip bir merakın içindeyiz. İngilizce, Fransızca, Almanca gibi dillere bir bakın. Bu kadar oynamaya, oynanmaya önce insanlar isyan eder, sokaklara dökülürlerdi.
Türk dilini tahminler ötesi ayrık otları, zehirli sarmaşıklar, kara çalılar ve dikenler sarmış durumda. Dil Bayramlarının oldukça basit ve cılız seremonilerle geçiştirilmesi, 2020 yılı gibi Pandemiye ve ekonomiye kurban gitmesi, dilimizin içine düştüğü kuyulardan çıkarılmamasına mazeret değil!
Türk Dil Kurumunu kuran Mustafa Kemal Atatürk bakın ne diyor: “Türk dili Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk milleti geçirdiği nihayetsiz felaketler içinde ahlakını, ananelerini, hatıralarını, menfaatlerini, kısacası bu gün kendi milliyetini yapan her şeyi dili sayesinde muhafaza etmiştir.”
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.