Prof. Dr. Fikret Akınerdem

Prof. Dr. Fikret Akınerdem

Türk’ün Anadolu’ya açıldığı kapı: AHLAT

Türk’ün Anadolu’ya açıldığı kapı: AHLAT

Ahlat söz konusu olur da, üzerinde uzun uzun durulmaz mı? Ahlat Türk’ün Anadolu’ya oradan Avrupa’ya açıldığı, İslam’ın Batı’ya yayıldığı kapı.  Ahlat, Sultan Alpaslan’ın karargâhı, otağı, yurdu.

Yiğit Alpleriyle Anadolu’yu buradan kurdu.  Ahlat, 35 bin nüfuslu bir ilçe merkezidir. Asya’dan Anadolu’ya oradan Avrupa’ya uzanan yolların üzerinde olması, daha ılıman iklimi,  bereketli toprakları, bina yapımına elverişli yapı malzemesi ve su kaynakları ile her dönemde bölgedeki büyük güçlerin dikkatini çekmiştir. Tarihin uzunca bir dönemi ile birlikte özellikle Türklerin Anadolu’yu yurt edinmeleri ait izleri 1000 yıldır büyük bir özenle koruyan Ahlat, her ne hikmetse unutulmuşluğa terk edildikçe direnmiş, “Ben burada Anadolu Türk tarihinin en önemli tanığıyım” mesajını tekrarlayıp durmuştur.

Ahlat, 1061 yılından itibaren Asya’dan Anadolu’ya göç eden ve kendilerine yeni bir yurt edinmek isteyen Türkler tarafından ele geçirilir. Anadolu’yu yurt edinmek isteyen Türk güçleri Ahlat’ta kurdukları garnizonuyla burayı üs ederek Anadolu’nun diğer yerlerine de akınlar yapar. 1071 yılında Malazgirt savaşından sonra Diyarbakır emirlerine bağlandı. Ahlat, Belh ve Buhara (bazı kaynaklarda Merv) ile birlikte Kubbet’ül İslam (İslam’ın Kubbesi) olarak anılır. O zaman nüfus 300 000 civarındaydı.

Anadolu’ya Türk akınlarının önemli üs merkezi olan ve Anadolu’nun Ebedi Türk Yurdu oluşunda çok önemli bir görev üstlenen Ahlat, sinesinde barındırdığı tarihi eserleri ile tanınmayı beklemektedir.

Sultan Alparslan Malazgirt’e Ahlat’tan giderek burayı fethetmiştir. Yavuz Sultan Selim Han döneminde Şah İsmail ile yapılan Çaldıran Savaşı sonucunda Ahlat, Osmanlıların hakimiyetine girdi (1514). Bu tarihten sonra Ahlat için yeni bir dönem başladı. Yavuz burayı fethinden sonra göl kenarına bir kale yaptırmıştır. Bu kale Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle Irak seferleri sırasında büyütülmüştür. Bu kalede Osmanlılardan kalma İskender Paşa Camii ve Hamamı ile Kadı Mahmut Camii bulunmaktadır. Ayrıca bu kalenin içinde bir mahalle bulunup Kale Mahallesi ismiyle anılmaktadır.

Ahlat Tanzimat’tan sonra Van sancağına, II. Abdülhamid devrinde ise Bitlis vilayetine bağlanmıştır (1892-93). Rus komutanının emriyle yoğun bir yaylım ateşi başlar. Fakat beyhude karşı tarafta hiçbir hareket yoktur. Ne kaçarlar ne de gizlenirler. Onca kurşuna rağmen yerlerinden bile kıpırdamazlar. Ateş emri tekrarlanır ancak karşıdaki manzara değişmez. Rus Ordusu karanlığın koyulaşmasıyla ateşi keser ve sabahı beklemeye başlar. Günün ilk ışıklarıyla gördükleri manzara karşısında adeta şok geçirirler. Koca Rus Ordusunu durduranlar her biri insan boyundan uzun mezar taşlarıdır.

Bu bir hikaye değil I. Cihan harbinde Ahlat’ta meydana gelmiş ve hala anlatılan yaşanmış bir gerçektir. Şahitleri ise her biri birer sanat şaheseri olan mezar taşlarındaki kurşun izleridir. Düştükleri bu gülünç durum, Rusların duygularını mezar taşlarına karşı kine dönüştürür ve o güzelim abideleri açtıkları yolların menfezlerinde kullanırlar. Bu mezarlarda çok büyük tahribatlar yaparlar ancak işgal fazla sürmez yaklaşık bir yıl sonra mezarlıklarına bile yenildikleri bu toprakları terk edip giderler.

Ahlat böyle bir yer. Selçuklu Türklerinin ağırlıkta olduğu bir belde ancak yöre halkıyla öyle kaynaşmış ki, kimin ne olduğundan ziyade Ahlatlının 1000 yıllık değerleri yaşatması ve sahip çıkılmasıdır.

Tavsiyem odur ki, mezar taşları, kümbetleri, Sultan Alpaslan’ın Karargâh Camii ve tarihi dokusuyla her insanımızın, Türklere Anadolu’yu hediye eden, burayı İslam beldesi yapan atalarının bıraktığı bu güzel mirasın izlerini mutlaka görmesi gereğidir. Ahlat konumu ve tabii dokusu itibariyle de ziyaret edilmesi gereken yerler arasındadır diyebilirim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Prof. Dr. Fikret Akınerdem Arşivi
SON YAZILAR