Yetişkinler ve Kuşlar
Sevilen bir ağızdan seven kulaklara bir hikaye dinletilmişti:
“Bir tüccarın işlek bir dükkanı ve dükkanının işlek olmasını sağlayan sohbeti tatlı dudu kuşu vardır. Dudu kuşu gelen müşterilere hoş sözler söyler, müşterilerin keyfini yerine getirir ve satışları arttırır. Bir gün dudu kuşu dükkanda yalnız iken yağ kavanozlarından birini devirir; kavanoz, diğer ürünler, çuvallar derken tüccarın bereketli dükkanı harp alanına döner. Olaydan bihaber tüccar dükkana döndüğünde manzaradan dudu kuşunu sorumlu tutar ve kafasına sopayla vurmaya başlar. Zavallı kuşun kafasında tüy kalmaz, üstelik dili de üzüntüsünden lal olur. Tüccar öfkesi yatışınca pişman olur ancak ne yapsa da dudu kuşu artık konuşmaz ve dükkan da tüm cazibesini yitirir. Günler, haftalar derken bir gün kel bir bedevi dükkanın önünden geçer, bizim bitkin, halsiz, lal dudu kuşunu bir telaş sarar ve doğruca camın önüne çıkar bağırır: Ey bedevi söyle neden kel oldun, yoksa sen de benim gibi yağ kavanozu mu devirdin?”
Zannediyoruz çoğu zaman ve ne yaptığımızın farkına varmadan. Sabah kahvaltımızı ederken az sonra yenilenecek çayımız dışında hiçbir şeyin önemi olmadığı gibi bir başkasının farklı bir algısı veya düşüncesi olabildiği fikrini de kabullenmiyoruz. Halbuki varlığımızın en derinlerinde bir yerlerde herkesin aynı olmadığını da bizden iyi kimse bilmiyor. Kısaca direnç geliştirmekten bahsediyorum. Anlamamıza, sevgiyle temellenen ilişkiler kurmamıza engel olan bu başa çıkılası şeyden.
Hikayedeki dudu kuşunun zannetmesi saf niyetinden şüphe duymamızı engellemez. Zira “kaza gelince bilgi yolunu unutur, ay tutulur, gün karanlık olur.” Ama bizler dudu kuşunun aksine baş edebilme yeteneğine sahip yaratıklarız değil mi? Kendini sevmeden bir başkasına da bununla yaklaşamazmış insan. Zannetmenin önüne geçmek için de çaba harcıyoruz haliyle. Bir bakalım etrafımıza; peşin hükümlerimize, birini beynimizde darağacına gönderişimize. Belki de bunu hak ettiğine inandığımız kimseler bir yudum çayla birlikte anlaşılmaya muhtaçtır aksine.
Yaşlı bir amca ve yanında iki yaramaz çocuk tramvayda seyahat ediyorlarmış. Çocuklar öyle afacanmış ki yerlerinde durmuyorlarmış, sonunda bir beyefendi durumdan rahatsız olmuş ancak tahammül etmiş amcaya hürmetinden. Bir değil iki değil bu kez adamın sabrı taşmış ve kendisine de rahatsızlık veren çocukların yanındaki amcaya dönüp onları ikaz etmelerini istemiş, öfkeli bir şekilde. Yaşlı amca da gayet ılımlı bir şekilde yanıtlamış “Oğlum, bu iki çocuk benim torunlarım ve az önce annelerini kaybettiler, hastaneden geliyoruz. Onlara ne diyeceğimi bilmiyorum ama yine de senden onlar adına özür diliyorum.”
Nasıl hikayeler konuyla dolaylı yoldan ilişki kurup mesajı almamıza katkı sağlıyorsa, günlük hayatta da direnç geliştirmeyi engelleyici bazı dinamikleri hesaba katarak hareket edebiliriz. Zannediyor olabiliriz, yanılıyor da olabiliriz, haklı da. Ancak duygularımızla hareket etmeden önce akılcı olup asıl olanı, konunun özünü kavramakta yarar var.
Ay ışığı senfonisini bestelerken Beethoven, benim şu an onu dinlerken hissettiklerimi hissetmemiş olabilir mesela.
Düşündüğümüz şey düşündüğümüz gibi olmayabilir.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.