Erol Sunat

Erol Sunat

Yumuşasın artık taş yürekler

Yumuşasın artık taş yürekler

Biz ne ara bu kadar taş yürekli olabildik? Ne zaman anlayışımızı ve hoşgörümüzü kaybettik? Haberlerimiz taş yürekli insanların insafsızlığı ve merhametsizliği ile dolu. Günlük hayatta, sokakta, ticarette, siyasette taş yürekliler kimseyi takmıyor, kimseyi dinlemiyor.

Bu taşlar baş yarıyor, kalp kırıyor, Ali kıran baş kesen havalarına giriyor, havada uçuşuyor.

Sonrası…

Nereye gitti taş?

Taş bu bumerang değil ya, geri gelsin…

Kimi vurur? Kime denk gelir? Kimin kafasına… Kimin bahçesine… Kimin evinin camına isabet eder, bilinmez…

Taşla şaka olmaz mı diyelim, taşın şakası olmaz mı?

Aslında biz, taş atmaya, birilerini taşlamaya, bir taşla birden fazla kuş vurmaya vurgunuz.

Atma yavrum, yapma yavrum diyen annelerimizi hatırlıyorsunuz değil mi?

Taş yüzünden az aralarda kalmadı, az komşularla arası bozulmadı annelerimizin.

Bir daha kuş vurmayalım diye, kuş lastiklerini sobaya atardı, kırardı annelerimiz.

Bir daha taş attığını görmeyeceğim, duymayacağım diyen sesleri de bir çoğumuzun hâlâ kulaklarında…

Annelerimizin ikaz ve uyarılarından ders aldık mı?

Keşke alsaydık…Keşke alsaydık da taştan ağır laf söyleyenlerden olmasaydık.

*****

“Merhametsiz kalpleri sana benzettiler” diye başlayan “Taş” şiirini hatırlar mısınız bilmem…Taşın masumiyeti ancak bu kadar hoş, bu kadar güzel ve bu kadar zarif anlatılabilirdi.

Garibim taş, en ağır bir biçimde kalbi hiç yumuşamayan insanlara misal olarak öyle bir anlatıldı ki, taş kalpli diye bir deyim taşın üstüne yapıştı kaldı.

Taş çocukluğumuzdan beri elimizden düşmedi. Taş attık kuş vurduk. Taş attık cam kırdık. Taş attık arkadaşımızın kafasını yardık.

Üç taş oynadık…Beş taş oynadık…Dokuz taş oynadık. Taşa dayadık sırtımızı…Taştan yaptık evimizi, odamızı…

Ölülerimizin başına taş diktik…Adına mezar taşı dedik…Derede gördüğümüze çakıl taşı dedik…Taşla haşır neşir geçen bir ömrümüz oldu her birimizin.

Taş en sonunda edebiyata girdi. Başlı başına bir taş edebiyatı doğdu aslında. Edebiyata girmekle kalmadı, siyasete de fırtına gibi daldı. Bu sefer adı söz taşı oldu.

Söz taşı esnetilmeden, eğilip bükülmeden, törpülenmeden sarf edildiğinde, kalp kırdı, hatır yıktı, ortalığı karıştırdı, yumruklar, tekmeler havada uçuştu. Müzakereler durdu. Olaylar çıktı. Bir türlü sükûnet sağlanamadı. Barış her zaman olduğu gibi bir başka bahara kaldı.

*****

Taş durduğu yerde keşke ağır azam dursaydı. Keşke bizler onu rahat bıraksaydık.

Taşla işimiz hiç bitmedi. Lafla taş atmayı, laf sokuşturmayı, sataşmayı, laf taşıyla kafa göz yarmayı, ara bozmayı, savaş çıkarmayı, olaysız bir gün dahi geçmemesini taşa borçluyuz.

At taşı…Vur taşı… Fırlat taşı… Bırak kime değerse değsin! Sonra çekil kenara seyret…

Taşa benzeyen kalpler, taşa benzeyen yüz ifadeleri, kin ve garezle yoğrulmuş inatlar taşlaşmanın, taşa dönmenin, yumuşama emaresi gösterememenin alametleri.

Ne kaybediyorsak ne çekiyorsak taş kalplilerin yüzünden.

Gülümseme ve tebessümden nasibini almamış, kalbinde sevgi ve iyilik çiçekleri açmayan, ikna olmayan, dediğim dedik taş kalplilerin hâkim olduğu bir dünyada mazlumlar, yoksullar, fakirler onların koyduğu kurallar ve dayatmalarla cehennemi yaşıyorlar.

Zehir zemberek dillerin, baskıların, taşlaşmış kalplerin beslendiği ruh halleri yüzünden ülkeler ve milletler yaşadıkları coğrafyalarda kan ağlıyor.

*****

Taş yürekliler için, doğru yalnızca kendisi. Ne dediyse o. Ya onun dediği olacak ya da onun dediği…Böyle bir yaklaşım ne siyasete yakışır ne insani yaklaşımlara…

Kimse onların o taşlaşmış haline benzemek zorunda değil…Her dediğine evet demek zorunda da değil…

Yürek taşlaştığında ortada ne sevgi kalıyor ne saygı. Donuk, soğuk, kindar, öfkeli, nefret dilinden başka bir şey bilmeyen insanlarla kuşatıldığınızı görüyorsunuz.

Bu taş yüreklilere de onları teşvik edenlere de söyleyecek söz bulamıyoruz.

Ne yaptığımızı bir bilen var mı? Beğenen var mı? Ya tasvip eden?

Sonra da deniyor ki, taşın altına elimizi koyacağız…

Taş kalpli, nasıl koyacak taşın altına elini?

Koyamaz, ürperir, acaba soruları kaplar zihnini…

Sonra başlar edebiyata, elimi taşın altına koyacağım günler yakın diye…

Taşın altına elimi koyacağım diyenlerin en büyük endişesi ne midir?

Taşın altı…

Yılan olur…Çıyan olur…Akrep olur…Bilinmedik böcek filan olur…El paralanır, El yaralanır, El taşın altında kalakalır…Olur mu olur?

Taşın altına elini koyanların değil de her defasında elimi koyacağım diyenlerin arkasından gidilmesine ne diyeceksiniz?

*****

Taşın altına el koymak yürek ister demiş büyükler.

Yürek ve taş… Taş kalplide olmayan, bulunmayan bir şey soruluyor hep.

Elini taşın altına koyacak öyle mi?

Dünya tersine dönse dahi olmaz…

Bugüne kadar böyle bir şey oldu mu gördünüz mü?

Hâlâ bekleyen varsa, varsın beklesin…

Daha çok beklersiniz diye bir cümle hiç mi duymadınız?

Taş kalplilerin peşi sıra yürüyenler, bir süre sonra bir de bakıyorsunuz, onlar da birer taş kalpli olmuşlar. Aynı onlara benzemişler. Merhameti, vicdanı, eğriyi, doğruyu kaybetmişler.

Taştan kalbi olanlar keşke ara ara aynaya bakmış olabilselerdi.

Keşke bu kadar öfke ve nefretten beslenmeselerdi. Ben ne yapıyorum diye bir vicdan muhasebesi yapabilselerdi. Hatalarını, yanlışlarını, insanları ne denli hayal kırıklığına uğrattıklarını görebilseler, hissedebilselerdi.

Taş kalplilerin aynaya hiç bakmadıklarına emin olun. Hatta en son ne zaman aynaya baktın diye bir sorun.

En basitinden gök gürültüsü gibi bir “Sana ne!” cevabı alacağınızdan şüpheniz olmasın.

*****

Bildik bileli, her yeni gelen eskinin diktiği taşları yıkmadan rahat edemedi.

Bu yıkım gelenek gibi oldu. Yıkılan yıkıldı, sökülen söküldü, yenilendi, boyandı, cilalandı, güncellendi. Herkes bir güzel rahatladı…

Neyin ne olduğunu anladık, anlamadık…

Aldık elimize taşı, taşladık yürekleri…Ne o kör dövüşü bitti ne sataşmalar ne de kavgalar.

Lakin;

Yorulduk, tıkandık, bıktık usandık…

Olan bitenden fazlasıyla utandık…

Hz. Mevlânâ şöyle dua ediyor;

“Ey âlemin yaratıcısı! Kasvetli, kararmış, katılaşmış âdeta taş gibi olmuş olan kalbimizi mum gibi yumuşat, feryadımızı, ah-u vahımızı, hoş eyle ki rahmetini çeksin.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Erol Sunat Arşivi
SON YAZILAR