Ahlâk neydi?
Gözümüzün önünden ayırmamamız gereken birçok şey hep arkamızda kaldı.
Ya da biz bunu bile isteye yaptık.
Bizden aldıklarını ve bize kattıklarını düşünmeden üstelik.
Mânânın koyusu mu?
Buyurunuz:
‘Bugün şahit olduğumuz ahlaki kriz, insanlık tarihi boyunca tartışılan bu iki kavramın ilişkisini yeniden ele almayı zorunlu kılmıştır. Zira dinin de ahlakın da asli hedefi, dürüst insandır. Ancak bugün fert, aile, kurum, toplum ve toplumlar arası ilişkilerde ne kadar dürüst olduğumuz ortadadır.
İnanmak, temel ihtiyaçlarımızdandır ve ihtiyaçlarımızı gidermek gerekir. Din de inanma ihtiyacımızın sonucudur. Din; bireyin kendi varlık hakikatinin kaynağı olduğuna, tüm hücreleriyle inandığı, üstün güçle kurduğu bağ ve bu bağın gerektirdiği dürüst bir insan olmaya yöneldiği bir yaşam biçimidir. Ahlak ise iyi ile kötü arasındaki tercihi, özgür iradeyle davranışa dönüştürmektir.
Böylece din, daha yukarıda inanç ve düşünsel düzeydeki aşkın güce bağlılığı, ahlak ise bu bağlılığı, günlük hayatta davranışa dönüştüren işlevselliği ifade eder. Dolayısıyla bu iki kavram aslında eşyanın iki yüzü gibi birbirini tamamlar ve bütünler. Bütün peygamberlerin, temel inanç değerleri yanında davranış olarak da yüce ve evrensel bir ahlakı sergilemeleri ve Peygamberimizin; “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” demesi de bu bütünlüğün göstergesidir.
Din ve Ahlak Birbirini Tamamlar
İki karşıt temel felsefi görüşten birinin öncüsü olan Hegel; hayatın özündeki belirleyici güç olarak düşünceyi, Marx ise maddeyi yerleştirmiştir. Aydınlanma, modern yaşam, seküler hayat gibi küresel tüketim anlayışının zorladığı yönelimler, aslında bir bütün olan mana ile maddenin birbirinden ayrılmasına neden olmuştur. Maddenin lehine palazlanan yaşam biçimi, insanı manadan ve öz değerlerinden uzaklaştırmıştır.
Din ile ahlak yani iman ile amel, inanç ile davranış, birbirinden uzaklaştıkça içleri boşalmıştır. Bir bütün olan iki yaşamsal kavramın, birbirinden koparılarak ele alınması, bu kavramların, insan üzerindeki geliştirici ve iyileştirici etkisini zayıflatmıştır. İnsanın temel inanma ihtiyacı giderilemediği için dini duyguları gibi, iyi insan olmayı davranışa dönüştürecek ahlakı da zayıflamıştır.
Nasıl ki ruh ve beden, yer ile gök, gece ile gündüz birbirini tamamlar ve biri olmadan diğerinin varlığı boşa çıkar. Din ile ahlak da birlikte vardır, birlikte var olmalıdır. Biri öz diğeri işlevdir. Birlikte var olamadıkları, birbirlerini tamamlayamadıkları için günümüzde ahlaklı olmak gerektiğini herkes kabul eder. Ancak uygulamada bunu başaranların sayısı giderek azalmaktadır. Batı toplumları dini, doğu toplumları aklı yeterince önemsemedikleri için dünyanın hali ortadadır.
İnanç ve Davranış
Konuyu günlük pratiğe indirgersek, insan olarak inanmadığımız şeyi davranışa dönüştürmüyoruz. Dolayısıyla bireyin, dini inancı olmadığı halde ahlaklı davranışlar sergilemesi mümkündür. Ancak ahlaklı davranışın özünde de o davranışın doğru olduğuna inanma düşüncesinin yer aldığı unutulmamalıdır. Böylece özde yer alan sağlam inanç, ahlakın sürdürülebilirliğini sağlayan yegâne kaynak olurken evrensel ahlak da inancı taçlandırır.
Şu halde inanmadığımız bir davranış, iman etmediğimiz bir amel olmaz. Davranış olmadan da inancın yahut amel olmadan da inanmanın anlamı zayıflar. Bunun içindir ki günümüzde dinin ve ahlakın ne işe yaradığı konusu yani işlevselliği, ne olduğu konusunun önüne geçmiştir. İnandığı gibi yaşamaktan yaşadığı gibi inanmaya yönelim söz konusu olmuştur. Durum; başkalarını yok sayan kişisel dinlere ve ahlaka kadar ileriye gitmiştir. Ve bu durum, dünyada ahlakı da dini de tartışılır hale getirmiştir.’
Selâmetle…
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.