Başı pare pare dumanlı dağlar
Rahmetli Barış Manço, “Dağlar dağlar / Kurban olam yol ver geçem” demişti dağlara. O dağlar bizim dağlardı. O güzel Erzincan türküsünde anlatılan “Başı pare pare dumanlı dağlardı.”
Bizim dağın başı dumanlı, bizim dağı sis bürümüş, bizim dağın zirvesini, doruğunu gören yok. Başı pare pare dumanlı dememiz ona istinaden…
Dağ bizimdi, bağ bizimdi, taşı toprağı bizimdi. Irmaklar, buz gibi soğuk sular, sedirler çamlar, ardıçlar, çınarlar bizimdi…
Bu sisler, bu dumanlar neden oluyor, neler oluyor böyle? Sisler dağılmadı bir türlü…Ne zaman dağılır ne zaman görünür bizim dağımız? Ne zaman biter feryadımız?
Sözümüz vardı…Taşın altına el koymaya hazır eller, gövdeler, yürekler vardı…
Neden her tarafı sisler kapladı?
Bu ne haldir?
Bölük pörçük…
Bu ne haldir?
Paramparça…
Gemileri yakmışmış!
Derler ki; gemi yakanın ne ayrıldığı yere ne gittiği yere ne de kendine bir faydası olmaz, olduğunu da ne gören oldu ne duyan…
Kimi güldü geçti…Kimi konuşulanları öylesine dinledi…Kimi esnedi-esnedi uykusu geldi…Kimi aldı bir simit, böldü ikiye yarısını yanındakine verdi…Kimi etik hakkında üç beş cümle söyledi…
Ne mi dediler?
Hayırlı olsun….
Kime?
Yakana, yaktırana, seyre gelene ve dahi kimleri ilgilendiriyorsa artık, onu da size bıraktık…
*****
Rahmetli Alpaslan Türkeş diyordu ki; “Bölünme kabul etmez, kutsal bir bütün halinde Büyük Türkiye'yi yeniden inşa edeceğiz...”
Birliğin, dirliğin, beraberliğin, Türklüğün, Türk Milletinin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin teminatıydı rahmetli…
Dağ gibi adamdı…Güven verendi. Dağıtmayan toparlayandı. Eli ve gölgesi, ardından peşi sıra yürüyenlerin üzerindeydi.
Aramızdan ayrılalı 28 yıl olmak üzere…
Ancak; Gitmiyor, bitmiyor bizim dağın dumanı…Ondan başı pare-pare dumanlı…
Kar, tipi boran…İsli sisli bir kör duman…
Kimi gemileri yakar…Kimi değiştirdiği mecraya akar…Kimi çakmak çakar…
Kimi küslüğe, ayrılığa sapar… Kimi daldan kopar… Kimi yağmurdan nem kapar…
Kimi bir yerlere göz kırpar… Kimi uçtu uçacak kanat çırpar…
*****
Oy bizim dağ, bizim dağ…Ağıt yakar, mor sümbüllü bizim bağ…Giden gitti, geri kalan herkes sağ…Ancak, cenazelerde bir araya gelir, belli belirsiz selam verir, konuşmaz, bildik bileli kadim dostlar, kadim arkadaşlar.
Uğurladıkları kim?
Hepsinin can dostu, arkadaşı kardeşi, haldaşı, sırdaşı…
Mezarlıklardan sırtını dönüp gidenleri sayamaz oldu dağ…Kopmuş o kopmaz denilen, kopmaz sanılan bağ… Eğdi başını, büktü boynunu, sessiz-sessiz ağladı o koskoca dağ…
Neden böyle? Niçin böyle? Bu ayrılık, bu uzaklardan bakıp kalmalar neden?
Ne diyordu Mehmet Akif?
"Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez; / Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez."
Hangi tefrika girdi de ayırdı bu güzelim insanları? Neden toplu vurmaz yürekler?
Neden adı Türkiye olan o büyük idealin etrafında bir araya gelinmez, birleşilmez, el ele verilmez, omuz omuza yürünmez?
*****
İnat bir yere kadar, küsmek de öyle, kırılmak ve incinmek de…Bu anlamsızlıkları sürdürmek çıkmaz sokaklarda bile isteye dolaşmak demek. Ayrılık rüzgarı estirenlerin ekmeğine yağ sürmek demek…
Erdemli olmanın, erdemli davranmanın kenarından dahi geçilmiyor. Erdem, hataları görmek demek, yanlışlardan dönmek, ben ne yapıyorum böyle demek…
Herkes erdem konusunu iyi bildiğini sanır. Ancak, erdem, o bilinenlerin çok üzerindedir. Daha bir başka kavramdır erdem. Erdemli olmak ise çok daha başka…Erdem kendini aşmaktır. Ferasetin özüdür. Kendi için hiçbir şey istememektir. Ne maddi ne de manevi…
Erdemli kırılsa da incinse de fazla uzatmaz asıl meseleyi…
Erdemli olan, gururunu ve kibrini ateşe verir. Benliğini cayır-cayır yakar.
Karşılık beklemeden, Hakkın rızasına nail olabilmek adına gereken neyse onu yapar.
Gemileri yaktım, kim gelecek diye aldım elime dürbünü etrafa baktım diyenlerin erdemle, erdemlilikle uzaktan yakından ilgisi ve alakası olabilir mi?
*****
Kırgınlığında bir sınırı var, dargınlığında, en azından öyle bilirdik. Hele küslükler uzadı gitti. Ölüme dirime gelmesin babından açıklamalarla küs olmanın da küs durmanın da cılkını çıkardık. Küsüm diyen ayrıldı çıktı…
Aralara nifak girdi…Dedikodu girdi…Art niyet girdi…Dağıldı gitti bir zamanların söz verenleri…Sözümüzden dönmeyiz diyenleri geri adım atmayız diyenleri…Sözümüz senet diye diretenleri…
Ne oldu?
Kimi gurura kapıldı…Kimi kibrine yenildi…Kimi mağrurluğunun başına ördüğü çoraplardan önünü ardını göremedi…
Kimi soktu elini, karıştırdı, bulandırdı ne varsa, peşine düşenleri aldı gitti…
Kimi dünyada geçmez, dünyada gitmez denilen yerlere koşa koşa gitti.
*****
Devran mı değişti? Mevsimler mi şaşırdı? Kış bahara, bahar kışa mı karıştı?
Bir olmak vardı, birlik vardı, dirlik vardı…Denizleri geçip, bildiğimiz derelerde boğulmak yoktu…
Ulu dağlarımız, yalçın dağlarımız vardı. O dağlar ki güvenilen dağlardı. Güvendiğimiz dağlara karlar yağmazdı. Bizi kimse bölemez parçalayamazdı…
Bir zamanlar, “Başka bir aşk istemez, aşkınla çarpar kalbimiz, ey vatan gözyaşların dinsin yetiştik çünkü biz” diyenlerdik hepimiz.
Ne oldu bize?
Ne oldu o Türklük ve Türkiye aşkıyla çarpan kalbimize?
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.