Bir kadın bir erkek
Kadın-erkek ilişkilerinin değersizleştiği, sıfırın altına düştüğü yavan bir dönem daha önce hiç yaşandı mı bilmiyorum. İçinde bulunduğum dönem itibariyle kadınların erkeklerden, erkeklerin de kadınlardan çok uç noktada ve karşılanamayacak derece de beklentileri var. Bu beklentiler ekseriyetle maddiyata dayalı beklentiler oluyor tabii. Manevi doyuma ve benlik bilincine erişememiş, öz saygısına yeteri kadar can suyu verememiş güdük bireyler, keskin manevralarla dağın zirvesine konmanın peşinde.
Birey, her şeyden önce kendi ruh anatomisini çözümlemeli diye düşünüyorum. Ben kimim ve nasıl bir mücadelenin öznesiyim soruları sorularak aynanın yansımasına olanak sağlamalı.
Kendini sevmeye, kucaklamaya yönelik takati duygusal zekânın beşiğinde tıngırdatmaya başladığı zaman, bireyin bakış açısındaki çetrefilli objelerde peyderpey sökün edecektir kanaatindeyim.
‘Beni sen var edebilirsin, senin gölgene dayanarak toplumda yer edinmek istiyorum’ kıvamındaki dolaylı cümleler ve eyleme emanet edilen tavırlar gönül dünyasının rahatlatıcı serin rüzgârı olamaz.
Bilakis karşı tarafın menfaatine sırt yastığı, isteklerine baston ve arzularına kolluk olması yolunda hatırı sayılır imkânlar silsilesine vesile olur.
Bu duruma taraflar alışır ve alışkanlık hali yaşama dair birincil ihtiyaçların giderilmesi yönündeki araçları da ilişkinin envanterine kaydeder.
Böylelikle ilişkinin ihtiyaçlarına yaşam araçları, yaşamın ihtiyaçlarına da ilişkinin araçları karışmış ve hercümerç borazanı kulakları sağır ederek bilincin eksi hanesine bir çizik atmıştır.
Atılan çiziklerle birlikte ilişkinin ahengi bebeksi masumiyetini kaybedecek ve artık özden gelmeyen samimiyet, karşı tarafın hayatında yer aramaktan yorularak pes edecektir.
Sonrası malûm.
Ayrılık ve pişmanlık.
Çoğumuz buna tecrübe diyerek sonraki ilişkilerin ön değerlendirmesine karşı ordinaryüs edasına bürünüyoruz.
Bendeniz bu durumu yanlış buluyorum.
Tecrübe dediğimiz, kişiden kişiye değişen muammanın, karşılaştığımız her insana entegre edilemeyecek kadar tektir düşüncesi beni her koldan sıkıştırıyor.
Yani her yeni başlangıçla gelen güzelliklerin dikenlere takılması sonucu ilk yardım çantasına yönelmemiz ve geçmiş pansuman materyallerine sarılmamız yapıp yapılabilecek en majör hata olur.
Demir tavında dövülür fehvasınca, anı yaşayarak ve anın benimsediği telafi çeşnisini kullanarak o ilişkiyi tatlandırabiliriz diye düşünüyorum.
Al-ver dengesini muhabbet terazisine denk düşecek vaziyette ayarlayabilirsek tatlandırılan ilişkinin lezzet yelpazesi de gün gün zenginleşecektir.
‘Damla bile değildim göle çevirdiler beni, dil bilmezdim öğrettiler dile çevirdiler beni.’ dedirten yârin gönlüne hoş olan birkaç kelâmı mıhlamayı ihmal etmeyelim ki, gönlünden gözüne akan billur bakışlar eksilmesin.
Kötü günün, zor ânın sığınağı olma gayreti; ‘Sevgili, sevgilinin gözünden gözyaşını sezdirmeden silebilendir.’ inceliğine ispat olsun.
Bu noktada ilişkiye dair çok kitap okuyan, sayfa eskiten kişiler tanıyorum. Lakin kitaplar bir şeyin bilgisini verir, kendisini değil.
Kadınlar kulaklarıyla görür, doğrudur. Hak iddia etmiyorum.
Fakat kulağın duyduğu cümle ruha temas etmiyorsa yani cümleyi telaffuz eden kişi telaffuz ettiği cümle olamıyorsa hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur söylenenlerin.
Mevlâna güzel söylemiş: ‘Dilin aşkı yorumlaması güzeldir ama dile gelmeyen aşk daha güzeldir.’
Yani öyle zannediyorum ki burada hissettirebilme mevzuu mühim.
Gerçi hoş Mevlâna burada ilahî aşktan bahsetme derdine bürünmüş.
Ama olsun.
Yaradan’ın yaratmış olduğu kulun, bir başka kula beslediği ve adını koyamadığı duyguda yaradana olan aşkın ince bir delilidir.
Öte taraflardan Marquez’ de bizimle hemfikir ki: ‘Seni sen olduğun için değil, seninle birlikte olduğumda ben olduğum için seviyorum.’ biçimindeki cümleyi haykırmış.
Evet dostlar,
Kalbi olanın sadece hüznü vardır, hüznü paylaşanda bir erkek bir kadındır.
Özün özü olan bu cümleyi sarf-ı kelâm ile sizlere emanet edebildiysem ne mutlu bana.
Selâmetle…
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.