GÜNEŞLİ GÜN HAYALİ
Güneşli günlerin hayaliyle ilerlemeye çalışan birinin yoluna, kendi isteği dışında veya bilerek, isteyerek karşısına çıkan insanların egolarından kurtulma ve kaçma çabaları ile kaleme yönelişi vardır insanın. Kalem kendince olanı yazacaktır. Muhtemelen kalemin de yazdığı tanımadığı insanlar değil, tanıdığı ve anlam veremediği, sinirlendiği, sinirini gösteremeyerek birlikte vakit geçirmeyi denediği ama yine de kabullenemediği gerçeklerin arasında söyleyemediklerini kâğıda dökme, bir nefeslenme, bir boşalımla var olma çabasıdır.
Her kabullenme ve kabullenememe arasında gidiş geliş çabası, içine yolculuğun ve yalnızlığın ta kendisidir aslında. Yalnızlık değilse de yalnızlaştırılmadır, isteyerek veya bilmeden, istemeden. İşte öyle zamanlarda insan, kırmamak düşüncesiyle tutunacağı kimsenin kalmadığını hissettiğinde, ya duaya yönelir ya da duasıyla birlikte kalemine sarılır. Yüreğinde kopan fırtınaları dindirmek, içini boşaltmak ve söyleyemediklerini söylemek için. Yoksa içi bir volkan gibi patlamak üzeredir ki, sonunda kırıcı olmakta vardır. Kimsenin ismini ve hatalarını alenen söylemeden, yazar da yazar. Aslında kendini yazar, başkasını yazar ve ortaya atar.
Kabullendiğini veya kendini kabullendirmeye alıştırdıklarını, derdini, sıkıntısını, kırgınlığını, öfkesini satır aralarına sığdırır, okuyan da belki anlar “bu bana tanıdık geliyor, acaba ben miyim, yoksa başka biri mi?” dedirten, çaktırmadan birilerini işaret eden yazılar. Okumak mesele değil, çünkü herkes okur, ama herkes anlamaz. Anlamak için insanın kendiyle yüzleşmesi ve hatalarının farkında olması gerekir.
Herkes fiziken birliktedir ama ruhen başka yerdedir. Hiçbir durumda fiziksel birliktelik, ruhen birliktelikle eşit derecede olmaz. Yani ayrışma, tüm ilişkilerin başında vardır. Ya bu ayrışmalar zamanla kabullenmeyi ve katlanmayı gerektirir ya da kopuşlara neden olur.
Bir dostluğunuzu, bir arkadaşınızı veya sevgilinizi düşünün. İlk başlarda her şey hoştur, sevgi vardır, duygu vardır ama ayrışma daha o safhada, o ilk an da başlar. Mesela çay ve kahve gibi. Sen çayla demlenirsin, o kahveyi sever. Mesela susmak ve konuşmak gibi. Sen susmayı seversin ama o konuşmayı sever. Mesela almak ve vermek adına. Sen vermeyi seversin ama o almaya alışıktır.
Aslında şartlar ne olursa olsun, birlikteliklerin de dostluk, arkadaşlık veya aşk adına hiçbir şeyi umursamadan ruhen dalmak istersin karşındaki insanın gözlerinin içindeki derinliklere. Fiziksel birlikteliği yok etmek ve onda kaybolmak için. Belki dalar gidersin onun içtiği kahvede. Onun içtiği kahve acı mı, tatlı mı, hoşlanıyor mu, hoşlanmıyor mu diye. Fincanı tutuşunu, dudaklarına götürüşünü, bir yudum aldıktan sonra başını kaldırıp, yüzüne dökülen saçının perçemlerini başını sallayarak arkasına attığını ve ondan sonra gelecek güzel bir söz, söz güzel olmasa da ondan gelenin güzelleştiği için bekler ve dinlersin. Onun neşeli sözlerini sadece dinlemezsin, gözlerinin içine bakar, enginlerde kaybolursun.
Sen sıcak çayı yudumlarken üfleyerek içersin ama o, senin ağzının yanıp yanmayacağı tedirginliği içerisinde olmaz. Çayı üflerken neden üflediğine bakmaz. Belki de çayı neden soğuttuğunu, soğuk içtiğini de bilmez ve umursamaz. Sözlerle demlenen çayın, yüreğindeki yangınlarla ısındığından, duymak isteğini ve yüreğindeki yaralara merhem olacak sözlerin çaya sinmesini beklediğindendir, çayı soğutup içmesi. Ne çayı tutuşun, ne çayı içişin onun aklında kalmaz, düşünmez.
Öyle bir dalarsın ama umursanmamak vardır ya işte o zaman gözün ondan kendi içine kayar, kendi yüreğine yolculuk yaparsın. Dersin ki, “acaba yüreğimdeki söz kırıklarından haberi var mı? Anlatsam kalbimde taşıdığım, yaşadığım yarım yamalak üzüntüyle geçen aldanışlarımı, suskunluğumu. Anlatsam anlar mı, yoksa sözümü kestin diye küser mi?”
Dayanamazsın, daldığın âlemden bir an uzaklaşır, konuşmaya başlarsın. Ama susturulmak ona dokunur. Belki de fiziken seninle birlikteyken ve hüzünlerini yaşarken o, senin hayal bile edemeyeceğin, başka bir zamandaki mutluluğunu yaşıyordur. Belki de asıl ayrışma o zaman başlar, sözünü ve hayal âleminde yaşadığı mutluluğunu kaybettiğini zannederek çeker gider. Öylece kalırsın, sonbahar güneşini kaybetmiş gibi.
Ruhen birlikteliği sağlayamadığınız için fiziksel bir birliktelik de yok olur, onu sevmiş olmanla, on da var olacağını düşünüp engin denizlere yol alırken, hüznün ve hayal kırıklığın ortaya çıkar, rotanı bulduğunu zannedip, dümensiz, rotasız kalışın ve kendini boşluğa bırakışınla hayatın alt üst olur.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.