İstanbul Sözleşmesi Kaldırılmalı mı?
Aile, kadın, kadına yönelik şiddet, kadın cinayetleri, çocuk istismarı ve LGBTİ kavramları çerçevesinde, yoğun bir biçimde ‘’İstanbul Sözleşmesi’’ tartışılmaktadır. Tartışmanın tarafları konuyu ‘’yaşatır’’ ve ‘’ihanettir’’ gibi uç iki noktadan değerlendirmektedir. Bu iki uç nokta ile karşı tarafa eleştiri getirenlerin meselenin içeriğine dair yeterli bir katkı sunmadığı ortadadır. Görünen o ki ‘’yaşatır’’ diyenler de ‘’ihanettir’’ diyerek yorum yapanlar da ne yazık ki yeterli bilgiye de sahip değillerdir. Eğer yeterli bilgiye sahiplerse de art niyet taşıdıkları düşünülebilir. Çünkü ‘’yaşatır’’ ve ‘’ihanettir’’ arasına sıkıştırılan bir tartışmanın havanda su dövmekten öteye geçmediği gözükmektedir.
İstanbul Sözleşmesini destekleyenlere LGBTİ destekçisi, hain diyerek ‘’küfür’’ edenlerle, İstanbul Sözleşmesi karşıtlarına ‘’kadın düşmanı, yobaz, tacizci’’ diyenler ne yazık ki konunun ciddiyetini kaybettirmektedirler.
Peki İstanbul Sözleşmesi Nedir?
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin 121. Toplantısında kabul edilerek 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzaya açılmıştır. 24 Kasım 2011 tarihinde 247 vekilin katıldığı bir oturumda 246 kabul oyu ile TBMM’de sözleşme kabul edilmiştir. Bu adımı ile Türkiye, sözleşmeyi parlamentosundan geçiren ilk devlet olmuştur. 45 ülke ve AB tarafından imzalanan sözleşme bu 45 ülkenin 34’ünde yürürlüğe girmiştir.
Sözleşmenin, ‘’Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi’’ amacını taşıdığı ifade edilirken ‘’Toplumsal Cinsiyet Eşitliği’’ ve ‘’Çocuklara karşı şiddet ve istismarın önlenmesi’’ şeklinde hedefleri olduğu belirtilmektedir.
Sözleşme kültür, töre, din, gelenek gibi kavramlar ekseninde şekillenmiş ‘’cinsiyet rolleri’’ kalıplarının şiddete zemin hazırlanmasının engellenmesinden bahsetmektedir. Bunun için ise ‘’toplumsal zihniyetin dönüşümü’’ şeklinde bir çözüm önerisi getirmektedir.
Bahsedilen zihniyet dönüşümü, cinsiyet rolleri gibi kavramlar çerçevesinde günlük hayatta aile yapısına yönelik tehdit unsuru olarak, sözleşmenin değerlendirilebileceğine dair önemli eleştiriler vardır. Özellikle muhafazakar-mütedeyyin kesim tarafından getirilen eleştirilerin yukarıda bahsedilen uç noktalara ulaşmayanlarına kulak vermek gerekmektedir. Öyle ki iş yerinde, yan komşunda ya da hukuk alanında çalışan arkadaşlardan dinlediğimiz gerçek olaylar bu eleştirilerin ciddiye alınması gerektiğini göstermektedir.
Bu eleştirilerin bir kısmına bakmakta fayda vardır.
Sözleşme metninde şiddetin yöneldiği durumda; ‘’cinsiyet, cinsel yönelim, cinsel kimlik, yaş, sağlık ve engellilik durumu, medeni hâl, göçmen ve mültecilik gibi durumlarda ayrımcılık yapılmaması gerektiği’’ vurgulanmaktadır. Burada geçen ‘’cinsel yönelim’’ ve ‘’cinsel kimlik’’ kavramları üzerinden sözleşmenin eşcinselliğin yaygınlaşması amacına hizmet ettiği eleştirileri getirilmektedir. Bu kapsamda sözleşmenin eşcinselliğin yaygınlaşmasına yönelik bir katkı sunmadığı ve LGBTİ hareketlerine destek vermediğini düşünmekteyim.
‘’Koca Tecavüzü’’ diye bir kavram ile aile yapısına zarar verildiği eleştirileri de bir başka eleştiridir. Bu kapsamda günlük hayatta aile yapısı içerisinde bu tarz ispatı imkansıza yakın durumların suiistimal edilerek, erkeklerin mağdur edildiği düşünülmektedir. Üstelik bir kocanın ‘’tecavüzcü’’ olması durumu, bu bağlamda değerlendirildiği vakit kabul edilmesi kolay olmayan bir durumdur.
Öte yandan ‘’kadının beyanı esastır’’ ilkesinin yine adli süreçlerde büyük mağduriyetler yarattığı gözükmektedir. Kadın beyanının esas olması durumunun yine suiistimal edilmesi neticesinde, sonunda masumluğunu kanıtlasa bile süreçte telafi mümkün olmayan mağduriyetlerin yaşandığı ortadadır. Öte yandan ‘’iddia makamının, iddiasını ispatla mükellef olması’’ genel ilkesinin burada ihlal edildiği de değerlendirilmektedir.
‘’Partner’’ kavramı ile yine aile dışı evlilikleri meşrulaştırdığına yönelik eleştiriler vardır. LGBTİ ilişkilerinin bu kapsamda meşru bir zemine taşındığı düşünülmektedir. Ancak öte yandan bu durumda resmi nikahı olmayan ‘’imam nikahlı’’ ilişkilerde bu kapsama taşınmaktadır.
Bu tartışmalar çerçevesinde bir de sözleşmenin madde 37 kısmında söz edilen ‘’çocuk yaşta evlilik’’ konusunda sözleşmenin doğurduğu mevcut sorunlar vardır. Kocaları cezaevinde olan anneler bir gerçekliktir.
İşte bütün bu değerlendirmeler çerçevesinde gözükmektedir ki bu sözleşmenin konu ettiği alanlarda büyük sorunlar vardır. Bu sorunlara yönelik ortaya konan ‘’İstanbul Sözleşmesi’’ ise uygulamada daha büyük mağduriyetler doğurmaktadır. Üstelik sözleşmenin kısım kısım atıfta bulunduğu ‘’toplumsal cinsiyet araştırmaları teorisi’’ yani ‘’gender teorinin’’ kabul edilemez olduğunu ve cinsiyetsiz toplum yaratma girişimi olduğunu düşünmekteyim. Ancak bu yorum sözleşmenin tamamına yönelik yapılamayacaktır.
Abdurrahman Dilipak isimli yazarın İstanbul Sözleşmesini destekleyenlere yönelik ettiği küfür ise kabul edilemezdir. Her konuda gündemde kalmak için marjinal çıkışlar yapan ve mülakatlarında ego patlaması yaşayarak her cümlesinde ‘’kendisinin farklı olduğunu’’ ifade eden yazarın bu yaptığının, eleştiri olarak değerlendirilmesi mümkün değildir.
Hatta bu şekilde sözleşmenin içeriğinden bihaber biçimde, kadına yönelik olumsuz bir tavırla geliştirilen kimi eleştiriler zannediyorum ki sözleşmeden haberi olmayan ya da sözleşmeyi desteklemeyen kadınlar tarafından da itici bulunuyor. Bu iticilik beraberinde kadınların sözleşmeyi destekler konuma getiriyor.
Üstelik bu küfrü eden yazarın KADEM gibi bir kuruluşun İstanbul Sözleşmesini desteklediğini unuttuğunu varsaymak istiyorum. Yoksa KADEM’İN yöneticilerinin kim olduğunu bilmemesi mümkün olmasa gerek.
Sonuç itibariyle konu her boyutuyla değerlendirilmelidir. Eleştirenlerin ise bu ortadaki sorunlara yönelik, geliştirdiği çözümler ve yazdıkları metinler olmalıdır. Alternatif hiçbir şey üretmeden yapılan eleştirilerin bir karşılığı yoktur.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.