Kintsugi / Onarma Sanatı
Dr. Bahar Tezcan’ın ‘Terapi Odasında İyileşen ilişkiler’ kitabı marjinal bir sanatın üzerine eğilmeme vesile oldu.
Sanatın adı ‘Kintsugi’ yani onarma sanatı.
Tanımı da ufuk açıcı cinsten.
Sizi ötelere götürüp, ötelerden olmanız gereken yere tekrar getiriyor.
Buyurunuz:
‘Kintsugi, kırılmış bir eşyayı altın tozu ile onararak tamir etme sanatıdır. Kırık bölümleri altınla daha da belirginleştirerek yarayı tekrar hatırlatmayı amaçlar çünkü yaralar değerlidir. Eşyanın tabiatında kırılma olduğunu, bunun o eşyayı daha değerli kılabileceğini çünkü orada yaşanmışlığın izlerinin bulunduğunu düşündürür. İnsana dair çok şey söyler bu felsefe; acı çekmiş, kırılmış, hatalar yapmış insanlar aslında değer kaybetmez, kazanır. Çünkü bundan bir anlam çıkarmış, olgunlaşmış olarak yoluna devam etme şansına sahip olur. Nasıl ki eşyayı değerli kılan ‘yeni’ olması değilse bireyi değerli kılan da ‘yarasız’ olması değildir, yaşanmışlığıdır. Yaşamaya dair hikâyelerimizi buluruz orada. ‘Yara İzi’ hediyedir. Onarma yeteneğimizi keşfetmemize imkân sağlar. Yara izi bizi güçlü kılar. O yara tam olarak benliğimizdir. Eşya bahanedir.’
Bir sanat düşünün ki incinmiş olmanın verdiği hazzı ancak bu denli nazenin anlatsın.
Gerçek olanı yani bizden olanı dolandırmadan, direkt olarak gözler önüne sermesi çok eşsiz değil mi?
Yaralarımızı, kan kayıplarını, acıları bir bütün olarak görüp bütünün parçalarıyla yoldaş olmayı öğretme çabası kuvvetli bir alkışı hak ediyor diye düşünüyorum.
Israrla görmezden geldiklerimizi göz çöpü olarak iki göz kapağının arasına germe derdi sıradan bir dert değil dostlar.
Varlık aleminde yokluk çekmenin esareti kabullenmeyle eş değer olduğunu haykırıyor sağır kulaklarımıza.
Biz de bu çabaya kayıtsız kalmayalım derim.
Birazcık da olsa göz, kulak kabartalım.
Silsile-i nesil şeklinde bize öğretilen ayıpları, günahları bir kenara bırakarak olanı olduğu gibi kabullenmeyi öğrenelim.
Duygusallığın şeytana yapılan şikâyet olduğunu bilerek emeklersek bu yolda daha muhkem ve seri adımlarla ilerleme şansını da yakalarız üstelik.
Bu sanatı sadece ve sadece kadın-erkek ilişkilerine indirgemek de doğru değil.
Ebeveyn-çocuk, amir-memur, işveren-işçi, öğretmen-öğrenci ve daha birçok halka bu sanatın bizatihi memuru olmalı.
Aynanın karşısına geçtiğimiz vakit gördüklerimizle beraber, ‘ben’ olan ruhtaki sıkışmışlıklara da bir kapı aralayalım ki onlar da bu sanattan sebeplensin.
Lakin şunu unutmayalım.
Bizim bu yoldaki yakıtımız motivasyon değil, disiplindir.
Evet, bu sanatı disiplinli bir şekilde icra etmemiz lazım gelir.
Motivasyonun arkasına takılıp zehirli sarmaşıklara doğru yol alacaksak bu maçı baştan kaybettik sayalım.
Gayemiz her dem disiplin olmalı.
Anlamak için, anlaşılmak için, kabullenmek için, saygı duyup saygı göstermek için, ehil olmak için, adalet için, hakkaniyet için ve dahi birçok şey için.
Bu saydığım içinleri üst üste topladığımız zaman bahsettiğim sanatı elde edebiliyoruz.
Hayır!
Kestirme bir yolu falan yok!
Kolaya kaçmayın lütfen!
Biz zaten kolay ve zahmetsiz olandan kaçmaya çalışıyoruz.
Bizi bizimle çeliştirmeyin.
Sanatın muhaliflerine zikrettim bu ünlemleri.
Evet, motivasyon yanlılarından bahsediyorum.
Onlara asla ve asla fırsat vermeyeceğiz.
Menfi olana dair her ne varsa o olsun diye ovuşturdukları o kirli elleri boş çevirip dolsun diye çabalamayacağız.
Ben kendi adıma söz veriyorum.
Sizler de en kısa zamanda bu kitabı edinip okuyun ve siz de kendinize söz verin.
Anadolu tabiriyle ezcümle diyelim mi?
‘Caymak yok. Sözünden dönenin kaşığı kırılsın!’
Selâmetle…
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.