Erol Sunat

Erol Sunat

Bırakın kendinizi hoşgörüye

Bırakın kendinizi hoşgörüye

Mevlâna diyarında soğuk geçer aralık ayı. Bazı yıllar kar yağar, buzlanır caddeler sokaklar. Sis çöker. Ayaz yüzleri yakar geçer.

Hoşgörü şehridir Konya, hoşgörü ısıtır yürekleri…Gel çağrısına uyar dünyanın her tarafından insanlar.

Dünya çıkar gelir, koşar gelir aşkın kapısına, Mevlâna’ya…Birlik der koşar...Kardeşlik der koşar…Selam der koşar…Vefa der koşar…İhsan der koşar…İrfan der koşar…Dostluk der koşar…Vuslat der koşar…Muhabbet der koşar…Gel dedi geldim der koşar…

Ah hoşgörü ah…

Biz bu hoşgörüden alamadık mı nasibimizi?

Alamadıysak, vah bize, yazık bize…

Hoşgörü de sen olmaz ben olmaz, sizden olmaz bizden olmaz.

Hoşgörüde kalp konuşur, dil kalbe uyar. Zehir zemberek sözler, küfürden başka bir şey bilmeyen diller, uslanır, törpülenir, kibarlaşır, nezaket nedir bilir.

Hoşgörü dile hâkim olmaktır, kendine hâkim olmaktır. Haktan yana olmaktır, eğrileri, yanlışları doğrultarak, düzelterek, tebessüm ederek kırmadan dökmeden anlatmaktır, izah etmektir, ortaya koymaktır.

Hoşgörüde, küsme olmaz, kızma olmaz, kalp kırılmaz, acı söz söylenmez, yüzlerden tebessüm eksik edilmez. Kapılar kapanmaz…

Hoşgörünün şehrindeyseniz eğer, hoşgörü davacı olur yarın, gördüğü her hoşgörüsüzlükten.

O halde korkmayın, bırakın kendinizi hoşgörüye…

*****

Geçtim gülmekten, gülümsemekle bile aramıza mesafe koyduk, vazgeçtik gülmekten de yüz güldürmekten de…O yüzdendir ki, tebessümden iz yok, nişane yok yüzümüzde…

Neden yok? Niçin yok? Sevemedik mi birbirimizi?

Bu soru mazeretlere boğulup gitti, boğulduğundan haberi yok.

Yunus Emre, bundan sekiz yüz yıl önce…” Sevelim sevilelim dünya kimseye kalmaz” dedi…

Bilemedik…Göremedik…Anlayamadık…Aralara laflar girdi…Hasetler girdi…Fesatlar girdi…

“Yaratılanı hoş gör yaratandan ötürü” dedi…Aralara kıskançlar girdi…Yalancılar girdi…Ara bozanlar girdi…Huzurun huzursuz ettikleri girdi…

Her sözden, her bakıştan mana ve anlam çıkaranlar girdi…

Kırılan oldu…Gücenen oldu…Küsen oldu…Küslüğü ölünceye kadar sürdüren oldu.

Küslük sebebi unutuldu, lakin küslük bir türlü barışmayla tanışamadı.

Barışmaya yanaşamadı…Kibir diretti ayağını, gurur nefsime ağır gelir diye tutturdu.

Hoşgörüsüz insanlar, bir araya gelinmesin, gelemesinler diye fitne ateşleri yaktı, iftiralar, tuzaklar, bin bir türlü oyunlar, hileler, entrikalar icat etti. Ayırdılar bizi…Ne vebalden çekindiler ne günahtan…

Hoşgörü bizden koptu, biz hoşgörüden.

*****

Hoşgörüye açılan kapıların neden kapandığını, neden kapatıldığının hakikatini, ölüm döşeklerinde giderayak yapılan itiraflardan öğrendi birçok insan…

Bazıları eteklerine topladıkları ne kadar taş varsa, döktüler öyle gittiler.

Bazıları konuşmak isteseler de konuşamadılar.

Düğümlendi kelimeler, cümleler.

Belli belirsiz birkaç isim çıktı ağızlarından.

Anlayan lafın nereye varacağını anladı. Bazıları şu gelsin, bu gelsin bulun, çağırın dedi gözleri yaşlı. Gelemez dedi etrafındakiler, isteseler de gelemezler artık. Gittiler, bu dünyadan ayrıldılar. O çağıranlar helalleşecek muhatap dahi bulamadı.

Helalleşemedi.

Ahlar, feryatlar, söylenemeyenler hasılı her şey ruz-i mahşere kaldı.

*****

Vuslatı dilinde gezdirenlerin en büyük korkusu ve endişesiydi vuslat.

Ya gelinirse ya buluşulursa ya kavuşulursa diye…

Vuslat gerçekleştiğinde kıyamet kopmadı…Kavga çıkmadı. Münakaşa edene hatta sesini yükseltene dahi rastlanmadı. Ortalığa, sükûn ve hakikat hâkim oldu. Güllük gülistanlık oldu dağ taş…

Burada kırk yıldır çiçek açmadı, bülbül ötmedi, tek bir ot dahi bitmedi denen her yer çayır çimen oldu. Güller, nergisler, leylaklar, menekşeler, laleler açtı. Gelincik tarlasına, papatya tarlasına döndü her yer.

Bülbüller şakımaya başladı, vuslat aşkına.

Vuslata başka pencerelerden bakanlar, vuslatla ya hiç tanışmamışlardı ya da hiç buluşmamışlardı. Dahası hiç bırakmamışlardı kendilerini hoşgörüye…

*****

Hoşgörü, sevgiye ve vuslata açılan pencere.

O sırra ermenin ilk adımı.

Eşiği.

Hoşgörünün vardığı o kapı, aşkın kapısı, gönül kapısı…

Sevginin ve vuslatın sırrına ermeden ne Leylayı anlayabilirsiniz ne Mecnunu.

Ne Şirini anlayabilirsiniz ne Ferhat’ı.

Ne Kerem’i anlayabilirsiniz ne Aslı’yı.

Ne Tahir’i anlayabilirsiniz ne de Zühre’yi…Ve tabi ki Mevlâna’yı da...

Vuslat, aşkın merkezine sevgi ve hoşgörüyle yapılan bir yolculuktur.

Sevgi ve Hoşgörü yoksa o yola çıkanda, daha işin başında yol kabul etmez o sevgisizi o hoşgörüsüzü…

*****

Bu şehirde ne aşk kaybolur ne aşık…Ne sevgi kaybolur ne sevda…

Türbe önünden, Hak aşkıyla, “gel” diye, “yine gel” diye çağrı yapar yüzyıllardır Mevlâna…

Bu şehirde haldaş olunur…Bu şehirde sırdaş olunur…Bu şehirde kardeş olunur…

Bir olunur…Birlik olunur…Dost olunur…Arkadaş olunur…

Hoşgörüyü arayan burada bulur…

Aralık ayının aralık bıraktığı, hiçbir zaman kapatmadığı o kapı dilerim hiç kapanmasın…

Yeter ki barış gibi vuslat gibi olsun iki kanadın…

Bu şehir Konya…Bu şehir Enbiyalar ve Evliyalar şehri. Bu şehir Diyar-ı Mevlâna…

Bırakın kendinizi hoşgörüye…Bırakın, bırakın ki, hoşgörü kesilin tepeden tırnağa…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Erol Sunat Arşivi
SON YAZILAR