Erol Sunat

Erol Sunat

Yarım elma…

Yarım elma…

Halimizi soran yoksa, gönlümüzü alan yoksa, kapımızı açan yoksa, bil ki küser gider gönül.

Gönül gerilmeye gelmez… Zorlamaya da gelmez…Hırpalanmaya kalkılırsa yollar ayrılır.

Bir zamanlar o kendiliğinden koşup gelenler, kendiliğinden sevdiklerinin ardına takılıp gidenler, vazgeçer bir anda…

Sevmek denen o nazlı gülü incitmişseniz eğer, görmezden gelmişseniz, bir zamanlar yanından ayrılmadıklarınızı yarı yollarda bırakmışsanız, aramayıp, sormamışsanız, selamını almamışsanız, küser gönül…

Önce içine atar…Sonra o içine attığı battıkça batar…Yaralar kanar…

Yarım elma gönül alma gibi bir güzellik dahi unutulmuşsa, gönül kırıldıkça kırılmışsa, geçmiş olsun derler…Kaybettiğin o gönül bildiklerine benzemez…

Zorla güzellik olur mu?

Dökme suyla değirmen döner dönmesine de, zorla güzellik imkansız, hatta daha da ötesi…

Demişlerdi ki, derdinizi biliyoruz, haberimiz var, elbet farkındayız…

Dur… az sabret…olmazsa biraz daha…

Gönlümüzden geçen bu değildi…

Ya neydi?

Keşke söylenseydi…

Hz. Mevlânâ, “Gönül, gönül verilerek alınır” demiş yüzyıllar ötesinden…

Gönül veren var mı? Ya gönül alan? Hatır soran? Kapınızı çalan, telefonunuza bakan?

*****

Hz. Mevlânâ diyor ki, “Ey can; kimseyi kırma. Sözden ağırı yoktur. Beden çok yükü kaldırır amma, gönül her sözü kaldırmaz.”

Bizi sözler kırdı…Anlayışsızlık kırdı…Yalnız bırakılmak kırdı…Unutulmak kırdı…Hatırlanmamak kırdı…Yok sayılmak kırdı…

Bir de ağır sözler sıralandı ki…

Kimi alaya varan…Kimi baştan savan…Kimi oyalayan…Kimi hiçe sayan…Kimi niçin geldin diyen…

Kimi, beni bundan böyle meşgul etme anlamı taşıyan…Kimi kim çağırdı da geldin diyen…

Gönül hangi birini kaldırsın?

Hangisini görmezden, hangisini duymazdan gelsin…

Bizim gönlümüz seven gönül oldu hep…

Fedakâr…Sabırlı…Hoşgörülü…

Yarım elma gönül alma babındaki yaklaşımlara dahi razı…

Bu hal, bu ahval görülemediyse, bilinemediyse, ıskalandıysa, ne mi yapar gönül?

Alır başını gider…

Hani o gemileri yaktık diyenler var ya…Göstere göstere yaktım gemileri diyenler, gemi yakmayı reklam edenler. Onlar bilmez, gönlün gemileri nasıl yaktığını…Gönül gemileri yakarsa, bir kendi bilir, bir de onu yaratan…Gemi yanar, gönül kopar gider o limandan. Herkes onu hâlâ o limanda sanır.

Gözlere bakmasını, sözlere bakmasını, kalplere bakmasını bilmiyorsanız, nerden bileceksiniz gönlün çoktan elveda dediğini…

*****

Biz zaten duygusal… Bir hayli alıngan…Üstelik, kırılgan bir milletiz.

Kendimizi bildik bileli… Bam telimize dokunan olur… Akordumuzu bozmaya kalkan olur… Yüzümüze gülüp, sırtımızı sıvazlayan olur. Asıl amacını ve fikrini saklamaya kalkan olur…Olur da olur…

İnsanız beşeriz, düşeriz şaşarız, eninde sonunda gerçek neyse anlarız…

Güvendiğimiz dağlara yağan karları neden görmeyelim…

Ara ara, o yağan karları, o dağlarla bir başına bıraktığımızı unutanlar olabilir…

Vefayı severiz, vefasızlığı asla…

Kim kimi yolda kor, kim kimi yarı yolda bırakır, kimin hesabına ne gelir ne gelmez?

Nihayetinde kulun hesabı…

Kimin hesabı şaşmaz?

Mevla’nın…

Biz kalbi kırılmış insanlarız. Bu kalp öyle bir kırık ki…Ne imarı yapılmış…Ne tamiri…

Ne de hoşgörüyle bir yaklaşım söz konusu…En sevdiğimiz, en güvendiğimiz bize bir yanlış yaparsa onunla yollarımızı ayırırız. Selamı sabahı keseriz. Kırgınlığımızı belli etmekten ve dile getirmekten çekinmeyiz.

Bugünlerde öyle bir kırgınlık döneminden geçiyoruz ki, bu kırgınlığın ne imarı var ne tamiri ne de hoşgörüsü!

*****

Yarım elma gönül alma dedik, dilimizden düşürmedik. Lakin kenarından dahi geçmedik, geçemedik. Kalp kırdık, gönül yıktık sağımıza solumuza bakmadık. Ne ikaz dinledik ne de büyüklerin kulaklara küpe olan sözlerini.

Sevgiler yarım kaldı…Sözler yarım yamalak…Sevemedik, hoş göremedik kimseyi. Kırdık geçirdik önümüze kim çıktıysa…

Oysa ne demişti Yunus?

“Bir kez gönül yıktın ise / Bu kıldığın namaz değil / yetmiş iki millet dahi / Elin yüzün yumaz değil”

Neden yumuşamaz kalplerimiz?

O taşlaşmış kalplerin taş tarafı taş kaldı gitti, taşa döndüğünü anlayamadılar Ramazan gecelerinde, Kadir gecesinde, Bayram günlerinde?

Yine Yunus ne demişti?

“Sevelim, sevilelim dünya kimseye kalmaz”

Fani dünya, yalan dünya kime kaldı ki, taş kalplilere kalacak?

*****

Bu kadar mı zor yarım elma, gönül alma?

Biz zaten içli bir milletiz…

Ne varsa atmışız içimize…

Kim ne dese dokunur kalbimize…

Gönül umduğuna küser demişler…

Hiç küsmeyecek, küsemeyecek insanları küstürmüşler…

Kimimizin kalbi tekler…

Kimimizde hiper tansiyon, kimimizde şeker…

Tekmili birden tebelleş olmuş kronik rahatsızlıkların…

Kalbimiz kırık…

Hem de az uz değil…

Ah edenin, feryat edenin arşa yükselen sesleri duyulmaz mı sanırsınız?

Bu dünyanın öbür tarafı da var.

*****

Gönül kırmak kolay, gönülleri tarumar etmek kolay, viran eylemek kolay, bir gönüle girmek kolay değil. Anadolu’da öyle hoş, öyle güzel gönül kapıları var ki…

Mevlânâ’nın, Yunus’un, Hacı Bektaş-ı Velinin, Emir Sultan’ın, Somuncu Babanın, Hacı Bayram-ı Velinin kapısına varın bir hele…

Yunus Emre diyor ki. “Hepisinden iyice / Bir gönüle girmektir.”

Yalandan dahi gönül alamamışsanız, yarım elma gönül alma diyememişseniz, dokunamamışsanız kırdığınız gönüllere, hâlâ da niyetiniz yoksa, ne diyelim, ne söyleyelim…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Erol Sunat Arşivi
SON YAZILAR