Kültürel iktidar meselesi
Edebiyat, kültür ve sanat dergilerinin kimini basılı olarak, kimini ise e-dergi marifetiyle temin eder; yanı sıra yazan çizenlerle oturup kalkmaya dair her fırsatı değerlendirmeye/istifade etmeye çalışırım. Bu şekilde okuma ve yazma aleminde olan bitene farklı cepheleriyle vakıfım diyebilirim. Bu tavrın da desteğiyle ülkemizde bir kültürel iktidar değil, kültürel hegomanya sorunu olduğunu savunuyor ve yazılarımda dillendiriyorum, epeydir. Ulaştığım neticelere gerek kurumlar, gerekse şahıslar boyutunda pek çok örnek verilebilirim. Üstüne üstlük karşı zihniyete/ideolojiye karşı değil, kendi içinde örtülü bir rekabetten, kendinden olanı görmeme minvalinde de... Yazdığım her şeyin benim düşüncelerim olduğunu, katılıp katılmamakta özgür olduğunuzu belirtmeye gerek yok elbette. Dinlerim, üzerinde düşünürüm; yanlışım varsa düzeltirim, haklıysam karşı tarafın itirazları üzerinden bir savunma ve ikna mekanizması geliştiririm.
Her türlü kârdayım anlayacağınız!..
&&&
Cumhuriyet Kitap, Notos, Varlık, Kitaplık, Sözcükler, T24 gibi süreli yayınlara baktığınız zaman kendi çizgisindeki yayınevlerine ayrım gözetmeksizin yer verdiklerini, yeni çıkan kitaplarını tanıttıklarını, yazarlarını gündeme taşıdıklarını görürsünüz. Yani bu mecralarda Metis’e yer vereyim de Can’a yer vermeyeyim; Ayrıntı’ya çok yer ayırayım da Kırmızı Kedi’yi görmezden geleyim vb. gibi durumlar ya yoktur ya da nadirattandır. Birbirlerinin metinlerinden/eserlerinden/icraatlarından bahsettikleri zamanlarda, değerlendirme ve eleştiri yazılarında da bir ayar verme, uyarma durumuyla karşılaşmazsınız: “Roman/hikâye gibi kurgu eserlerimizde ve metinlerimizde alkole, özgürlüğe, konformizme yer vermeyi abartmıyor muyuz arkadaşlar, kutsallara saldırıp durmakla/saygı duymamakla ayıp etmiyor muyuz, hani düşünceye, tercihlere ve yaşam şekillerine saygılı olmak çağdaşlığın(!) en temel kuralıydı; yahut hep aynı şeylere ve kişilere/klişelere takılıp kalıyorsunuz ve farklı bakış açılarının olabileceğini hiç aklınıza getirmiyorsunuz” gibi yerinde ve haklı ikazların yer almadığını da görürsünüz. Dediğim gibi nadirattan birkaç kişisel takılma vakası müstesna. Bunların tavırlarına, takıntılarına ve prensiplerine baktığımızda edindiğimiz intiba; meseleleri ve icraatları şahsî görmekten ziyade, dava şuuru ve bilinci ile hareket ettikleri şeklindedir. Diğer kesime düşense bu vakalara şahitlik etmek, ağız ayırıp hayranlık duymak, karşı tarafı gözünde büyütmek, kendini dipte görmek, geri kalan hemen her fırsatta da didişmek, aşağılık kompleksi cereyanlarına kapılmaktır.
&&&
Hükümlerimizi somutlaştıralım… Düzenli takip ettiğim dergilerden biri de Sabitfikir’dir. Hani şu Küçük İskender öldüğünde; “dergiye emeği geçtiği halde bir iki satır dahi olsa anmadınız” tezviratlarıyla Sabitfikir’in dümenindeki (halen dümende) Mustafa Akar’a demediklerini bırakmadıkları dergi. Sonrasında ne oldu, Sabitfikir nasıl bir çizgi tercih etti dersiniz? Tıpkı şu an elimdeki kasım ayı Sabitfikir’indeki gibi bir yolu tercih ettiler. Sayfaları tek tek çevirelim. Bakalım en çok hangi yayınevlerine yer verilmiş, gündeme taşınmış, değerlendirilmiş görelim…
Baş tarafta ‘Haberler’ ve ‘’Vitrindekiler’ köşeleri yer alıyor. ‘Haberler’de sinema ve ‘caz’a dair birer haber, Sezai Karakoç ve Cemal Süreya’yı hatırlatan bir haber, Memet Baydur ve yayıncısı Kırmızı Kedi, Natama dergisi, şiir sohbeti ve kuşlar kitabı gibi haberler var. Kısa kitap tanıtımlarına yer verilen ‘Vitrindekiler’de tanıtılan sekiz kitabın yayıncıları Everest, Yeditepe, Metis, Sahi, Olvido, İletişim, Siren ve Hayy Kitap.
Sayfaları çevirmeye devam ediyorum… Başta sona doğru, sırayla dergi yazarlarını ve değerlendirdikleri kitapların yayınevleri şu şekilde; Hümeyra Yabar- Al Baraka, Onur Atay- Epsilon, Cem Tunçer- Ayrıksı, Ayşe Aydoğan- Notos, Gülenay Börekçi- İş Bankası, Cem Altınışık- İthaki, Güven Adıgüzel-Ataç, Hakkı Özdemir-İletişim, Mehmet Deniz Öcal-Sel, İbrahim Varelci ve Duygu Karslı-YKY, Mustafa Uçurum-İz, Betül Nurata-Loras, Kerem Görkem-Sia… Ketebe’den, Dergâh’tan, Ötüken’den vd. yeni ve bahsedilmeye değer bir kitap çıkmamış(!) anlayacağınız. Hadi diğerlerini bir şekilde geçmiş olalım de şu an ülkemizin en geniş konu yelpazesinde yerli ve yabancı nitelikli kitapları art arda yayınlayan Ketebe’den, Türkçe üzerine hacimli iki kitabı birden Ketebe’den çıkan Mertol Tulum hocadan, Savaş Ş. Barkçin’in Mecra’dan yeni çıkan ‘Çağrışımlar’ından nasıl olur da okuru haberdar etmezsiniz, sayfalarınıza taşımazsınız da bir çizgi romanı yahut fantastiği, bir moda akım parodisini daha önemli bulup sayfa sayfa bonkörlük edersiniz? Bahsettiğim türleri küçümsediğim zannedilmesin, derdim iyi anlaşılsın, lütfen. ‘Onca kitap yayınlanıyor, hangi birini yayınlayalım’ diye bir savunmanız olursa ben de derim ki, her ne hikmetse sayfalarınıza taşıdığınız yayınevlerinin neredeyse hepsi sol ideolojinin unsurları. Aynı emellere, benzer dava çizgisine sahip olduğunu düşündüklerimiz pek yok. Bu ne iş abiler!
Sadece Sabitfikir’i hatırlamayalım, öne sürmeyelim bu meselede… Dünden bugüne hafızayı yokladığımızda; Hece Öykü’nün Selahattin Demirtaş güzellemelerini, bu ayın Edebiyat Ortamı’nda Enis Batur dosyasını da bir hatırlayalım ve düşünelim. Küçük bir araştırmayla misaller çoğaltılabilir, bu örnekleri kâfi görüyorum, geçelim.
Cumhuriyet Kitap’ta, Notos’ta ve benzer çizgide başka bir dergide soldan çok sağ ve milliyetçi kesime, misal; Ketebe’nin, Dergâh’ın, Turkuvaz ve Muhit’in, Ötüken’in vd. yayınlarının tanıtıldığını; hadi rahmetli olanlarını geçtik yaşayanlardan bir Arif Ay, İhsan Fazlıoğlu, Savaş Ş. Barkçın vd. için dosya, kısa da olsa bir metin yayınlandığını görebilir misiniz? Farklı örnekler de vereyim… Meselâ, onlardan bir ismin ‘bir imza gününe gittim, beni gören Rasim Özdenören (meselâ) hemen ayağa kalkıp ‘bakın öyküyü en iyi bilenlerden biri bu arkadaş, ne soracaksanız ona da sorabilir, danışabilirsiniz’ dediğini düşünebilir misiniz? Ya da ‘bizim gençler onların Ketebe’sinden, Dergâh’ından kitaplar satın alıp koltuklarının altında taşıyorlar ama onlar bizim yazarları ve kitaplarını görmezden geliyor’ dediklerine hiç şahit oldunuz mu? Daha çok örnek verebilirim benzer şekilde, hadi bir örnek daha verip bitireyim. Onlardan birinin kendilerince önemli buldukları bir isim tarafından telefonla arandığını, dakikalarca konuştuklarını, kendisini övdüğünü, bunu söyleyince birilerinin kıskanıp çatlayacaklarını paylaşması şahit olacağımız bir şey mi? Onlar yapmadı yapmaz da ama bizimkiler yapar; verdiğim örneklerin müsebbibleri sağın en gözde en tanınmış isimlerinden, hepsi bizatihi olmuş ve gerçek…
Öte yandan bir düşünsenize aynı çizgide ve düşüncede olduklarını düşündüğümüz ama her ne hikmetse birbirlerini görmeyen Ketebe, Turkuaz gibi yayınevleri birbirlerine destek olarak, fikir birliği ederek daha güzel projelerle bizleri buluşturabilirler, daha geniş çevrelerin istifade etmelerini sağlayabilirlerdi. Bu mahrum kalma detayı da can yakıcı değil mi? Aşağılık kompleksi denilen girdapta, kendini görmezden gelip yokmuş gibi davranan karşı tarafı zikrederken, hatırlayıp hatırlatırken yol arkadaşlarına sırt çevirmenin hesabı kitabı n’ola acep? Bu durum sadece yayınevleri boyutunda değil, yazarlar bağlamında da örneklerine sıkça rastlanan bir durumdur.
Anlattıklarımı ‘Tanzimat’la beraber Batıya yüzünü dönen ve onlara ait her şeyi seçmeden ve üzerinde yeterince düşünmeden alan, adeta Batı Batı diye ölüp bitenlerin psikolojisine benzetebiliriz. Onlar da Batıyı gözlerinde öyle büyüttüler, onlara yaranmaya çalıştılar ki hakikatte ne olduklarını, davalarını, değerlerini, mazilerinin büyüklüğünü unuttular. Savaş Ş. Barkçin hocadan mülhem koma halinde, komadan uyanan bir kişinin aklına ilk gelen ‘neredeyim ben, ne oldu bana?’ minvalindeki sorulardır. Komada yaşadılar, bizdeki koma hali de devam ediyor. “İktidardayız ama kültür ve eğitimde iktidar nasıl olur da onlarda olur?’ sitayişlerinin cevabı da çözümü de buralarda aranmalıdır.
İşin Türkçeyi doğru kullanma ve kelime tercihleri boyutuna gir(e)medim daha. Bir başka yazıya diyelim…
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.