Üniversiteler yozlaştırılıyor
Yapılan bir araştırmaya göre üniversite öğrencilerinin %64’ü hocalarının ders anlatımını işlevsiz, derslerini ise verimsiz buluyor.
Bu durum çok öncelerden beri bildiğimiz bir şeydi aslında.
Sadece ve sadece resmiyet kazanmış oldu.
Böylesi haber ve araştırmalarla karşılaştığım da canımın çok acıdığını hissediyorum ve adeta içim sızlıyor.
Zira üniversite dediğimiz çatı, bir şehrin ufuk yoğurucusu ve dahi ruh üfleyicisidir.
Hatta ve hatta medeniyet yapıcıdır.
Bilimde otorite kişi değil, yöntemdir ilkesinin fikir babasıdır.
‘Birinci dünya: madde alemi
İkinci dünya: duygu ve düşünce alemi
Üçüncü dünya: birinci ve ikinci dünyanın kaynaşması sonucu ortaya çıkan ürünlerdir.’ kıvamındaki matematiğin açıklayıcısı konumundadır.
Hâl böyleyken üniversiteleri sektörleştirip, şirketleştirip, aile ve akraba bloğu haline getirmek niye?
Nesil ve kuşak zenginliğini ucuz ve pejmürde hesaplara eklemleme gayretinin sebebi nedir?
Yaş gruplarını alfabetik ayrıştırmaya tabi tutarak ve dahi insanı kendine yabancılaştırarak neyin var olması isteniyor?
Fıtrat ve mizacın yok sayıldığı, yeteneğin ve arzunun görmezden gelindiği ortamda yeşillenmesini beklediğimiz şey tam olarak nereye denk düşer?
İç genişliği ve dış bolluğu dediğimiz o bütünlüğü zedelediğimizde yıllar sonrasını nasıl tasvir edebiliriz?
Yanlış mı düşünüyorum dostlar?
Yahu adam profesör olmuş kendi üniversite öğrenciliği dönemindeki profesörün kaynaklarını ve ders notlarını derlemeden, tasnif etmeden ve amaca hizmet etmeyen malumat kırıntılarını görmezden gelerek öğrencinin önüne koyuyor.
Sonra da lisansüstü eğittim gören öğrenciler zayıf, bu öğrenciler neden mesafe kat edemiyor?
Güzel kardeşim sen bu öğrenciye lisans döneminde ne verdin ki bir tık üstünde yani lisansüstü eğitimde yaldızlı bir başarı bekliyorsun?
Biraz klişe olacak ama; temel yok kat çıkmaya çalışıyorsun.
Elifi görseler mertek derler ama gel gör ki isimlerinin önünde unvan var.
Geçenlerde bir psikolog tanıdığımla bu araştırmayı biraz tartıştık ve bana şunları söyledi:
‘Sadık biz her zaman olduğu gibi işin sonunu değerlendiriyoruz. Yapmamız gereken işin en başına yönelmek ve eğilmek olmalı. Sonrasında ise değerlendirme safhası.
Örneğin bir çocuk ne zaman eğitilir?
Daha anne rahmine düşmeden.
Yani anne-baba çocuk sahibi olmadan önceki davranışlarını, alışkanlıklarını, tutumlarını, okuduğu şeyleri, gezdiği yerleri şöyle bir çek etse daha kıymetli ve isabetli bir süreç gelişir.
Akademik camiada da durum aynı şekilde işler.
Daha akademisyen olmadan önce yani daha niyetini almadan önce yukarıda bahsettiğimiz silsileyi şöyle bir gözden geçirse benden akademisyen olur mu olmaz mı sorusu hemen cevabını bulur.
Ama ne yazık ki bu hususta sadra şifa hiçbir adım yok.’
Aklın yolu bir. Ben de aynen bu şekilde düşünüyordum ki hocam duygu ve düşüncelerime tercüman oldu.
Bu bağlamda Büyük Mütefekkir Nurettin Topçu’ya da kulak verelim. Düşünceleri yazımıza renk katıp ışık tutacak cinsten zira:
“Milli bünyemizin derinlerine işleyen dertlerden biri de üniversite meselesidir. Otuz yedi sene evvel eski Darülfünun’u lağvederek büyük vaatlerle açılan üniversite, gömüldüğü Darülfünun’a nazaran her bakımdan daha gerilemiş durumdadır. Bugünkü parlak yapılarının örttüğü iç yüzü, çalışmaları ve eseri göz önünde tutulunca, ilk açılış nutkunu yapan rektörün ağzı ile Süleymaniye külliyesinin devamı olduğu ifade edilen bu müessesenin Darülfünun’dan yüz sene, Süleymaniye külliyesinden dört yüz sene daha geride olduğu görülecektir. Bu gerilik ilim, ahlak ve hukuk alanlarında da göze çarpmaktadır.”
“İlim alanında üniversite, asrın ilim hayatına bir eser, bir fikir, yeni bir görüş katmadığı gibi, yaptığı neşriyat çok kere en basit ve iptidai bilgilerin dışına taşmamakta ve bunların yazarları bazen Türk dilini dosdoğru kullanma nasibinden de mahrum bulunmaktadır”
Evet dostlar,
Daha uç noktada isabetli bir düşünce kalıbı varsa buyurun ekleyin.
Ben bu yazıya bunu uygun gördüm ve ekledim.
Ötesi yoktur fikriyle bunu yaptım.
Selâmetle…
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.