Yazar ne yazar?
Yaşadığımız dönem itibariyle kendine yazar yakıştırması yapan herkes bir şeyler yazıp çiziyor.
Eline kalemi alıp kâğıdın üstüne abanmayı bu işin olmazsa olmazı addedenlerin sayısı azımsanmayacak kadar fazla.
Ya da klavyenin başına oturup parmaklarla tuşları buluşturmayı maharet zannedenler neredeyse bir ülke nüfusuna denk düşecek durumda.
Elbette birçok kişi lokal ya da global, özel ya da genel konu renkliliğini ele alıp duygu düşüncelerini yazılı olarak beyan edebilir.
Bendenizin dikkat çekmek istediği nokta, yazı yazma güdüsünün ne olduğu ve insan da nasıl bir yerde konumlandığı.
Okuyan da tesirli olmayacaksa, hayatında ters giden bir şeyi ya da birçok şeyi düzetmeyecekse yazı yazdım demenin ne anlamı var?
Magazinsel malzemeleri tutkal gibi kullanıp ve üstüne üstlük yazıyı da bu duruma aracı kılıp insanların tanelik yaşamlarına ‘press’ yapmanın bir kıymeti var mı?
Sorarım size Dilan Polat denen kişinin aylık kazancını bu ülke vatandaşlarından herhangi biri öğrenince o kişinin genel kültürü artıp, kültür seviyesi Allahu Ekber dağlarına mı tırmanacak?
Kıvanç Tatlıtuğ’un oyunculuğu mukabilinde aldığı maaş bizim hayata olan bakış açımızı genişletip, ufkumuzu mu açacak?
Sözüm ona yazarım diyen marka kalem düşkünleri, bu mevzuuları köşe yazısı diye bizlerin önüne mütemadiyen ısıtıp ısıtıp koyuyor.
O gün Ahmet olur yarın Mehmet hiç fark etmez.
Onlar için malzeme asla tükenmez.
Şimdi diyeceksiniz ki kardeşim sen ne ayaksın, kendini teraziye koyup hiç tarttın mı?
Elbette kendimi sıklıkla tartmaya çalışıyorum.
Elimden geldiğince iğneyi kendime batırmaya gayret ediyorum.
Çalakalem yazılar yazmamak, okurlarımın zihnini iğdiş etmemek, yazının başına oturdukları vakit, bana ayırdıkları o vakti bereketlendirmek için uğraşıyorum.
Bugün de böyle oluversin demeden yazıyı yazıp demleme sürecine bırakıyor yani yazıyı birkaç gün dinlendiriyor sonrasında dal budak temizliği yapıyorum.
Ve ardından değerlendirmeyi sizlere bırakıyorum.
Tabii bu duruma gelebilmek için önce bol bol okumalar yapıyorum.
Sizlerin de malûmudur okumadan kastım sadece kitap okumaları değil.
Rüştünü ispat etmiş köşe yazarlarının yazılarından bahsediyorum.
Birkaç ismi örnek verecek olursam;
Serdar Arseven, Ufuk Coşkun, İsmet Emre, Saliha Erdim, Zeki Bulduk, Fuat Uğur, Soner Yalçın, İlhami Fındıkçı, Burhanettin Duran, Yusuf Kaplan, İsmail Kılıçarslan, Haşmet Babaoğlu, Hasan Basri Yalçın, Turgay Güler, Emin Pazarcı, Hikmet Genç, Zafer Şahin, Taceddin Kutay, Abdulkadir Selvi, Deniz Zeyrek, Yasin Aktay, Mahfi Eğilmez, Hakan Kara gibi isimleri örnek gösterebilirim.
Bahsettiğim isimlerin birkaç yazısı değil elbette.
Sıkı bir okuma çizelgesi köşe yazısı ve yazarı kalıbına sizleri de dahil edecektir.
Birkaç gün önce bir yerde köşe yazarlığı kursu diye bir afiş gördüm ve katıla katıla güldüm.
İş buralara kadar gelmiş yani!
Kardeşim bir insan da okuma alışkanlığı ve yazma isteği yoksa siz o insana zorla bir şeyleri aşılayamazsınız.
Dökme suyuyla değirmen mi döner?
İstek ve arzuya binaen bir motivasyon oluşturmaksa gaye bir nebze anlaşılabilir.
Ama aksi akla zarar.
Düşünmek bile istemiyorum.
Hakkı olmayan, haddi olmayan, gerçek olmayan hevesler ve hayaller hayatı geçirmek için yeterli değil maalesef.
Arzu edilen ile elde edilen arasındaki mesafeye sabır derler ya.
Bunu göze alabilene ve göze aldıktan sonra uygulama makamına koyabilene eyvallah denmeli.
Öbür taraftan yapay, yanlış ve yanıltıcı zehre kendimizi teslim etmeyelim.
Zira bu işin sermayesi pohpohlanmak değildir.
Kimin sözü tam olarak hatırlayamayacağım ama güzel söz:
‘Ayna, herkese görünen beni, fakat bana içimdeki beni yansıtır.’
Aynamıza sahip çıkıp içimizdeki beni görme niyazıyla dostlar.
Selâmetle…
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.