ABDAL OĞLU VE YAZGISI
Bayram, altı çocuklu ailenin son erkek çocuğu olarak dünyaya geldi. Hayata gözlerini açtığı zaman anası al fistanlar içerisinde yanık Anadolu türküleri söylüyor, babası zurna çalıyor, abisi Hüseyin’se davul tokmaklıyordu. Ailenin kızları çamaşır yıkamak için ak çadırın yakınlarında bulunan dereye gitmişlerdi. Ailede dört kız iki erkek çocuk vardı.
Bayram biraz büyüdü, komşu çocuklarında bisiklet gördü, istedi; babasından ‘oğlum düğün mevsimi gelsin’ yanıtını aldı. Ayaklarındaki lastik ayakkabıyı bu bayram değiştireyim dedi yine düğün mevsiminin gelmesini bekledi. Beklediği düğün mevsiminde abisi ve babası düğünlere gitti, birkaç kuruş bahşiş aldı, o da yeni aldıkları kırmızı ford arabaya gitti. Ve bir türlü sıra gelmedi Bayram’ın makul isteklerine. O hep, yol kenarlarında bulduğu araba lastiğinin peşine takıldı yıllarca…
Nihayet ilkokul yılları başladı, keşke başlamaz olaydı o yıllar ne güzel kendi klanlarında görece mutlu bir şekilde yaşıyordu. Okul hayatı hepten mateme boğdu Bayram’ı; zira sınıfta yanına kimse oturmuyor, hatta onunla alay ediyorlardı. Yüzündeki doğuştan var olan ‘kara leke’ ona bu muamelelerin yapılması için yeterliydi. Hâlbuki o ne güzel müzik yapıyor ve şarkılar söylüyordu. Üstelik bir defa bile arkadaşlarına kötü bir söz söylememişti.
İlkokul bitti ama Bayram da bitti diyebilirim; birkaç kez müzik dersinde aferin almaktan başka hiç olumlu bir söz işitmedi ve nihayet boya kutusunu alıp, obasına katkı yapmak için ayakkabı boyamak istedi. Bu arada ailenin baba ve ağabey dışındaki tüm üyeleri hayıt kesmek ve sepet örmekle meşguldü. Normal vatandaş beşe boyuyorsa Bayram üçe boyadı fakat yine de insanlar hep mesafeli durdu, yaklaştırmak istemiyorlardı onu yakınlarına. Bazı günler kız kardeşleri ile birlikte gece kulüplerinin kapısında çiçek sattı, bazı günlerse asker uğurlamaya gelenlere davul çaldı ama kimseye yaranamadı. ‘Kara leke’ hep yüzünde sürülüydü onun.
Şehrin yakınlarında kurdukları beyaz çadırlardan gün doğunca dağılıp, gün batınca obada toplanıyorlardı. Kış kendini iyiden iyiye hissettiriyordu. Yakacak yoktu. Baba, yazın düğünlerini yaptıkları Tahtacı Musa adındaki adamdan odun bekliyordu, fakat o da gelmemişti henüz. Bayram’ın çocukken oynadığı araba lastiklerinden bir tanesi oracıkta yatıyordu; hemen onu yakıp ısınma fikri oluştu, isli misli olsa da ısıtmıştı onları.
Ertesi gün anneleri çocuklara ‘evde yemek yok’ herkes gözünü dört açıp karınlarını sağda solda doyurmalarını söyledi. Kimi komşusunun bulgur pilavına talim etti, kimisi sesini çıkaramayıp aç yattı. Baba ise yazın işlerin iyi gideceğinden söz ediyor, kış düğünlerinin davulsuz zurnasız yapıldığına gem vuruyordu. Yani çocuklara yaz gelinceye kadar aş yoktu. Hüseyin birkaç gün kırmızı ford pikapla iyi kâğıt topladı, bir ay kadar o götürdü derken tam zemherinin ortasında aç kaldı sekiz can…
Ve Bayram ilk kez hırsızlık yapmayı düşündü, git geller kafasında. Ve gecenin karanlığına inat doğan ayın şavkında obanın yakınında bulunan bir komşunun tavuklarını çalmaya karar verdi. Saat gece 03 sularıydı. Bayram bir taraftan kendisini affetmesi için Hz. Ali’ye, yüce yaradana yalvarırken bir yandan da kümese yaklaşıyordu. Aslında bu işi hiç de yapmak istemiyordu. Kümes, tavuklarla doluydu tavuk seslerinden anlaşıldığına göre. Ne olacaksa olsun dedi Bayram, zira dört tane kız kardeşi kaç gündür aç yatıyordu. Nihayet, kümese dalıp tavuğun birinin ayağından yakalayan Bayram, büyük bir gürültüye sebebiyet vermesiyle birlikte mahallelinin başka zamanlarda hiç olmadığı kadar hızlı bir organizasyonu sonucunda yakalandı. Üstelik bir araba dayak yedi tavuktan bir parça yiyemeden…
Bu ve benzeri olaylar bölgede çokça duyulur olmuştu. Bir üst akıl bu olayların sebeplerini sorguladı ve Abdalların uygun bir işte çalıştırılması konusunda karar verildi. Ağabey Hüseyin ve baba Dursun’a belediyede onların yapabilecekleri uygun bir iş bulundu. Sadece Dursun’un obasından değil, her aileden en az bir erkek için iş ayarlamıştı belediye. Yöre halkı ise kenara çekilip olayları izledi gizliden…
Aradan birkaç yıl geçmiş hem Abdallar yöre halkıyla kaynaşmış hem de tatsız olaylar sona ermişti. Kurban bayramında kurbanını kesen, Ramazan bayramında şeker dağıtan bir topluluk olmuştu onlar; taa ki bir başka üst akıl gelip onları tekrar ‘yüzlerindeki kara leke’ ile baş başa bırakıncaya kadar…
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.