Çünkü dedesi yetiştirmiş
Yollardayım. Yanımda oldukça genç ve sempatik, 20 li yaşlarda olduğunu tahmin ettiğim biri.
Güler mi güler yüzlü. Bembeyaz yüzünden okunan, kalbinin, ruhunun ve düşüncelerinin de yüzü ve ruhu gibi ak ve pak olduğudur.
Yanımdaki koltuğa o benden önce oturmuş, yeri cam kenarı, iki kişilik koltuktan benim ki koridor.
Ben yerleştikten sonra önce o selam veriyor, “merhaba amca”, dedikten sonra karşılığını da aynı şekilde alıyor.
Hiç de gücenmiyorum “amca” sözüne. Aslında ona göre “dede” de denilebilecek yaşa geldik, artık.
Normalde yerim koridor olduğu halde direk “bey amca, isterseniz cam kenarına da oturabilirsiniz, yerimi rahatlıkla değiştirebilirim”.
Bu sefer bey amca oluyorum. Ne kadar da kibar ve nazik bir tavır, oldukça da rahat. Özgüveni de oldukça fazla.
Bu zamanda bunları duymak, hele de bu zamanda ve bu yaşta birilerinden. Pek de kolay değil. Karşılığını da hak ettiği gibi alıyor “Eyvallah can delikanlı ancak, koridoru ben istedim”.
Bir süre susuyor, elinde bir şeylerle oynuyor. Evrakvari belgeleri oldukça itina ve düzgünlükte küçük çantasına yerleştiriyor. Sonra da camdan dışarıyı seyretmeye devam ediyor.
Beklenti içerisindeyim. Bundan sonraki söze o mu başlasa ben mi ? Özgüveni ve cesaretini de ölçmek için onun başlamasını bekliyorum.
Bir süre sonra uçağımız yukarı doğru tırmanıyor. Hava soğuk, çevrede yer yer kar kütleleri görülüyor, bir süre sonra belli ki bunları göremeyeceğiz.
Sabırsızlığı hareketlerinden okunuyor. Dayanamayıp, yarım dönerek “iyi kar yağmış değil mi?”.
Belli ki konuşmaya devam etmek istiyor. Ben de bu fırsatı kaçırmıyorum.
“Evet, bu sene karımız ve yağışımız oldukça iyi, delikanlı. Bereket olur, inşallah”.
“Evet, dedem de sizin gibi, ne zaman kar veya yağmur yağsa, bereket yağıyor, oğlum” derdi.
“Deden de benim gibi eskilerden olduğu için, söylemesi normal, deden hayatta mı, delikanlı?”
“Hayır, efendim, 2 sene önce kaybettik, beni kucağından hiç düşürmezdi, ben ilk torunu idim, Adım da Dedemin adı”. İçimden “Mevla’m rahmet eylesin, mekânı Cennet olsun: Âmin” diyorum.
Şu asalete bakar mısınız? Hayır’ı “efendim” ile bitiriyor. Sarılmamak için kendimi zor tutuyorum. Ne de kolaymış kibar, nazik, efendi, saygılı ve terbiyeli olmak. Bir söz bile tek başına özetliyor; efendim.
Diyemiyorum “evladım sen hangi zamanın çocuğusun veya ne zamandan kaldın”. Ailen seni fanus da mı büyüttü. Hiç mi toplum içine girmedin, bu nasıl bir hoş tavır; daha de neler.
Zamanımızın en çok ihtiyaç duyulan, hele de böyle “çocuk veya genç” dediğimiz kesimden beklenen tavırlar olması, inanılmaz geliyor. Değişik konuları tartışıyoruz, oldukça akıllı ve bilgili de.
1 saat kadar süren sohbetimiz anons ile sona eriyor; sayın yolcularımız, iniş için alçalmaya başlıyoruz. İşte sayını da bu, sevgilisi de bu, efendisi de bu; edebi, adabı, daha da çok şeyi bu delikanlıda.
İngiltere’de oluyor, hem de meşhur bir üniversitede, burslu. Orta halli bir ailenin çocuğu, beşkardeşin en büyüğü, diğerleri de aynı yolda, başarı belgeleriyle dolu.
En büyük başarısı insan, delikanlı, adam, efendi, saygılı, terbiyeli, edepli olması ve de bir beyefendi olacağıdır. Çünkü bir medrese de yetişen dedesi yetiştirmiş, bu delikanlıyı.
Ülkem senin gibilere muhtaç be aslanım, yolun ve bahtın açık olsun. Bizlere de ders olsun.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.