Makedonya-Üsküp-1 (Rumeli Anadolu, Anadolu Rumeli’dir)
Sabah erkenden otobüs ile yeni bir ülke Makedonya’ya, Üsküp’e doğru yola çıkıyoruz. Priştine Üsküp arası yaklaşık 80 km, yolculuk 1.5-2 saat sürüyor. Hava puslu, otobüs eski ve yavaş, yollar karlı. Şehrin çıkışında 20 km kadar yol boyu yeni sanayi tesisleri inşa ediliyor. İçlerinde tanıdık markalar da var.
Güneye doğru. Dağlarla çevrili muazzam bir ova, Kosova Ovasına akıyoruz. Yükselen minareleri ile sanki Anadolu köylerindeyiz. Bazı köylerde farklı yerlerde 2-3 minare görülüyor, yeni yanan soba dumanları arasından güneş ışıklarını yeni salıyor. Otobüste 20 kadar kişi var. Yolda inen binenler olsa da sayı pek değişmiyor. Yolcuların çoğu yerli. Konuşmalarımızdan Türkiye Türkü olduğumuzu anlayan yan koltuktaki yaşlı bayan bize sempatiyle bakıyor, gülümsüyor, Rumeli şivesiyle “nasılsınız” diyor. Türkçesi çok iyi olmasa da anlayacağımız kadarıyla Türkiye hakkında bazı sorular soruyor. Aldığı cevaplarla da memnuniyetini ve sevincini belirterek ülkeme dualarla selamlarını gönderiyor.
İlerledikçe karla beraber dağlar da yükseliyor. Anadolu usulü iskân tepe yamaçlarında daha fazla. Yer yer çift ve kaliteli yollardan geçiyoruz. Üsküp’e yaklaştıkça dağlar daha da yükseliyor. Yağmur ve kar sularıyla çağlayan dereleri köprülerle aşıyoruz, karşımıza levhasında Elez Han yazan bir yer çıkıyor. Osmanlı dan kalma bir merkez olduğu yamalarda dağılmış birçok minarelerden anlaşılıyor. Elez Han Makedonya sınırında. Sınırı sıkıntısız geçiyor, Makedonya topraklarına, sınıra yakın Üsküp’e giriyoruz.
Burada da yoğun sis ve soğuk var. Sınırı geçtikten 20 dakika sonra Vardar Nehri yakınında, merkez otobüs İstasyonuna iniyoruz. Önceliğimiz bir süre sığınacak bir yer aramak. Ortalık oldukça sakin olsa da karşıdan 80 ve 50 li yaşlarda iki bayan bize doğru geliyor. Tesettürlü oldukları için de selamlıyor, Türkiye Türkü olduğumuzu ve dinlenmek için bir yer aradığımızı söylüyoruz. Oldukça düzgün ve temiz kıyafeti, duruşu ve duru Türkçesi ile derler ya tam bir İstanbul hanımefendisi. Gülümseyen bir tavırla, az ilerideki basamakları işaret ederek oradan geçin, karşınıza Türk Çarşısı çıkacak, oradan yer bulursunuz” diyor. Merakımı gidermek için Türkçeyi çok güzel konuşuyorsunuz diyorum. Cevap “biz Osmanlı Türküyüz, dilimiz ve kültürümüzü hiç değiştirmedik, evlerde de bu Türkçe konuşuruz”. Bu tavır beni 100 sene geriye götürüyor ve içimden “bunlar bizden daha Osmanlı, daha Türk” diyorum.
Kısa sürede Türk Çarşısındayız desek de sanki Konya Bedestanındayız. Dükkânlar henüz açılmamış. Küçük bir cami yanında ki bir yerin camında “taze çay bulunur” yazıyor, içeri dalıyoruz. Selam veriyor, kendimizi tanıtıyoruz. Sabah namazından çıkan Arnavut asıllı Müslümanlar. Çaycı genç Şaban bize kucak açıyor, ikişer çay ile ısıtıyor; eşyalarımızı da korumaya alıyor. 10 kadar Arnavut kardeşimiz ile Türkiye hakkında sohbete başlıyoruz. Çoğu Türkçe bildikleri için anlaşmamız zor olmuyor. Bazılarının Bursa ve yakın illerde akrabaları olduğundan sıkça Türkiye ve Bursa’ya seyahat ediyorlarmış. Ülkem hakkında soruları karşısında aldıkları güzel haberlere için de hayli seviniyorlar. En enteresan da, TV de Türk kanallarının daima açık olması ve ülkem ile alakalı her şeyi takip etmeleridir.
Türk Çarşısı başlı başına bir müze. Renkli ve tamamen Osmanlı el sanatları, halı-kilim, elektronik eşya, sarrafiye, çay ocakları ve kafelerle süsleniyor. Yani. Rumeli Anadolu, Anadolu de Rumeli diyebiliriz.
Cuma vaktine kadar birer-ikişer katlı, farklı renklerde boyanmış kapı-pencerelerle süslü, her türlü süs eşyası, el işi işlemeler, hediyelikler ve sarrafiyelerle ağırlıklı, temiz bir Anadolu kokan Türk Çarşısını geziyorum. Hangisini çalsak tüm kapılar sonuna kadar açılıyor. Sanki Şanlıurfa, Kayseri, Kütahya bedestanlarındayız. Çarşıda turistlerin de çoğu Türkiyeli. Sırp Arap ülkesi turistler de az değil.
Rumeli ve Üsküp’ü anlamak için o bölgenin tarihi ve kültüründe doğmuş ancak Osmanlıya mal olmuş insanları (şair, sanatçı, münevverleri) hakkında da bilgiler vermek gerekir. Hele de Üsküp te doğan ancak Anadolu’da zirve yapan Yahya Kemal gibi bir zatı anmadan geçmek hiç olmaz diyerek haftaya Yahya Kemal ve Üsküp hakkında gezimize devam edelim.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.