DOĞU’NUN İNCİSİ: VAN
Bizim eller ne güzel eller, söylesin şirin diller
Oynasın koç yiğitler, bizim eller ne güzel eller
Bu dağda maral gezer, zülfünü darar gezer
Dağ bizim maral bizim, avcı burda ne gezer
Bir Van yöresi türküsünün sözlerinden alınmış. Ne de güzel söylenmiş; bizim eller böyle güzel işte. Ne diyor; dağ bizim, maral bizim; ülkem insanı bu, dağı da bizim, maralı da.
Van’a Muş’tan giden 2 yol var. Birincisi Göl’ün güneyinden geçen kısa, ikincisi Göl’ün kuzeyinden Ahlat, Adilcevaz, Erciş üzerinden geçen uzun yoldur. Biz ikincisini yani uzun olanı seçtik. Zira bu yolda tarih, çevre ve dünyanın en enteresan yerlerinden biri olan Erciş’te ki yumurtlamak üzere Van Gölünden tatlı suya ulaşmak için akarsuyun tersine giden “İNCİ KEFALI”nın görülmesidir.
Ahlat-Adilcevaz hattında 4058 m yüksekliğindeki Süphan dağının ihtişamlı görüntüsünden yeşillikler içindeki Adilcevaz’ı teğet geçip, Erciş’e ulaşıyoruz. Trafik yoğun değil ama tüm yollar çift ve çok kaliteli durumda.
Erciş’i ilk Şeker Fabrikasını ziyaretim dolayısıyla 30 yıl önce görmüştüm. O zaman ki Erciş nüfusu 10 bin civarında bir belde iken bugün 80 binlere ulaşan nüfusu ile bölgenin tarım ve ekonomik merkezi olmuş görülüyor. Çok büyümüş ama son derece de plansız bir büyüme görülüyor. Eski tek ve çift katlı binaların yerine 10-15 katlı binalar, oteller, merkezler yapılmış.
Erciş’e gelirken yakın bir köyde Selçuklu Mezarlığı levhasını gördük ve ana yoldan yaklaşık 1 km sonra Van Gölü sınırında düz bir alanda büyükçe bir mezarlık, kale kalıntıları ve kümbetler görülüyorsa da maalesef son derece bakımsız, terkedilmiş ve metruk kalmış. Bu tarihi miras bir daha gelmez ki.
Nihayet İnci Kafalı’nın bulunduğu dere yatağına ulaşıyoruz. Ülkeni he dünyanın birçok yerinden insan yığını, balıkların yaklaşık 1 m yüksekten hızla akan akarsuyun tersine tatlı suyla buluşmak için verdiği mücadeleyi yerinde görmek için. Yaklaşık 15-20 cm büyüklüğünde balıklar 1 metre yükseğe zıplayarak suyu aşmak zorundalar ve bunu başaranın yaşama ve neslini devam ettirme şansı var. Binlercesi aynı anda 4-5 metre genişliğindeki nehre karşı İnanılmaz bir mücadele veriyor. Aslında buradan alınacak öyle çok ders var ki, ne tarafa çekersen öyle yorumlanabilir.
Devamında Van’a ulaşıyoruz. Deprem sonrası yeniden imar edilen, modern binaları, atmosferi ve konumuyla Van, doğunun incisi lakabını hak ediyor. Çok gelişmiş ve büyümüş. Kısa şehir turundan sonra Van Kalesine ulaşıyoruz, yalın bir tepede muhteşem ve dimdik ayakta, seyri de çok güzel.
Van halkı ile kısa görüşmelerimiz oluyor. Diğer şehirlerde olduğu gibi terörün bitirilmesi ile yeni bir heyecan dalgası başlamış. Kapalı ya da kapanacak duruma gelmiş işyerlerinin çoğu yeniden faaliyete başlamış, iflastan kurtulmuş. Kaldığımız otele 1 senedir hiç müşterinin gelmediği günlerin olduğunu, şimdilerde doluluk oranının % 70’lere ulaştığından bahsetti.
Sabah nefis bir Van kahvaltısı ile güne başlıyoruz. Otlu peyniri, yağı, yumurtası, eti, günlük kaymağı, balı, otlu cacığı, Kavut ve Murtuğa’sı ile lezzet ve görüntü zenginliği hâkim. Sahilde yeni, oldukça temiz ve sıcacık insanının hürmeti ve saygısı ile hizmet alıyoruz.
Seyahatimiz burada son buluyor ve Doğu halkının beklentisi, Anadolulu dostlarının kendilerini unutmamaları, ziyaret etmeleri, terörü kardeşlik bağı ile çözecekleri mesajı ile ayrıldık. Bundan sonra tüm insanımızın, vatandaşımızın, dindaşımızın el ele vererek ülke meselelerini çözeceklerine dair üst beklenti hesaplarının devlet ve vatan şuurunun daha da oturması gerektiğidir.
Bu yazımı tüm yurtdışı seyahatlerime nispet olsun diye kaleme aldım ve beklentim öncelikle kendi vatanımızı, insanını, güzelliklerini, sıkıntılarını, sevinci ve neşesini paylaşmak arzusudur. Elbette dışarıya da gidilecek ama ondan önce ülkemde görülecek öyle yerler var ki, seyre ve hayra değer.
Bu yazı serisini Sultan Alpaslan’ı yeniden hatırlamak üzere ona ait tarihe geçmiş sözlerini hatırlatarak son vermek istiyorum.
1071, 26 Ağustos Cuma günü askerlerini toplayan Alparslan atından inerek secdeye vardı ve;
“Ya Rabbi! Seni kendime vekil yapıyor; azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda savaşıyorum. Ya Rabbi! Niyetim halistir; bana yardım et; sözlerimde hilaf varsa beni kahret!” diye dua etti.
Sonra atına binerek askerlerine döndü ve; “Ey askerlerim! Eğer şehit olursam bu beyaz elbise kefenim olsun. O zaman ruhum göklere çıkacaktır. Benden sonra Melikşah’ı tahta çıkarınız ve ona bağlı kalınız. Zaferi kazanırsak istikbal bizimdir”. Bu sözler orduyu coşturdu, şevkle ileri atıldılar.
Alparslan savaşı kazanır, Anadolu birliğini sağlamak için yeniden mücadeleye girişir, 1 yıl sonra kahpe bir hançer darbesi alır ve ağır yaralanır. Orada da şunları söyler.
“Her ne zaman düşman üzerine azmetsem, Allah-ü Teala’ya sığınır, O’ndan yardım isterdim. Dün bir tepe üzerine çıktığımda, askerimin çokluğundan, ordumun büyüklüğünden bana, ayağımın altındaki dağ sallanıyor gibi geldi. “Ben, dünyanın hükümdarıyım. Bana kim galip gelebilir?” diye bir düşünce kalbime geldi. İşte bunun neticesi olarak, Cenab-ı Hak, aciz bir kulu ile beni cezalandırdı.
Kalbimden geçen bu düşünceden ve daha önce işlemiş olduğum hata ve kusurlarımdan dolayı Allah-ü Teâlâ’dan af diliyor, tövbe ediyorum. La ilahe illallah Muhammedün resulullah” diyerek şehit oldu.
Bu büyük kumandana, vefa duygularımızı ve dualarımızı eksik etmeyelim. Âmin!
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.