Darmaduman
Bizim gönüller yorgun. Bizim gönüller küskün. Buruk bir vaziyet. Ben küskünüm feleğe demişiz takılmışız bir türkünün, bir şarkının peşine.
Kriz diye bir belalımız var. Bu krizden ne çıkabiliyoruz ne de kurtulabiliyoruz.
Ne zamandan beri?
2018…
Pandemi öncesi bizi yakalamıştı aslında bu kriz. Pandemi bu krizin ateşini harladı.
Yoksulluk derinleşmeye başladı…
Ve bugünlere geldiğinde zirveyi gördü.
Lakin bu derinliği siyasilerimiz görmemekte ısrar ediyor.
Savaşa girmedik! Tuttuğumuz dallar elimizde kaldı. Güvendiğimiz dağlara lapa lapa karlar yağdı. Yollar kapandı. Umutlar birer ikişer tükendi…Yazın ortası, hava sıcak, yandım diyen daha çok yanıyor.
Ekonomi, enflasyon darmaduman!
Deniyor ki, vatandaşımızı enflasyona ezdirmedik, ezdirmeyeceğiz.
Doğruları ne zaman söyleyeceğiz? Ölüm döşeğinde mi?
Enflasyon bizi öyle böyle ezmedi. Yamyassı etti. Yapıştırdı asfalta.
Enflasyonun ezdiklerini görmek isteyen, çarşı-pazarı, marketleri dolaşsın, insanları dinlesin yeter. Mesele görme, bakma ve dinleme meselesi…Biz, sadece görmeyi ve bakmayı değil, dinlemeyi de kaybettik…
Öyle olunca da tarihinin en büyük yoksulluğunu yaşıyor insanlar.
*****
Enflasyon 2018 yılından bu yana canımıza okumaya devam ediyor.
Bu darmaduman halden kurtulamadık…Kendimize gelemedik, toparlayamadık, doğrulamadık.
Bu yaklaşım, “Barınma diyor…Isınma diyor…Yeme-içme diyor…Yaşama diyor…”
Bunun var mı başka bir izahı? Var mı başka bir açıklaması?
2018 yılının ağustos ayından bu yana, bahtımız gülmedi. Işıksız ve karanlık dehlizlerden çıkabilenler, kendini şanslı saydı.
Dibe vurmak diye bir tabir vardı ya hani…
Bu darmaduman hal başımıza geldiğinde, dibin dibini, en dibini görenler oldu.
Geriye dönemeyenler, o dip denen karanlıklarda bir daha günyüzü göremeyenler oldu.
Tabirler değişti, yaklaşımlar, anlatımlar değişti. Güncelleme diye bir kavramla tanıştık.
Ne biliyorsak, sildik, sıfırladık, güncelledik.
Dostları, arkadaşları, akrabaları, komşuları topunu birden…
Onlar bizi, biz onları güncelledikten sonra, oturduk bir köşeye, düşündük kaldık…
Aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık derler ya…
*****
Güvendiğimiz dağlara karlar yağmış. Dağa güvenme, bağa güvenme, ona güvenme, buna güvenme…
İyi de kime güvenecektik?
Güven gözümüzde sarsıldı, şüphe bulutlarıyla her tarafı kaplandı. Sisler dağıldığında bir de gördük ki, güven o güven değilmiş. Hele bizden biri, içimizden biri hiç!
Karlar mı yağdı güvendiğim dağlara diyen şair, daha nasıl anlatacaktı olan-biteni?
2018 ağustosunun üzerinden bir buçuk yıl geçmemişti ki, Pandemi denen kâbus çıktı karşımıza. Dünyanın her tarafında yüzbinlerce insan hayattan koptu. Ve tabi ki, bizim ülkemizde de…
Bu dönemde yaşadıklarınızı, koyun üst üste.
Savrulduklarınızı, dibe vurduklarınızı, bataklıkları, size uzanmayan elleri, sizi duymayanları, telefonlarınıza çıkmayanları, akrabaları, dostları hatta arkadaşları bir düşünün.
Meğer, ne kadar çok güvendiğimiz dağ varmış.
Her biri sıradağlar misali hayatımızın yanı başında uzanıyorlarmış. Ne zamana kadar mı?
Güvendiğimiz o dağlara kar yağma sürecinin başlamasına kadar.
Hele ki o dağlar, o kötü anlarımızda, mağrurlanmaya şımarmaya, kimselere aldırmamaya, hatır-gönül tanımamaya da başlamışlarsa...
*****
Son beş yılda, on yıl ihtiyarladım arkadaş diyenler haksız mı?
Beni bir kişi anladı, o da yanlış anladı diye bir anlatım vardır ya hani…Bizi yanlış anlama üzerine rekorlar kırıldı. Adına ister yanlış anlaşılma deyin. İsterse yanlış anlamada ısrar deyin. Bir insanın güvendiği dağlara bu kadar mı çok kar yağardı?
Evet, bizim yağdı.
O karlar eridiğinde de sel baskınları hiç bilmediğimiz yerlere savurdu attı. Heyelanlardan kurtulamadık. Kumlara, bataklara saplandık kaldık.
Gönül umduğuna küser falan derler ya…Şimdi biz küsmeye bir başlasak, ortada konuşacak kimse kalmayacak…Herkese küsmemiz lazım. Herkes de kendi açısından bize…
Bu kadar çok anlayışsızlık olur mu deniyor ya…Bu işlerin daniskasını yaşayarak geldi birçoğumuz bugünlere…
Kimimiz karantinalarda, Kimimiz yoğun bakımlarda…Kimimiz entübe vaziyetlerde…Hayatta kalmakla yaşamak arasında uzun saatler ve günler geçirdik…Bu dünyadan kopanlar o kadar çoktu ki, her gün ayrı bir ölüm haberi ile sarsıldık, lakin dayandık geldik bu günlere. Güvendiğimiz dağlara kar yağmaya devam…
*****
Kar yağınca soğuk oluyor, İşler soğuyor. Ortam soğuyor. Araya soğukluklar giriyor. Her yer buz pisti gibi, yürünmüyor…Ortalık buz kesiyor. Herkes titriyor.
Kimsenin konuşmaya ne hali var ne mecali…
Dağ, adeta kara diyor ki;
Yağ arkadaş…Kar, tipi boran ne varsa dağarcığında, durmaksızın yağ…Kaç metre olmuş fark etmez…Kar yolları kapadı derler…Dağın zirvesi falan görünmüyor derler. Sisten göz gözü görmüyor derler.
İnsanımız diyor ki;
Ey koca dağ! şöyle fukara harcından bir şeyler yolla. Güvendiğimiz dağlara kar yağsa da dağ bizi unutmaz diyelim. Unuttuğunu tarih yazmaz diyelim. Sayende eskiden olduğu gibi neşeyle birkaç lokma yiyelim. Gideceğimiz diyara bari aç gitmeyelim!
*****
Yok diyeni, yetmiyor diyeni, bu maaş bir kurban, bir kira etmiyor diyeni anlamıyor karlı dağ…
Duymazdan geliyor. Oysa her şey meydanda…
Zam diye verilen derde derman mı oldu?
Enflasyon ezmedi, hora tepti emeklinin üstünde!
Güvendiğimiz dağlar o eski dağlar değil. Hemen koşup geliveren…Yetişen…Elimizden tutan…
Düşeni düştüğü yerden tutup kaldıran…
Şems-i Tebrizi yüzyıllar öncesinden şöyle seslenmiş; “Güvendiğiniz dağlara karlar yağdığında, en güzel çare, dağ ile karı baş başa bırakmaktır. Gün gelip karlar eridiğinde; Dağ yolunuzu gözleyince en güzel cevap, başka bir dağdan selam yollamaktır!”
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.