HELVA HİKAYESİ
Uzun uzun zaman önce memleketin birinde helvalarıyla ve helvacılarıyla ünlü bir şehir varmış. Helvaları öylesine ünlüymüş ki, memleketi bir uçtan bir uca gezip dolaşan kervanlar, hususi helva yemek için, helva muhabbetlerine dahil olmak için, helva ustalarının hünerlerini ve marifetlerini görmek için bu şehre gelirlermiş.
Gel zaman-git zaman helva gözden düşmüş. Yeni yeni tatlılar ortaya çıkmış. Helvanın ve helvacıların sadece adı kalmış.
Aradan yine uzunca bir zaman geçmiş.
Millet sonradan katılan tatlılardan, tatlardan gına gelmiş amma, bir türlü bunu çıkıp söyleyemezmiş. İsterlermiş ki, biri çıkıp söylesin, kimse bizden bilmesin!
Sonunda bir gün güngörmüş olarak bilinen birisi çıkmış demiş ki;
Ey Ahali! Bizim bir zamanlar helvamız var idi.
Bu tatlıların her birine fark atar idi.
Şanı, şöhreti cihanı tutmuş idi.
Helvacıları küstürdük!
Acep nerededirler, bilen, gören, tanıyan var mıdır?
Ahali merakla toplanmışlar güngörmüş adamın başına.
Yok ağam demişler, bir çoğu sizlere ömür!
Kimi bu şehri terk etti gitti, kimi kahrından öldü!
Peki demiş güngörmüş adam, o ustaların kalfalarından, çıraklarından dahi hiçbir kimse yok mudur?
Vardır amma demişler, çoğu alakasız işlerle çoluk-çocuğunun nafakasını çıkarırlar. Buluruz bulmasına da, ne yapacaksınız?
Helva yapacağız helva!
Helvayı ihya edeceğiz yeniden!
Vazgeç ağam demiş oradan birisi..
Eski çamlar bardak oldu bilmez misin?
Köprülerin altından nice sular aktı görmez misin?
Güngörmüş adam elbet bilirim, elbet görürüm de demiş, siz bilmezsiniz ona yanarım!
Peki demişler, diyelim ki, helva yapacak birileri bulundu, ne olacak?
Alıştığımız bu tatlılardan vaz mı geçeceğiz?
Bazıları da, şöyle türüm türüm kokan bir helva olsaydı, kendi payımıza birkaç tabak yerdik yemin olsun deyivermiş.
Bazıları da, maşallah hepinize demiş, helvayı karanı buldunuz, helva pişti, tabaklara koydunuz, kaşıklamaya da başladınız!
Ortalığı velveleye vermeyin de, dinleyin, adam ne diyor?
Bu şehre, helva yapacak bir helvacı lazım!
Aman ağam demişler, Baklava var, Höşmerim var, Revani var, Bülbül Yuvası var, Kazan dibi var, sonra Keşkül var, ağzınıza layık Tulumba Tatlısı var!
Helva bunların yanında ne ki…
Yemesek ölmeyiz ya…
Helvanın yeri başka demiş, güngörmüş adam.
Bu saydığınız tatlılar helvadan sayılmaz!
Baklavacıdan, Keşkül yapandan, Tulumbacıdan da, Helvacı olmaz!
Hepsi bir araya gelse bir Helvacı etmez!
Helva bu tatlıların şahıdır.
Helva olmadı mı, helva karılmadı mı kimsenin işi rast gitmez.
Helva karan usta değilse, pişirdiği helva da beş para etmez.
Helvayı ustası yaparsa var ya…
Yemin olsun o tatlıların bir daha dönüp de yüzüne bakmazsınız!
Bir zamanlar, bu şehirde helvacı dükkanları vardı. Kervanlar bu şehirde helva molası verir, öyle giderlerdi yollarına.
İmdi sorarım, bu saydığınız tatlılar için bu şehirde mola veren kervan var mı?
Ahali, valla doğru demişler. Arada sizin bir zamanlar helvanız vardı, pek bir meşhur idi, ne oldu da, vazgeçtiniz helvadan diye sual ettiklerinde cevap veremez oluyoruz demişler.
Güngörmüş adam, demir tavında dövülür demiş, sıvayalım kolları o zaman…
Ahali heyecanlanmış ne yapacağız ağam?
Önce helvanın kayıp kazanı nerededir onu bulacağız.
Ahali içinde gençten biri, ağam demiş ben nerede olduğunu bilirim.
Nerededir?
Şehrin az dışında metruk bir bina var. Onun içinde devasa bir kara kazan var. Kapıya da bir alay kilit takmışlar. Kimse bilmesin, görmesin, gelmesin diyerekten ezzahar!
Hemen arabalar koşulmuş. Binanın kapısı kırılmış, anahtarlar parçalanmış,
Şehrin bir zamanlar simgesi olan, uğuru sayılan kazan kepçesiyle, sacayağıyla birlikte olduğu yerden çıkarılmış.
Çıkarılmış lakin, öyle toz toprak içindeymiş ki, tarifi mümkün değil. Ahali birlik olmuş, kazanı günlerce yuğmuşlar, yıkamışlar, pırıl pırıl etmişler!
Getirmişler uzun yıllar önce durduğu meydana.
Önce sac ayağını koymuşlar, üzerine kazanı ve içine kepçesini.
İnsanlar toplanmış çevresine.
Merakla sormuşlar!
Bu kazan ne ola ki?
İçinde çorba mı yapacaklar?
Yoksa aşure mi?
Şehir un diyarı diye anılır ve tanınırmış. Un da bolmuş, şeker de…
Amma velakin ahali yine de sormuş.
Kazanı aldık geldik.
Un dedin getirdik! Şeker dedin getirdik! Yağ dedin hazır ettik!
Kazanı yakacak dağ gibide odun yığdık.
Bu helva nasıl bir helva olacak işte orasını anlamadık!
Unumuz var, şekerimiz var, yağımız var, var olmasına da…
Helvayı kim pişirecek?
Güngörmüş adam, işte demiş asıl mesele orada…
Bir tellal çıkaralım hemen demiş. Tellallar dolaşmış şehrin sokaklarını birer birer.
Helvacı olan, helvadan anlayan,
Helvacıyı tanıyan,
Ben helva kararım diyen çıksın gelsin meydana demişler.
Mükafatı büyük olacak diye de eklemişler!
Ben helvadan anlarım, ben helvacıyım, helvayı karan ustaları gördüm, dikkatlice seyrettim diyen girmiş sıraya…
Kimi elinden kepçeyi düşürmüş, kimi neyi ne kadar koyacağını şaşırmış, kimi, işi lafa boğup kazanın başında lak-lak etmeye başlamış!
Bir kenarda olan-biteni seyreden yaşlı bir adam, güngörmüş adamın kolundan çekmiş.
Senin niyetin ne arkadaş demiş, helva pişirmek mi, helvacıları yerden yere vurup, helvadan herkesi ebedi soğutmak mı? Bunların arasında helvacı yok, helvacının çırağını bile görmemiş bunlar, deli misin, divane misin?
Bu işlere öncülük eder görünürsün de, helvacı kim bilir misin, görsen tanır mısın, tanısan gel şu helvayı pişir der misin?
Senin derdin helva pişirmek, pişirtmek olsaydı, çoktan bulurdun, senin derdin helvacı bulmak değil, helvacı arıyorum diye sevinçten eteklerin zil çalarak türkü söylemek!
Şehir şehire, kazan kazana, ahali ahaliye, helvacı helvacıya benzer…
Her kıssa, bir ibrettir denmiştir, yine denilmiştir ki, kıssalardan bir hisse alına, lakin, hiç kimse üzerine alınmaya!
Sürçü lisan eylediysek affola…
İnşallah bir başka zaman daha güzel bir hikaye anlatırız!
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.