Mehmet ile Ayşe
1927 yılında Dindebol / Katranlı'da mütevazı bir evde dünyaya geldi.
Yoksul ama onurlu olarak büyüdü.
Ülkenin her tarafı gibi Taşeli yöresinde de cumhuriyetle beraber biten ve on yıl süren savaşların yaraları yeni yeni sarılıyordu.
Kurtuluş savaşında Necip Türk milletinin fedakâr aileleri neleri varsa tekâlif-i milliye gereği ordusuna memleketin düşmandan temizlenmesi için vermişti. Köylerde yeni yeni her evde bir keçi ya da sağmal inek sahibi olunmaya başlanmıştı. Bir de her evin köyde birer ikişer evlek, yaylada da ikişer üçer koyak arazileri vardı.
Bu arazileri işlemek için bir çift öküzü olan zengin sayılırdı, olmayan ise ya başkasına sürdürür ya da boyunduruğun bir tarafına ineğini diğer tarafına da eşeğini koşarak sürerdi toprağını.
Ancak bunlarla bir yıl geçinmenin imkânı yoktu bu nedenle 1940'lı yıllarda o, dayı başı denen çavuşların eşliğinde Aydın'a her sene kış mevsimi çalışmaya gitti.
Dindeboldan çıktıktan sonra 6 -7 saatte yürüyerek Taşkent’e varıyorlar buradan Aydın İzmir Cuma Ovası’na kadar araçlarla: bazen kara trenle, bazen dayı başının ayarladığı araçlarla gidiyorlardı.
Onlar için en büyük şeref Aydın'dan döndüklerinde komşulara veya esnafa olan borçlarını avuçlarına koymaktı. Aldıkları Nazilli zıbınlığı hanımlarının diktirip giydiğini görmek ise apayrı bir gurur kaynağıydı onlar için.
1946 yılında onu tartılmak için askerlik şubesine çağırdılar, tartıldığı zaman kilosu çok düşük çıktı ve şube komutanı ona “sen bu sene kal biraz kendine iyi bak. seni gelecek yıl askere alacağım” demişti.
Bir yıl kendisine iyi baktı, o sene İzmir'e Aydın'a gitmedi, keçilerinin peşinde yaylalarda kendisine iyi bakarak askerlikten mahrum olmamak için çabaladı.
Türk milletinde, bütün zamanlarda insanlar, askerlik yapmazsa çürük, bilinirdi. Çürüğe çıkmak bir bakıma yarım sayılmak demekti, hatta askerlik yapmayana kız bile vermezlerdi.
1947 yılında 20 yaşlarında askerlik şubesine tekrar vardığında kilosu normale girmişti ve onu askere aldılar.
İstanbul'da dağıtımı sırasında “okuma yazma bilmeyenler el kaldırsın” dendiğinde o da elini kaldırdı, çünkü o yalan nedir bilmezdi, gerçekten okuma yazma da bilmiyordu, belki öğrenmek istiyordu onun için el kaldırmıştı.
Onu çok seven komutanı “oğlum indir ellerini” diye onu uyardı: bu el kaldıranlar okuma yazma bilmiyorlar, dedi.
O da “komutanım ben de bilmiyorum” deyince tamam “sen gene de kaldırma, çünkü bunlar gerekirse yürüyerek, gerekirse çok zorluklar çekerek uzak bir yere gönderilecekler” dedi.
Onu Rumeli Fenerinde güzel bir köyde yer alan karakola gönderdiler, askerliğini burada tamamladı.
Memlekete döndüğünde babası, annesi öldüğü için başka bir hanımla evlenmişti onun işlerinde yayla sahil biraz koşuşturdu.
Sonra babasına “baba ben köydeki evi onarayım oraya oturayım ev bucak sahibi olmak istiyorum artık” deyince de babası hiç oralı olmadı.
Mehmet tekrar eski tanıdığı dayı başına gelerek Aydın'a Cuma Ovası’na çalışmaya gidileceği zaman kendisini de yazmasına söyledi.
O sene bahara kadar Cuma Ovası’nda çalıştı, bayağı bir para kazandı, herkes dönerken o, ben bir ay daha kalacağım, diye çalışmaya devam etti. çünkü herkesin bir planı olduğu gibi onun da bir planı vardı.
1950 yılında İzmir cuma Ovası’ndan hayaline yetecek kadar para ve istedikleri kişiye hediye edecek kadar çeşitli Nazilli basma elbiselik ve zıbınlıklarla dönmüştü.
Onun gözünden geçirdiği Ayşe sere serpe bir genç kızdı artık.
Bastığı yerleri dolduran, gören gözleri hayran bırakan, giyimiyle kuşamıyla endamıyla terbiyesi her yanından okunan bir genç kızdı o. Anasından babasından uzak bir komşuda tutma olarak bulunan Ayşe bundan hiç habersizdi.
Mehmet İzmir'den getirdiği elbiselik kumaşlardan birisini sarıp sarmalayıp yakınlarından bir kadına verdi.
Bu senin dedi, ancak gidip benim için Ayşe ile konuşacaksın, ben ona vurgunum, buna gönlü razı olur mu? Soracaksın dedi.
Kadın seve seve bu işi yaptı. Ayşe'nin tutma olduğu eve vardı. Ayşe yeni ılkılıktan süt sağmış ocağa sütü koymakla meşguldü.
Ayşe'ye nasıl söyleyeceğini bilemiyordu. Ayşe kendisini çok severdi, ikisi de bir süre dillerinin ucuna gelen şeyleri söylemeye cesaret edemediler, sonunda kadın Ayşe'ye konuyu açtı.
Mehmet seninle evlenmek istiyor dedi, direk olarak.
Ayşe bu sözü duyunca saçlarının en ucundan ayak tırnaklarının ucuna kadar bütün vücudu titredi ve ürperdi. Sevinç mi tasa mı belirsiz bir duyguyla doldu. Yalnız olsa kendisini koyuverip hüngür hüngür ağlayabilirdi. Daha dün anası babası “biz bakamayacağız, alın siz bakın evlat edinin”, dediği minik kuş demek yuva kuracak hale gelmişti.
Kendisini askerliğini yapmış filinta gibi bir delikanlı istiyordu. Ana babasının neden istemeye gelmediğini sormadı bile. köyde herkes herkesin durumunu az çok bilirdi.
Ayşe'nin de ana babası yoktu. Bir komşuya hizmetkâr olarak vermişlerdi Mehmet’in de anası ölmüş babası başka bir kadınla evlendiğinden kendisiyle ilgilenmiyordu.
Ayşe, kadına “tamam abla” dedi “siz nasıl isterseniz öyle olsun” diye ekledi.
İkisinin de düğün yapmak gibi bir dertleri yoktu o zamanlar zaten düğün yapmak istisna sayılırdı. Büyük masraflara girmek hiçbir fakirin yoksulun harcı değildi.
Mehmet aracı kadınla güzel bir plan yaptılar: tekrar gidecek köyün üzerindeki Seki’de her gün öğlen sürülerin sağımı yapılan ılkılıkta Ayşe ile görüşecekti.
Ayşe, bakır kabına sütü aldıktan sonra onu bir bahane uydurup bir arkadaşıyla köye gönderecek, kendisi geride kalacak ve gelen Mehmet ile beraber yukarılara hayallerinin götürdüğü yere gideceklerdi.
Mehmet ile Ayşe birbirlerini uzaklardan görseler de ilk defa bu kadar yakın hissettiler. Ilkılıktan ayrılıp ileride köye yeni ad olacak çaldaki koca katranların arasında oturup birbirlerine daha yakın bakmaya başladılar.
Köydeki gelişmeleri, haklarındaki konuşmaları neticeye bağlamak için bir süre köye inmemeleri lazımdı. Kışla köyündeki tanıdığı bir arkadaşının evine götürdü Mehmet Ayşe'yi. Burada birkaç gün kaldılar.
Köyden gelen haberciler “kimsenin davacı olmadığını herkesin durumu normal karşıladığını, haklarında bir şikâyet olmadığını” söyleyince rahatladılar.
Mehmet'le Ayşe 75 yıldır oturdukları bu evde geleceklerini planladılar.
Ayşe Mehmet’e “ben durduğum evde dokumanın her türünü öğrendim, sen bana tezgâh kuruver, iplik alıver, ben her şeyi dokur, urbalarımızı diker, fazlasını da satar yuvamızı tahkim ederiz” dedi.
Mehmet dayı başı ile tekrar görüşerek kış mevsiminde Aydın'a, Cuma Ovası’na çalışmaya gitmeye zaman zaman devam etti.
Oradan Ayşe'nin istediği her türlü ipliği ve malzemeyi getirdi. Ayşe de tezgâhında hem elleriyle hem ayaklarıyla çalıştı.
Yetmiş beş senedir şu anda oturdukları yuvayı kurdular.
Allah cc her ikisine de sağlıklı nice yıllar ihsan buyursun!
(Kaynak kişi: Mehmet Burçak - Medik Mehmed’i / 28 Mayıs 2024 Dindebol Ermenek)
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.