RAMAZAN VE “SİLLE KÜLTÜRÜ”
“Sille Kültürü” ile neyi anlatmak istediğimi düşünebilirsiniz. “Sille Kültürü”nden kastettiğim “Saygı Kültürü”dür. Sille ismini neden kullandığıma gelince;
Konyalı olupta Sille’nin özelliğini bilmeyen ve Konya dışındaki okuyucularımıza Sille hakkında kısaca bilgi verelim.
Sille, eskiden Konya’ya bağlı köy iken bugün Selçuklu İlçesine bağlı bir mahalledir. Konya merkeze 8-10 km uzaklıkta coğrafi yapısı ve üzerinde bulundurduğu eski kilise, cami ve yapılarıyla ilginç bir yerleşim yeridir.
Burada Hıristiyan Rumlar ile Müslüman Türkler yıllarca birlikte yaşamışlar ve tüm insanlığa örnek olabilecek ortak bir yaşama kültürü oluşturmuşlardır. İşte bu kültürün adı “Saygı Kültürü”dür.
Bundan dolayı bu saygı kültürünün yaşandığı yer olan Sille’ye dikkat çekmek amacıyla “SİLLE KÜLTÜRÜ” nitelendirmesinde bulundum ve yazımın başlığını “Ramazan ve Sille Kültürü” olarak kullandım.
“Saygı Kültürü”nün en somut göstergelerinden olan “ORUÇ” ibadetine saygıda her geçen yıl büyük zafiyetler yaşanmaktadır.
Müslümanlar için tüm ibadetler önemli olmakla birlikte “ORUÇ” ibadetinin diğer ibadetlere göre farklı bir hususiyeti vardır.
Son yıllarda oruç tutmayanların çoğaldığını; en dikkat çekici olanı aleni yeme içmenin normal hale geldiğini hatta oruç tutmasan Ramazan Ayı olup olmadığını fark edemeyecek kadar artığını görebilmekteyiz.
Müslüman bir ülkede gelinen bu vahim durum oldukça düşündürücüdür. İnsanımız açısından bu gidişat hiçte hayra alamet değildir.
Bu durum, özgür bir ülke de her isteyen istediğini yapabilir, gerekçesiyle açıklanabilecek bir durum da değildir.
Elbette ki, kimse kimsenin inancına, ibadetine karışamaz ve zorla ne inandırabilir ne de ibadet ettirebilir. Buna bir itirazımız olamaz.
İnsanın inancı da ibadeti de Yaradan ile kendi arasındadır. Ancak, Ramazan Ayı’na ve oruç tutanlara saygı farklı bir şey olup burada ince bir çizgi vardır. Bu ince çizgi; iman ile imansızlık arasında bir çizgidir. Hani hepimizin bildiği bir hikaye anlatılır:
Bir Müslüman, ölen Mecusi komşusunu rüyasında cennette görür ve Mecusi’ye; “Sen dünyada iken ateşe tapan Mecusi’ydin, seni cennette görüyorum, bu nasıl oldu” diye sorar. Mecusi; “oğlumu oruç tutanların yanında yiyip içerken gördüm ve Müslümanların kutsal ayına saygı göstermediği için kızdım. Allah(cc) son nefesimi vermeden önce Ramazan Ayı’na saygı gösterdiğimden iman nasip etti ve beni cennetine koydu,” der.
Elbette ki bu bir kıssadır. Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerde geçen kıssaların dışındaki kıssalara göre bir hükümde bulunamayız.
Yukarıdaki kıssaya göre de insanları iman ve imansızlıkla değerlendirmem çok yanlış olur ve öyle değerlendirmiyorum.
Ancak, bir Müslümanın mazeretsiz oruç tutmamasının mantıklı bir açıklaması yok iken hele hele aleni yeme ve içmesi Allah (cc) korusun imana zarar verebilir.
Bektaşi’nin birine, “neden oruç tutanların yanında yiyip içiyor, saygı göstermiyorsun” demişler; Bektaşi de “oruç tutanlar kârda ben zarardayım, onlar bana saygı göstersinler, demiş.
Şaka bir yana; toplum olarak bugün dünden daha fazla hoşgörüye, saygıya ihtiyacımız var. Biz birbirimizi anlamazsak bizi başka kim anlayabilir. Hiç iyiye gitmiyoruz; bu halin sonucu hepimize zarar verebilir. Toplumsal barışın, hoşgörünün, saygının hayatımızda tesisi için herkes üzerine düşenden fazlasını yerine getirmelidir.
Bunu sadece oruç için söylemiyor; hayatın tüm alanında birbirimize saygılı olmalı, birbirimizin haklarını korumalıyız.
Farklı dinlerden insanların ortak bir yaşam kültürü oluşturdukları saygı kültürü; “SİLLE KÜLTÜRÜ”nü aynı inancın aynı kültürün insanları olarak bir birimizden esirgemeyelim.
Hep SAYGIcakla kalın.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.