Zamanın efendileri yahut köleleri
Müslümanlar olarak zamanın Rabbimizin bizlere nimeti ve ikramı olduğuna iman ettik. Müslüman için zamanın kıymetini koca Haşim, ‘Müslüman Saati’nde ne de güzel cümlelere dökmüş, okuyanı efsunlamıştı, nasıl unuturuz? Öte yandan değerini yeterince bilmediğimiz iki önemli kıymet de zaman ve sağlık …
Dinimizin direği namazın vakitlerini takip etme ihtiyacı Müslüman alimleri zamanın ölçümü, taksimi ve tayini konusunda çalışmalara itti. Henüz 9.asırda gözbebeklerimiz Semerkand, İsfahan ve Merağa şehirlerinin rasathanelerinde gök cisimlerini gözlemeye başladık ki, zamanı doğru hesaplamaya muvaffak olalım. Astronomide Batıdan o dönemde çok daha ileri seviyede olan Müslümanlar sadece güneş saatleriyle yetinmemişler su saatini de bulmuşlar, ayrıca takvim çalışmaları ile de meşgul olmuşlardır. Zamanı anlama ve yorumlamayı ise Farabi, İbn-i Sina gibi allamelerimize kadar götürebiliriz.
Sözde çağdaş şehir yaşamı insanoğluna zaman mefhumunun kıymetini unutturmaya başladı. Modern/kapitalist yaşamın getirdiği koşuşturmaca, zamanın hızlanmasına ve dağılmasına, tefekkürün unutulmasına yol açtı. Halbuki zamanın idraki herkeste farklıdır Tanpınar’ın dediği gibi; “…zaman şarta göre değişir. Büyümekte olan bir çocuğun zamanı başkadır, bir hastanın zamanı başka. Biz umumî zamanın dışındayız. Yani zaman tempomuzu değiştirmek mecburiyetindeyiz. Biz dünyaya yetişeceğiz. Benim söylediğim, kafilenin en sonunda olsak bile ona katılmak, onunla yürümek, hususi patikadan umumî caddeye çıkmak içindir. (…) (Zamanı) kendi başına bırakırsak lehimizde çalışmaz, bizim gibilerde her şey derine doğru çeker. Kanat değil, ayaktaki demirdir. Hayır, biz Shakespeare’in dediği gibi zamana doğru koşmaya mecburuz.”
Her şey aynen üstadın dediği gibi olmadı mı? Zaman artık hakikate götüren bir âmil olarak görülmüyor. Postmodern ve posttruth çağda hakikati kim takar zaten?
Zaman günümüzde eskisi gibi niteliğe göre değil niceliğe göre karşılık buluyor toplumda; artık herhangi bir nesneye dönüşmüş yani nesneleşmiş, yaşam da metalaşmıştır, bizi bekleyen Metaverse çağı da ‘meta’yı işaret etmiyor mu bize?
Gelen her gün eskiyi aratıyor. Kirli camın arkasında görsel de olsa nostalji seferlerine çıkmamız değişen güzelliklerini yerini alan cilâlı sahte maskelere isyan aslında, insan fıtratı doğruyu bilmez mi hiç?
Hayatımız keşmekeşe dönüşmüş, tarumar bir halde. Soluk almadan, düşünmeden, idrak etmeden, koşturuyor da koşturuyoruz.
Çağımızın anahtar kavramlarından biri de dakiklik, ama bu dakiklik bildiğimiz iyi mânâda olanı değil. Üzerinde yeterince düşünmeden, tevekkül etmeden bitmek bilmeyen dünyevî işleri ne pahasına olursa olsun yetiştirme adına artık dakik olmak: İş görüşmesine, buluşmaya, toplantıya, pazarlamaya, eğlenceye vaktinde git, her şeyi sorgulamadan yap, anı yaşa, düşünmeyi bir kenara bırak, hayatı dolu dolu yaşa ve her şeyi yetiştir, zamanı yetiştir. Yapmamız istenen, dahası mecbur bırakılan mühim işler silsilesi tamamen bundan ibaret. Bu yüzden hiçbir şeyin değerini anlamıyoruz, yeterince düşünmüyoruz, pek çok şeyi unutuyoruz ve neyin neye ne zaman ve nasıl lâzım olacağını hesaba katmıyoruz. Anlamını yitirmiş, içi boşaltılmış, ruhları aç bırakan, dan dun yaşamaya sevk eden, vicdansız/acımasız bir çağ bu çağ…
Halbuki Yüce Yaradan rızka kefildir, ölümden gayrı her şeyin çaresini nasip etmiştir. ‘Acele işe şeytan karışır’ yahut ‘geç olsun güç olmasın’ larla büyümedik mi biz? Ertelemelerin, gecikmelerin, olmamaların da hayırlı bir sebebi olacağı öğretilmedi mi bize, ‘sizin hayır bildiklerinizde şer, şer bildiklerinizde hayır vardır, siz bilmezsiniz’ demedi mi Rabbimiz? Kim dayattı bize her işin mutlak surette yapılması gerektiğini, ölmeden gezilecek/görülecek yerleri ve okunacak kitapları kim dikte etti? Artık boş zamanlarımızda bile zaman kaybetmekten korkmayı kim aşıladı bize?
Aciliyet duygusu ve kapitalist dayatmalarla yitirdiğimiz hafızamıza yeniden güvenmeyi, ‘an’da yaşadıklarımızdan eskisi gibi tat almayı, yüz yüze muhabbetlerin ve sağlam dostlukların yerini hiçbir şeyin dolduramayacağı gerçeğini tekrar ne zaman anlayacağız ve yaşamımıza katacağız?
Madem bu köftehorların her dediğini yapınca çok mutlu olunuyor, sattıklarına sahip olunca reklâmlardaki gibi bir yaşam sürülüyorsa niye intihar edenler, aklını yitirenler ve yalnızlığa gark olanlar hep kendileri? Herkes kaybederken maddî kazanç sağlayanlar, hasta yapan da ilâç satan da hep onlar.
İşte bir çapanoğlu olduğunu ne zaman idrak edeceğiz, ölünce mi?
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.