Erol Sunat

Erol Sunat

'Altı üstü beş metrelik bez için!'

'Altı üstü beş metrelik bez için!'

Rahmetli Barış Manço’nun çok hoş sözlere sahip bir şarkısı vardı. Dillerden düşmemişti, “Yaz Dostum!” adını taşıyan o şarkının nakaratında Sarı çizmeli bir Mehmet Ağa vardı.

Bilinmeyen, tanınmayan, hiç kimsenin görmediği, bilmediği, Hızır misali bir Ağa.

Gerçekten var mıydı böyle biri?

Olmasaydı, bir gün hesabı ödemeye gelmezdi!

Ya o yaz dostum dedikleri?

O yaz dostum denilenler, aldılar kalemi ellerine yazdılar, yazdılar, yazdılar!

Ne mi demişti rahmetli Manço?

“Yaz dostum güzel sevmeyene adam denir mi? / Yaz dostum selam almayana yiğit denir mi?/ Yaz dostum altı üstü beş metrelik bez için/ Yaz dostum boşa geçmiş ömre yaşam denir mi?”

Sonrada araya harika bir nakarat koymuştu! Nakaratların şahıydı o beyit.

“Yaz tahtaya bir daha tut defteri kitabı / Sarı çizmeli Mehmet ağa bir gün öder hesabı” deyip geçmişti. İleriyi gören gözlere sahipti. Ufku zengin ve açık bir insandı rahmetli…

Güzel sevmek sadece bir güzeli sevmek değildi elbet! Güzel olan ne varsa sevmekti. Güzel hâl, güzel ahlak, güzel huy, güzel davranış, güzel hareket, güzel tavır, güzel bakış, güzel güzel yaşamak, güzellik üstüne güzellik yapmak, güzelin düşmanı olmamak, güzele karşı olmamak, güzel sevmenin adamlık olduğunu ortaya koymaktı o güzel sevmenin adı ve anlamı.

Güzel güzel geçinmek vardı işin içinde, güzelliklerden nişaneler getirmek ve sunmak vardı!

Güzel sevmeyene adam denilmeyeceğini hatırlatmıştı rahmetli Barış Manço

Yaz dostum demişti. Yaz ki, insanlar unutmaya meyyal! Yaz ki yarın kötülükler güzellik diye takdim edilmesin! Güzel seven, güzelin kadrini kıymetini bilen eksilmesin bu diyarda!

*****

“Yaz dostum selam almayana yiğit denir mi?” demişti sonra…Biz selamı unuttuk. Selam vermeyi, selam almayı unuttuk. Selam verenin selamını almamayı yiğitlik sandık. Gördüğünüz gibi bunaldık, tıkandık, orta yerde kalakaldık!

Allah’ın selamını kulundan esirgeyen, kindar, kıskanç, paylaşma ve bölüşmeyi bilmeyen, suratından düşen bin parça olan, öfkeli, küfürbaz, kavgacı, yağmurdan nem kapan, hoşgörüsüz, güvensiz, itimatsız, edepsiz, büyük-küçük bilmeyen, sevgiden ve saygıdan yoksun insanlar olma yolunda yaptığımız çıkışlara yiğitlik dedik!

Yiğit kavramını öyle bir küstürdük ki, ne gelesi var, ne de yüzümüze bakası!

Ne için? Altı üstü beş metrelik bez için! Boşa geçen ömürlere zemin hazırlamak için! Değdi mi?

Bu dünya kime Baki kaldı ki…Kim bu dünyanın sahibi olabildi ki. Süleyman’a kalmayan, Karun’a kalmayan, Firavun’a kalmayan, Krallara, İmparator’lara, Sultanlara, Şahlara, Şahbazlara, kalmayan dünya sana, bana mı kalacak?

Ne o öyle küçük dağları ben yarattım edası, havası! Ne o öyle herkese tepelerden bakmak? Ne o öyle burnundan kıl aldırmayan tavırlar, davranışlar? Ne o öyle kendini bulunmaz Hint kumaşı sanmalar?

Nerede o alçak gönüllülük? Nerede o güler yüz? Nerede o toparlayıcı, kol kanat gerici, gönül alıcı sözler sarf edenler? Nerede o kavgaları, tartışmaları, sonlandıranlar?

Nerede o insanlara huzur getirenler, barış getirenler?

Nerede o selamı yaygınlaştıranlar, selam alan, selam verenler, nerede?

*****

Sonra şarkının ikinci dörtlüğünde bir daha dokundu yaz dostum diyerek.

“Yaz dostum yoksul görsen besle kaymak bal ile / Yaz dostum garipleri giydir ipek şal ile / Yaz dostum öksüz görsen sar kanadın kolunu / Yaz dostum kimse göçmez bu dünyadan mal ile”

Şimdi soracaksınız yazılanlar buldu mu yerini?

Keşke diye başlayalım ve keşke diye başlayan cümleler kuralım.

Yoksul gördük ne yaptık? Yoksulu kaymakla, balla mı besledik! Yoksa hasret mi bıraktık, uzaklardan mı baktırdık canının çektiği, uzansa da alamadığı her şeye…Garipleri doyurduk mu, giydirdik mi? Gönlümüzden geçen bu değildi deyip durdukça, affetti mi bizi garip, affetti mi yoksul? Helal etti mi hakkını?

Bu dünyadan mal ile mülk ile, para ile, pul ile kim göç edebildi ki? Kim ne götürdü öbür tarafa? Kefenin cebi mi vardı?

Dünya malı dünyada kalmadı mı hep!

O zaman niye bu hırs?

Niye bu aç gözlülük?

Niye bu merhametsizlik ve vicdansızlık, niye?

*****

Sonra bir dörtlük daha yazmış Barış Manço, demiş ki;

“Yaz dostum, Barış söyler, kendi bir ders alır mı? /Yaz dostum, su üstüne yazı yazsan kalır mı? Yaz dostum, bir dünya ki haklı haksız karışmış / Yaz dostum, boşa koysan dolmaz, dolusu alır mı?”

Su üstüne yazılanların kalmadığı, boşa koysan dolmadığı, doluya koysan almadığı garip bir dünya…

Yazılanın kaybolmadığı, söylenenin alıp başını gitmediği bir dünya…

Ders alamadığımız, almak istemediğimiz bir yığın hadise…

Sarı Çizmeli Mehmet Ağalar Hızır misali yetişir oldular yoksula, fakire, gözü yaşlıya, kimsesize, çaresize! O Sarı Çizmeli Mehmet Ağalar, veresiye defterlerine el attılar. Şimdi de askıda fatura diye çıktılar yola…

Bu dünyadan mal ile göçeceğini zannedenler dışında kalanlar, veresiye defterlerini ödemeye başladılar. Nefesi kesilenlere nefes oldular.

Yetti mi, yetmedi!

Ders alması gerekenler, ders çıkarması gerekenler yattılar kulaklarının üstüne!

Askı da fatura diye elektrik ve doğalgaz faturalarını ödemek yeterli mi? Harika bir olay ancak o da yetmedi, yetmeyecek! Sonra, SMA’lı çocukların durumu o kadar acil ki, Bakanlığın, milyarlarla oynayanların ruhu duymuyor sanki…Nihayetinde, altı üstü beş metrelik beze kalacakların bakar kör olan gözleri ne zaman görecek Yarabbi?

*****

Yaz dostum dedikleri vardı ya rahmetli Mançonun…O yaz dostum dedikleri yazdılar. Kendi de yaz diyene uyanlardan, gönül verenlerdendi.

İşte o yaz denilenler, ilhamını yaz diyenden aldılar. Ne gördüler, ne duydular, neye şahit oldularsa döktüler kağıtlara, dokundular tuşlara. Açıldı sayfalar, kendiliğinden döküldü gitti satırlar.

Yazana yazar dediler, şair dediler, Ozan dediler! İyi ki yazmış dediler!

O yazılanlar makale oldu. Şiir oldu. Hikaye oldu. Roman oldu. Güfte oldu. Beste oldu. Türkü oldu, Şarkı oldu. Saz oldu. Söz oldu. Naz oldu. Her biri yüreklere dokundu.

Aşk ile yazılmıştılar, yüreklere kazındılar. Kimini kendine getirdiler, kimini derin derin düşündürdüler, kimini iş işten geçse dahi bin pişman ettiler!

O tamah edenler, o aç gözlüler, o gözü doymayanlar, o iştahı kapanmayanlar vardı ya hani, altı üstü beş metrelik bezle bu dünyadan gideceklerine hiç mi hiç ihtimal vermediler! Hayatları meydan okumakla geçti. Bu dünyadan gelip geçtiler amma… Ne adlarını anan oldu, nede arkalarından bir yanan!

Yaz dostum demişti ya rahmetli Manço;

Yaz diyenin ilhamıyla coştu gitti yazanlar! Bir bilinmez aleme koştu gitti yazanlar!

Anlayan anladı da, anlamayan hep aynı, anladım dese dahi, yine de anlamadı!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Erol Sunat Arşivi
SON YAZILAR