Erol Sunat

Erol Sunat

Düşen bir yaprak görürsen 12 Eylül’dür!

Düşen bir yaprak görürsen 12 Eylül’dür!

Düşen bir yaprak görürsen, bil ki o gün 12 Eylül’dür! Her sonbahar Eylül’le gelir. Eylül’le başlar. Ve o Eylül’ün on ikinci gününde hayat durur! Herkes düşen yapraklarına yanar o gün!

Çünkü o düşen yaprakların her biri kardeşlerimiz, arkadaşlarımız, dostlarımızdı…

Her düşen yaprak bir candı…Hayatlarının baharında koptular bu hayattan…

Eylül o düşen yaprakların ayı…

Eylül’ün on ikisi içimizde bir türlü sönmeyen, söndüremediğimiz ateş…

Kapanmayan, her Eylül geldiğinde yeniden kanayan bir yara…

Yetmişli yaşlarımızda gözlerimizi dolduran, bizi alıp tam 42 sene öncesine götüren garip bir ay Eylül!

12 Eylül 1980 o günleri yaşayan hemen herkes için hüzünlü!

Bir o kadar buruk! Bir o kadar da keder ve acı dolu günlerin bir hikayesi!

Asıl konuşması gerekenler konuşmadı!

Sırlarıyla birlikte gittiler öteki dünyaya…

Huzuru mahşere bıraktılar haklarını, alacaklarını ve adaleti!

Ne başından geçenleri tam olarak anlatan oldu…Ne de kaleme alan!

Bölük-pörçük anlatıldı hep 12 Eylül! O dönemin gençleri olarak çok çektik! Yıllarca her Allah’ın günü namlunun ucunda gezenlerimiz oldu! Sürülenler, sürgün yerlerinde eza cefa çekenler, vurulanlar, bu hayattan kopanlar, koparılanlar oldu.

Tam olarak yazılamayan, anlatılamayan bir dram olarak kaldı 12 Eylül!

Vicdan, merhamet, insanlık, insan olmak, arkadaşlık, dostluk, akrabalık sınandı o günlerde…

Sınıfta kalan, tel-tel dökülen o kadar çok şey vardı ki…

Gönüller birçok insanla o dönemde ayırdı yollarını! Ne Eylül’le barıştılar ne de küstükleriyle…

*****

Herkes kendi penceresinden anlatmaya çalıştı 12 Eylül’ü…

Ne gözyaşları dindi ne feryatlar!

Ahlar yükseldi hanelerden gökyüzüne…

Yaşadıklarını, çektiklerini anlatmaktan imtina etti, yüzeyden geçti birçoğu…

Onun içindir ki…

Hâlâ içimiz yanıyor!

Hâlâ o kötü ve berbat hatıralar kalplerimizden pılısını pırtısını toplayıp gitmedi!

Bitsin dediğimiz, bitmeli artık dediğimiz ne varsa hâlâ bitmedi!

Çoğumuz daha 30 yaşında bile değildik.

Kendi payıma yirmi ila 30 yaş arasında geçen yıllar nasıl geçti hiç bilemedim.

Rüzgar gibi geçti derler ya hani…

Kavgalar, sataşmalar, tehditler, kurtarılmış mahalleler, yaralamalar, ölümler, cam çerçeve indirmeler, kapı kurşunlamalar, en hain tuzaklar, kapısının önünde kurşunlananlar, binaların üst katlarından aşağıya atılanlar, sürgünler, vurgunlar, süründürülenler, görev yaptığı köyde, ilçede, şehirde katledilenler!

12 Eylül öncesinde o kadar çok şey yaşanmıştı ki…12 Eylül bıçakla keser gibi her şeyi bir anda durdurdu…Sonra tutuklamalar başladı! Tutuklamaları sorgular, işkenceler, hapishaneler, koğuşlar, odalar ve idamlar takip etti!

*****

Eylül ayının o dönemin gençlerine kestiği o kadar ağır bir fatura vardı ki, saymakta zordu, anlatmakta. 12 Eylül öncesi ve sonrasıyla kabus oldu, öyle bir çöktü ki boğazımıza, çile oldu, azap oldu, karabasan oldu, ölünceye kadar bir çoğumuzu terk etmedi, bırakmadı yakamızı…

O dönemde, giden gelmedi, gelen bir daha eskisi gibi olmadı, gelenin enkazı geldi…

Yuvaları dağıldı, üzüntüden ve sıkıntıdan babalar, analar kalpten gitti!

Bekleyenlerin gözü yollarda kaldı, geçmek bilmedi günler, aylar, yıllar…

Boyunlar büküldü, öyle hayal kırıklıkları yaşandı ki, anlatılamadı, insanlar içine attı çok şeyi.

Ümitler öyle bir kayboldu ki, ortada ümit diye bir şey kalmadı. Gencecik insanların gözlerinin feri söndü! Nasıl sevelim Eylül'ü diyen insanlara, kimse söyleyecek söz bulamadı!

12 Eylül’ü iliklerine kadar hissedenler ise; Bundan böyle bizim için ne Eylül gibi bir ay, ne de 12 Eylül gibi bir gün yok dediler!

O duruşları hiç değişmedi! Hiçbiri unutamadı o buruk günü, o hüzünlü günü!

Hani rahmetli Yıldırım Gürses, “Düşen bir yaprak görürsen…” diye başlıyordu, o içli sonbahar şarkısına ya…

Her Eylül’de, Eylül’ün 12’sinde yeniden depreşir yaralar, yeniden depreşir sızılar! Hanelerin bir köşesinde sessizce ağlayan, bazen de hıçkıran insanları varsın bilmeyen olsun, varsın duymayan olsun, varsın daha kapanmadı mı o yara diyenler olsun! Bir duyan, bir gören olur elbet!

*****

O yıl doğanlar bugün 42 yaşındalar!

Ne 12 Eylül’ü, ne de onun öncesinde neler yaşandı bilmiyorlar!

O çocukların anaları doğum sancısı çekerken, hedef gösterilen bablarının ebe bulmak için ölümü nasıl göze aldığını ne bilsinler?

İçeri alındıktan sonra, en az altı ay sonra gelen, geldiğinde o eski adamdan eser kalmayan babalarının nelere göğüs gerdiğini, ne eziyetler çektiğini, ne işkenceler gördüğünü, ne bilsinler!

Bazılarına yalan geliyor!

Çeken bilir, çekmeyen nerden bilir diye boşuna söylenmemiş!

Türkiye sevdasıyla doluydu o nesil!

Vatan marşında ifadesini bulan şu sözlerle sevmişlerdi Türkiye’yi;

“Başka bir aşk istemez / Aşkınla çarpar kalbimiz / Ey vatan göz yaşların dinsin / Yetiştik çünkü biz”

Türkiye için yetişmişlerdi, ay yıldızlı bayrağın dalgalandığı her yerde göreve hazırdılar. Koşa koşa gittiler.

Ta ki…12 Eylül’e kadar!

Sonrasında, saçları ağardı sıkıntıdan, üzüntüden! İdamla yargılandı birçoğu!

Kaç kere ölür insan?

Her Allah’ın günü ölüm sırasını bekleyenler oldu!

Rahmetli Ozan Arif bakın nasıl anlatmıştı Eylül’ü;

“Ve o fil sandığım pire Eylül’ü, / Deva sandığım yara Eylül’ü, / Bizi hançerleyen kara Eylül’ü, /

Unutamam, unutamam unutmam.”

*****

Bugün o günleri bilmeyenler, yaşamayanlar, o tarihte doğmamış olanlar, kundakta olanlar, birkaç yaşında olanlar neler demiyor, söylemiyor 12 Eylül için.

Konuşması gerekenler konuşmuyor. Anlatması gerekenler anlatmıyor!

Size ne oluyor?

En verimli çağlarında incitilen, küstürülen, kırılan, kanara alınan, kamudan yasaklanan bir nesildi o nesil. İşlerine geri dönebilenler dahi on-on iki yıl sonra dönmüşlerdi.

Bunları konuşan oldu mu? Merak eden, soran, soruşturan ya da araştıran?

12 Eylül o dönemin neslini, gençliğini silindirle ezdi geçti, dümdüz etti! İster harap etti deyin, ister tarumar, ister viraneye döndürdü.

Rüzgar kırdı dalımı diye içli bir şarkı var yani…12 Eylül denen rüzgar kırdı dallarını, kollarını kanatlarını! O yılların gençleri, ölünceye kadar da rahmetli Ozan Arif’le birlikte şöyle diyecekler;

“Unuttu mu sanıyorsun unuttu? / Unutamam, unutamam unutmam! /Unutmamak beni hayatta tuttu,/ Unutamam, unutamam unutmam”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Erol Sunat Arşivi
SON YAZILAR