Mustafa Bahar

Mustafa Bahar

Hangi mücadele insanca?

Hangi mücadele insanca?

İnsanlar elde ettikleri mallarında, makamlarında, başarılarında kendi çabasının olmasını önemserler. Ancak o zaman gerçekten tatmin duygusu yaşarlar. Mücadele edecek, zorlukların üstesinden gelecekler ki hedefe varmanın lezzetine ulaşsınlar, kendine saygıları olsun. Beyin kimyasallarımızdan dopamin ancak mücadele ettiğimizde salgılanıyor. Sonu belirsiz işlerde, zorluk derecesi yüksek işlerde bu kimyasal en yüksek salgılanıyor. Sonuca ulaşmak, ödülü almak için değil mücadele için tasarlanmışız sanki. Mücadele, hayat amacını bulmuş, hedefini bilen bir insan için cenneti yaşatır. Öyleyse gerçek mücadele, dışarı karşı gibi görünse de kendimizle yaptığımız mücadeledir.

Kendi duygularımızla ve şartlarımızla mücadele ediyoruz gibi görünüyor. Önce kendimizi ve şartlarımızı tanımak, mücadelede birinci öncelikli iştir. Sonra elindekilerle bir çözüm bulup bir engeli aşmak akla gelir. Ben İskandinavya’da olsam şöyle olurdu, erkek olsam böyle olurdu, uzun olsam şunu yapardım ifadeleri sadece kendini kandırmaya yönelik bir bahanelerdir. Kendi kuyruğu ile mücadele eden kedi gibiyiz. Halbuki sistem böyle çalışmıyor.

Kendimizi iyi hissetmek için olmadık şartlar öne sürmek, oldukça komik mücadele şartlarıdır. İdeal şartlarla, içinde bulunduğumuz şartlar arasındaki en önemli ayraç kişinin kendisi olabilir. Elimizde olan imkân ve yetenekleri iyi tahlil etmemiz gerekiyor. Yoksa bahanelerin ve kendiyle kavgaların sonu gelmez. Çevremizi kuşatan ekonomik, kültürel ve siyasal sistem sizin istediğiniz gibi değil diye kavga etmenin, bahane bulmanın faydası var mı? Yoksa yapabileceklerimizi mi araştırmalıyız?

O zaman nasıl mücadele edeceğiz? Öncelikle kendi özdenetim sistemimizi çalıştırmak zorundayız. Önce kendimizi tanıyıp, belki kendi SWOT analizimizi yapacağız. Çevremizle kavga etmekten kendimizi düşünmeye fırsatımız olmuyor. Biz sadece hayatta kalma mücadelesi formatında, şeytan taşlamakla meşgul oluyoruz. Salavat getirmeye de fırsat bulamıyoruz.

Diğer yandan mücadele etmekle yaratıcılık arasında bir bağ var. Boş oturan birinin aklına orijinal fikirlerin gelmesi beklenemez. Yaratıcılık zihnin oynamasıdır diyordu Einstein. Elimizdeki imkanlarla ilgili konuyu didik didik etmek, kurcalamak, sorularımıza cevap aramak gerekiyor. Hiçbir devinim yokken yeni fikirler ve girişimlerden bahsedemeyiz.

Hayat boyu bizim olmayan dertlerle uğraşmaktan kendimiz olmaktan çıktık. Dahası da içimizden ne canavarlar çıkardık. Dindar ama hırsız, milliyetçi ama yolsuz, vatansever ama bağnaz tipler kendiliğinden mi ortaya çıktı dersiniz. Ama kendi dertlerinle, kendi dünyan ve düşüncenle ilgilenirsen, yani çaba harcarsan başka bir insan çıkar karşına. ….Benden içeri olan.

Mücadele etmek kendine güveni yükseltir mi? Yine kendi istek, kabiliyet ve ihtiyaçlarına ne kadar uygun olduğuna bağlı olarak özgüven de sonuna dek gelişir. Çünkü senin kendi özüne, mizacına uygun olmayan çabalama zaten sana yüktür. Bunu zorla yapmanın bir anlamı olsa da tadı yoktur. Para kazanma konusu da herkesin işi olmasın. Ya da herkes memleketi yönetmeye kalkmasın. Otursun içinden geldiği gibi sanatını icra etsin, insanlara dokunmanın yollarını araştırsın. Dünyanın en iyi bestesini yapsın yeteneği varsa. Beklediğiniz şeyler gelmese de huzur sizinle olsun.

Kendini tanımak için de mücadele etmek ve faaliyet içinde olmak lazım. Yoksa kişinin hadi kendimi tanımak için özelliklerimi bir kâğıda yazayım demekle imkanlarımız, kabiliyetlerimiz, ortaya çıkmaz. Ama kulvar başkasının kulvarı olunca faaliyet de bize ait olmuyor sonuçları da bize yaramıyor.

Ölüm olmasaydı sıfır mücadele olurdu. Ne yapıyorsak öleceğimiz için yapıyoruz. Her mücadele ölüm sebebiyle başlar. Ölüm olmasaydı hiçbir tabiat olayı bile gerçekleşmezdi. Kevn ve fesat alemin tabi olduğu en temel kanundur. Aristo’nun “Oluş ve Bozuluş” eserine göz atmakta fayda var.

Budizm’de kayıtsız teslimiyet var. Acaba huzur burada mı? Stoacılık ve tasavvuf, kavga ve savaşın hayattan çıkarılması gerektiğini savunur. Bu kâinat kavga ile ilişkili değildir. Sıkı sıkıya tuttuğumuz şeyler başımıza bela olabilir, kavga gürültü sebebi olabilir. 100 gramlık bir cam bardak ancak saatlerce elimizde sıkıca tuttuğumuzda tonlara ulaşır. Bırakınca en fazla kırılır. Yoksa zararı bize dokunur. Savaşı, kavgayı bırakabilirsek belki rahatlayacağız. Yoksa sımsıkı tuttuğumuz şeyler maymun tuzağına dönüşür.

Hayat en güçlü ve en zekilerin kazandığı bir oyun değildir. En uyumlu olanlar hayatta kalır. Batı aklı böyle çalışmıyor; illa alacak koparacak öldürecek vs. Aslında insan özünde kavgacı bir tür değildir. Ama popüler ve baskın kültür, bize kavgayı meşrulaştırmış. Bugün hayat kavgayla açıklanır hale gelmiş. Bir lokma, bir hırka anlayışını bendeniz de çok benimsediğimi söyleyemem ama düşünmekte fayda var. Hayat 12 rauntluk bir boks maçı değildir. Ne zaman ve nasıl biteceği belli olmayan bir oyundur. Hayat sonu olmayan bir oyundur. Bir hakemin düdüğü ile bitmez.

Hayatın bir yerinde sürtünme ve sürtüşme ve zorlanma yaşıyorsanız yanlış yerde duruyorsunuz. Hayat keyifli devam etmelidir. Hayatı gerçekten anlayamamışsak bu sürtünme devam ediyor. Yaptığımız işler, karşılaştığımız insanlar sürtünme sebebi ise yine biz yanlış yerdeyiz. Ya yanlış yapıyorsun ya da yanlış kişilerle ve tekniklerle yapıyorsun demektir. Kavgasız hayat ütopik gibi geliyorsa, itiraf edin hangisi huzur veriyor ya da daha insanca?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Bahar Arşivi
SON YAZILAR