Prof. Dr. Fikret Akınerdem

Prof. Dr. Fikret Akınerdem

KONYA’DAN TOKAT’A

KONYA’DAN TOKAT’A

Hatıralar insanı canlı tutuyor. Çocukluğunuzun, gençliğinizin geçtiği yerler, hatıralarınızın en etkili olduğu ve bu gününüzde en iyi canlandığı dönemler olarak aklınıza geliyor. Bu konu hatıralara ve değerlere bağlı insanlarda olduğu gibi şahsım için de aynı ağırlıkta kendini gösteriyor.

Geçen hafta sonlarında Konya’dan-Yozgat’a, Yozgat’tan-Tokat’a, oradan da tekrar Konya’ya yaptığım bir seyahatim, zihnimde bıraktığı birtakım geçmiş hatıraların tekrar canlanmasına ve geçmişte bıraktığı izlerin bir silsilesi olarak yeniden kendini gösterdi diyebilirim.

Konya’dan Yozgat’a seyahat yakın bir dost ile oldu. Yaklaşık 400 km ve 4 saat süren yolculuğun nasıl geçtiğini pek anlayamadım. Yolculuklar böyle bir dostla olursa, tatlı, muhabbetli ve zaman kavramının olmadığı bir lezzette geçiyor diyebilirim. Ülkem de ne de güzel şeyler olmuş. Görmeyene ve takdir etmeyene yazıklar olsun. Konya-Kulu-Kırıkkale üzerinden doğruca Yozgat. Memleketimde 2 saat geçirmem. Valisi, kaymakamları ve il üst yöneticileri ile aynı ortamda, gönül sofrasına kaşık sallamam, aynı duygularla ortak sevdaları paylaşmam; mest ediyor insanı.

İl vali vekilinin, zeki ve sıcak, kaymakamların yakın ve esprili tavırları bana geçmişte, ceberrut dönemlerinki “DEVLET DEDİKLERİ ÇATIK KAŞLI ZAT” görüntüsünden, devletin oldukça uzak olduğunu, yöneticilerin neredeyse tamamının “vatan ve kalkınma” ile ilgili aynı tavırlar sergilediğini gösterdi. Bunlar, 30-40 sene öncesini bir kurum yöneticisinin bırakın yanına varmayı, mecburen normal sofrada bulunmasında bile, genç memurları rakı içmeye zorlayarak, “içmezsen tependen dökerim” diye meydan okumaların geçtiğini hatırlattı. Gelinen noktaya ne kadar şükretsek az bile. 

Bunlar geçiyor da, yaralıyor ve izler bırakıyor. Tokat’a huzurla, iki meslektaşımla araba değiştirerek devam ediyoruz. Yol boyunca tarım ve yöresel gelişmeler hakkında yorumlar yapıyoruz. Ankara-Sivas YHT hattının durumunu, viyadükleri, açılan tünelleri görüyoruz ve hayıflanıyoruz. Nihayet akşam olmadan, Yıldızeli üzerinden Tokat’a eriyoruz.

Tokat’a en son 2 yıl öncesinde gitmiştim. Tokat nasıl olmuş da bu kadar kısa sürede bu kadar hızla değişmiş. Ana yollar, merkezdeki değişim, iç yollar, tarihi doku, Yeşilırmak’ın şehir gölcüklerine çevrilmesi; yeşil, yeni ve eskinin motivatif uyumu, her şey yerli yerinde ve bakımlı. Irmak kenarlarında açılan yürüyüş yolları bir sayfiye şehrini andırıyor. İnsanlar spor yapıyor, koşuyor; yürüyor, dinleniyor. 

Tokat’ın güler yüzlü insanları, sıcak ve samimi dokunuşları, özel yemekleri ve kalabalık talebe varlığı ile ilgi çekici. Hele de oldukça lezzetli ve yöreye özel “Tokat kebabı” var ki, yemede yanında yat!

İşimizi bitiriyoruz. Yola devam. Doğruca doğduğum, ilk nefesimi aldığım, ilk yağmurunu yediğim, toprağında belendiğim, çamuruyla oynadığım, dedelerimin, sülalemin 650 seneye kadar varan tarihini yazdığı köyüme geçiyorum. Eş, dost, kardeş, akrabalarım, yakınlarım, bir kısmını kaybettiğim sınıf arkadaşlarım. Halen merasında otlayan koyunları, bahçesinde yayılan inekleri, taze yoğurdu, kaymağı,  mis kokulu tereyağı; hangi birisini sayayım; çocukluğumu hatırlatıyor.

7-8 yaşlarındayım. Ağıt sesiyle uyanıyorum. O zamanda evimiz, vadide olan köyümüzün üst yanında yer alıyor. Benden küçük 2 kız kardeşim uyuyor. Kalkıyorum, etrafa bakıyorum, kimsecikler yok, bir ses de yok. Dışarı çıkıyorum. Ağıt sesleri daha da yükseliyor. Anam tarlaya çalışmaya çoktan gitmiş. Aynı avludaki mutfağa geçiyorum. Anacığım, yeşil mercimekli, naneli bulgur aşını çoktan hazırlamış, alışık olduğu düzende üzerini de sıkıca örtmüş. Üstteki örtüyü kaldırıyorum. Mis gibi tereyağı kokuyor.

İçeri geçip kardeşlerimi uyandırıyorum. Ellerini yüzlerini yıkamadan sofraya oturmak yok. Hep beraber o yaşta hazırladığım bulgur aşına tahta kaşıkları sallıyoruz. Ağıt giderek yükseliyor. Merak bu ya, sofrayı olduğu gibi bırakıp ağıtın geldiği tarafa gidiyorum. Kalabalık bir kadın grubu ağlıyor. Adını ve menkıbelerini çokça duyduğum, meşhur eşkıya Omar (Ömer) Ali ölmüş. Bunlar geldi aklıma.

Köyden ayrılıyorum. Tükenen suyuyla göledine, kuruyan toprağına, yorulan insanıma; ana, baba ve tüm geçmişime ve geleceğe ağladım. Rabbim ağıtlardan geri bırakmasın. Zira ağlayanlar anlıyormuş.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum
Prof. Dr. Fikret Akınerdem Arşivi
SON YAZILAR