Akılsız ve düşüncesiz umutlar
TYB Konya Cumartesi Söyleşilerinin bu haftaki konuğu Atasoy Müftüoğlu idi. Kendisinden beklendiği gibi Müftüoğlu ‘Akılsız ve Düşüncesiz Umutlar’ başlıklı söyleşisinde önemli, özgün ve cesur mesajlar verdi. Söyleşi başlığının olumsuz çağrışımlarına paralel içerik de karamsardı; neyse ki harekete geçme çağrısı yapan ikazlarla bu karamsarlık silkinme ve kendine gelme iştiyakı doğurdu, en azından ben kendim için bunu söyleyeyim.
Atasoy Müftüoğlu’nun sözleri fevri tepkilerle ve alelacele değerlendirildiğinde tipik dogmacı savunma ve vasata savrulma halleri zuhur ediyor; üstelik ister eğitim almamış biri, ister akademisyen, ister talebe olun, bu değişmiyor.
DÖRT BÜYÜK KAHRAMAN
Etkinliğin düzenleyicisi Ahmet Şükrü Kılıç sunuş konuşmasında; kendisini en çok etkileyen dört ‘değer’in Necip Fazıl, Yaşar Kaplan, Ali Şeriati ve Atasoy Müftüoğlu olduğunu, bugün bunlardan birini ağırlamaktan mutluluk duyduğunu vurguladı.
Konformizm, tekdüzelik ve geçmişe körü körüne bağlanmanın başta evrensel olamama olmak üzere doğurduğu olumsuz durumlar, tarih felsefesine duyulan ihtiyaç, vesayet ve zihnî engeller gibi konularda mevzilenen konuşma aydınlatıcı, yapıcı ve harekete geçirici vasıfları haizdi.
Sözü, söyleşinin en can alıcı mesajlarına bırakmak en doğrusu…
GEÇMİŞE MAHKÛM VE MAHRUM OLMAYA MECBUR DEĞİLİZ
“Özeleştiri yapmayan toplumlar çok yanılır, özeleştiri yapmayan kültürler kendini yenileyemez ve neticede statükoyu sürdürmenin bir kahramanlık olduğunu düşünmeye başlarsınız.”
“Geçmişe mahkûm ve mahrum olmaya mecbur değiliz. İslâm toplumlarının gelenek ve geçmiş algıları, ele alışları ve bakış açıları yanlış olduğu için evrensel düşünmekten, dışarda neler olduğu bitti bilgisinden mahrumlar, yerli ve milli diye dar bir alana sıkışıp kaldık. Çözüm için en başta bir tarih felsefemiz olmalı.”
KUR’AN’I ARAÇSALLAŞTIRANLAR İHANETTEDİRLER
“Kur’anı kim araçsallaştırıyorsa geçmişe ihanet ediyor demektir. Çepeçevre kuşatıldığımız halde odanın ortasındaki fili görmüyoruz/görmezden geliyoruz. İslâm toplumlarını özürlü hale getiren iki vesayeti anlayamıyor ve mücadele edemiyoruz. İlki bizi hareketsiz kılan, radikal bir edilgenliğe mahkûm eden gelenek anlayışımız. Geleceğin nasıl olacağının anlaşılması için İslâm dünyasında kapsamlı bir tarih felsefesi çalışması yapılmalı ama yapılmıyor. Biz tarihi olay deyince hep büyük olayları anlıyoruz.
“İslâmı araçsallaştırmaya başlayınca bütünden kopup sadece parçaya yoğunlaşıyoruz. İslâm toplumları dini, popülist uyuşturucuları kullanmaya devam ediyor ve gerçeğe uyanmak istemiyor. Gerçek bilincin ne olduğunu bilmiyoruz. Gerçek bilinç tüm dünyayı göz önüne aldığımızda olur, sadece yerli ve milli diyerek, geçmişe sıkışarak değil. Romantik geçmişe iltica ederek orada yaşıyoruz. Bugüne, yarına dair söyleyeceğimiz hiçbir şey yok, buna ihtiyaç da duymuyoruz.”
“Toplamun edebi, estetik, felsefi gündemi yok, sloganları ve etiketleri var. Bir toplum düşünün; bir tane kamusal düşünürü yok, binlerce trolü var. Herkesin bir kampı var, kendini o kampla özdeşleştiriyor.”
MODERNİTEYLE MÜCADELE EDECEK KADRO?
“İkinci vesayet unsurumuz modernite; modernite ile hesaplaşamıyoruz. İki filozof (Morin ve Crary) modernitenin bir proje olduğunu cesaretle ilân ettiler, Batılı-seküler zihniyet de şaşırdı bu gelişmeye. Bu dayatmayla nasıl hesaplaşacağız, hangi kadroyla? Geçmişin hırdavatçıları ile bu hesaplaşma yapılamaz! Bir toplumun maruz kalacağı en büyük kötülüklerden biri de bir çeşit ölüm demek olan tekdüzeliktir. Yeniliğe, farklılığa kapalıdır tekdüzeler, hamasetten hoşlanırlar.”
“İslam dünyasında ilk büyük kırılma İslâmın 4. Yüzyılında yaşandı. İçe kapandık ve dışarıda neler olup bittiğini merak etmedik. İçe ve geçmişe kapanmak felâkettir bir toplum için.”
“İslâm dünyasında savaş fetihleri, siyasi fetihler var ama entelektüel fetihler yok artık. Şanlı tarihe dokunan yanıyor.”
“Bütün dünyanın ilgisini çekecek tartışmalarda maalesef tek bir İslâm düşünürü yok. Bugün bu hamaset dli ve siyaseti yüzünden gerçek dünyadan uzaklaştık. Düşünen herkese ve her kuruma söylüyorum: Seküler bilgi temelinde nasıl bir İslam medeniyeti kurulabilir sorusu her yerde tartışılmalıdır.”
“Yerli ve milli ideallerle İslâm idealleri arasındaki uçurumları görmek gerek.”
“Bugün dayatılan pek çok bilgi masum değil, oyunlar ve algılar kol geziyor, dikkatli olunmalı. Yeniden tarihe dönmek, tarihin öznesi olmak için geçmişe dönük analitik eleştiri ve sentezlerimizi yapmalıyız, takılıp kalmamalıyız.”
ENTELEKTÜEL OKUMALAR
Atasoy Müftüoğlu, söyleşide gençlerle okuma gruplarında entelektüel okumalar yaptıkları bilgini de verdi. Akademik disiplinler arasındaki sınırları reddeden disiplinler arası çalışmalarıyla tanınan, Sefarad kökenli Fransız filozof ve sosyolog Edgar Morin ile Jonathan Crary’nin Metis’ten bu ay çıkan ‘Yeryüzü Yakılıp Yıkılırken’ adlı kitabını öneren Müftüoğlu, Batılı filozof ve yazarların teklif ve karşı duruşlarına karşın İslâm dünyasından böyle bir ses çıkmadığını üstüne basa basa vurguladı.
Kısıtlı zamana mukabil söyleşide Atasoy Müftüoğlu, listeler hakkında uzun uzun konuşmadı ama neyse ki internette küçük bir araştırma sonucunda bu kitaplara ve içeriklerine ulaşmam zor olmadı. “http://www.atasoymuftuoglu.com/ “ adresine girdiğiniz zaman ana sayfanın üstte yer alan ‘Okuma Listesi’ne tıkladığınızda öncelikli okunacak ilk yirmi altı kitabın ardından 351 kitaba daha ulaşıyorsunuz.
Yazımın başında aktardığım Edgar Morin’in salgınla değişen değerler ve zihniyet odaklı son kitabı ile Crary’nin ‘Dijital Çağdan Kapitalizm Sonrası Dünyaya’ alt başlıklı ‘Yeryüzü Yakılıp Yıkılırken’e de yayınevlerinin internet sitelerinden ulaşmanız, bilgi edinmeniz mümkün.
&&&
BİTMEZ TÜKENMEZ DAYANIŞMA ÇAĞRISI
Sıkı dergi okurları yakın zaman önce kapanan ‘İtibar’ dergisini hatırlayacaklardır. Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Tenekeci yaşadıkları ekonomik güçlüklerden sık sık bahseder dururdu. Hepimiz üzülmüştük ‘İtibar’ kapandığı için. Bir arkadaşım daha iyi bir yerde ve şartlarda yeni bir oluşumun çıkacağını söylemiş, pek itibar etmemiştim. Dediği gibi de oldu. Muhit sadece dergi olarak değil kitaplar basan büyük bir yayınevi olarak geldi huzura.
Sonra Dergâh... İçyüzü pek çoğumuz tarafından tahmin edildi ama Dergâh’ ara verme(veya kapanma) gerekçesi de ekonomikti. Halbuki bu köklü derginin baskı maliyeti oldukça mütevazı görünüyordu. Belki bir gün Ali Ayçil ve/ya Mustafa Kutlu konuşur da işin aslını öğrenmiş oluruz.
Belli bir süredir benzer nameleri Notos’ta Semih Gümüş’ten okuyoruz. Sürekli artan maliyetler, yakınmalar, serzenişler bitmek bilmedi. Derginin kâğıdı kuşeden kitap kâğıdına geçti, fiyatı birkaç kat arttı; üstelik ‘Notos’ bildiğim kadarıyla şu an ülkemizde en çok satan edebiyat dergisi. Hiçbir edebiyat dergisine nasip olmayan bir reklâm desteği de var ama demek ki yetmiyor olacak ki Semih Gümüş okuyucuları dayanışmaya çağırdı, yani dergiyi yaşatma dayanışmasına; ve dahi pamuk eller cebe(!)
Notos’un yazarlarına ne şekilde telif ödediğini ya da ödeyip ödemediğini bilmiyorum ama 144 sayfalık dergide epey bir reklâm, arka ve iç kapaklarda da kallâvi reklâmlar ve derginin satış bedeli yetmiş lira… Sonuç: 17 yıldır tek bir sayı aksatmadan çıkan Notos ilk kez son dönemde geç çıkmaya, iki dönem de çıkmamaya başlamış.
Mübarek; yıllardır bir şekilde yayınlanan, belki de cep harçlıklarıyla ve tek bir reklâm alamadan çıkan onca dergi ne yapsın? Neyse ki arkasında büyük finans desteği olan Teklif ne yapsın, Cins ne yapsın? Teklif kitap gibi bir dergi, muazzam bir yazar kadrosu var, arşivlik dergi, senin iki katın hacimde üstelik, ve son çıkan sayısında tek bir reklâm dahi yok. Türk Edebiyatı, Ay Vakti, Ruhsatsız vd. ne yapsın, daha sayayım mı?
Bunca reklâma ve desteğe rağmen, telif de ödesen, dediğin gibi hakikaten maddi olarak üstesinden gelemiyorsan kusura bakma, hata sende, yanlış sende bay Gümüş. Ya ortada yanlış/lar var, doyumsuzluk falan ne bileyim işte, doğrusu sende… Ben böyle düşünüyorum, doğrusunu bilmiyorum, şaşkınım sadece. Cevabı sende.
Böyle her sayı durmadan hep aynı muhabbeti yapıp duracaksan bırak gitsin, olmuyor zorlama be kardeş. Dergicilere zarar vereceksin bu gidişle!..
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.