Erol Sunat

Erol Sunat

Arif!

Arif!

Arif olan anlar demişiz. Arife tarif gerekmez demişiz. Sonra bir bakmışız ki, arifi tarif edende yok, bilende, hatta görende!

Arif var mı diye sormuşlar. Hangi arif demişiz. Komşunun oğlu Arif vardı. Geçenlerde askere gitti o çocuğu mu sormuştunuz?

Yok demişler Arif var mı diye sorduk! Ha…demişler siz o arifi soruyorsunuz. Bulsak ilk biz danışacağız, ilk biz çalacağız kapısını, hem memlekette arif mi kaldı arkadaş, el ele verip kaybetmedik mi hepsini?

Arifleri kaybedeli, ariflerden uzaklaşalı, arifleri kıyılarda, köşelerde unutalı çok oldu!

Yarım asır önce, konuşulanlar, yazılanlar arifane idi.

Cevaplar da bir o kadar zarifane…

Anadolu sevgisini, sevdasını, halini ve ahvalini derdini mektuplarla anlattı yıllarca. “Mektup selam söyle benden sılaya” denen o içli mısralar, o yıllarda yazıldı.

1960’lı yılların başlarındaydı.

Kayseri-Bünyan Ortaokulu birinci sınıftaydım.

Akşam vakti, kapımız çalındı. Gelen komşumuz Pembe ablaydı.

Ankara’da inşaat ustası olarak çalışan kocası Mehmet Abiden bir mektup gelmişti.

Anneme, elindeki mektubu göstererek benim okumamı istedi.

Annem, hadi oğlum dedi, Pembe ablanın mektubunu okuyuver!

Evleri, evimizin yanındaydı.

Pembe Abla ve kendisiyle aynı adı taşıyan kızı Pembe okuma yazma bilmiyorlardı. Evlerindeki halı tezgahında, Bünyan Halısı dokuyorlardı. Evlerine gittik.

Pembe abla bana bir sandalye getirdi. Zarfı açtım.

Mehmet Abi, “Huzuru Alinize takdim” diye başlamıştı mektubuna…

Hemen alt satır, “Kızım Pembe” diye başlıyordu.

İki sayfaya yakın mektupta, aslında hitap ettiği hep Pembe Ablaydı, ancak kızı Pembe üzerinden hal hatır soruyordu. Mektubun sonunda da, annen Pembeye de selam ederim diye yazmış ve mektubu bitirmişti. Bir mektup bu kadar mı nahif olurdu. O kadar mı terbiyeli bir üslupla yazılırdı.

Ben mektubu okurken, Pembe ablanın gözlerinden sessizce yaşlar dökülmeye başlamıştı.

 

*****

O yıllarda televizyon yok, her evde radyo yok! Gazete giren ev sayısı bir hayli az. Ancak insanlar derdini anlatabilecek bazı mecraları iyi kullanıyorlardı.

Bu mecralardan bir tanesi de şiirdi.

Anadolu derdini şiirlerle az anlatmadı. Ozanlar, aşıklar, şairler, sosyal içerikli konuları arifane bir şekilde yazar, o şiirler dilden dile gezer ezberlenirdi.

Aşıkların hece vezniyle yazdıkları destanlar vardı. O destanları destancılar, oldukça güzel olan sesleriyle 25 kuruşa mahallelerde satarlardı. Çocukluk yıllarımın en meşhur destanlarından biri, “Veremli kız” destanıydı.

“Karyoladan indirdiler / Kefenini giydirdiler” diye başlıyordu. Mahallede ki komşu teyzelere destan okuyan çocuklardan biriydim. Teyzeler okuduğumuz destanlara, vah yazık diye diye üzülüp ağlarlardı.

Sonra türküler vardı. O türkülerin kimi neşeli, kimi kederli, kimi efkarlıydı. Ariflerin dilinden, sazından, sözünden, gönlünden kopan feryattı, ağıttı, halkın hislerinin tercümanıydı. Her biri, toplumda yaşanmış gerçek hayat hikayelerinin müzikle anlatımıydı.

Türkülere söz yazanlar, türküleri derleyenler arif insanlardı. Kendilerine anlatılanları söz ve saz ile, öyle anlatırlardı ki, yarım kalan sevdalar, umutsuz aşklar, kavuşamayan aşıklar onların bu çalışmalarıyla hayat bulur, canlanırdı.

 

*****

Falanca var ya, falanca iyidir, hoştur amma, bir türlü meramını anlatamaz derlerdi. Lafı uzattıkça uzatır, bir türlü ne istediğini anlatamaz konu dağılır, valla ben senin bu anlatımından bir şey çıkaramadım derdi dinleyenler.

Kendi aramızda bülbül gibi şakıyanlar, anlat denildiğinde, iki kelimeyi bir araya getiremeyenlerden biri olup çıkardı!

Anlat bir şeyler, karşı taraf mutlaka anlar diyorlar, diyorlar demesine de…

Olmuyor…

Birde diyorlar ki…

Arife tarif gerekmez!

O arif hangi arif?

Adı Arif olanlara anlatıyorsanız derdinizi, daha çok anlatırsınız!

Arif demek olgun demek, tarif gerekmeyen demek, leb demeden leblebiyi anlamak demek. Lafın gidişatından, meseleyi çözen demek!

Var mı öyle arif?

Varsa nerede?

Bugünlerde en çok ihtiyaç duyduğumuz arif olanlar!

Ben arifim, bana anlat diyen, arif geçinenlerden, Allah hepimizi muhafaza etsin!

 

*****

Arife denk gelmişseniz, arif muhatabını rahatlatmakla kalmaz, deşeler. Deşeledikçe, dertler, sıkıntılar, birer, ikişer anlatılmaya başlar.

Kendinizi, kuş gibi hafiflemiş hissedersiniz.

Sırtımdan yeminle Takkeli dağ kalktı diyenlere rastlarsınız.

Arif denen ancak, arif geçinen biri çıkmışsa karşınıza vay halinize!

Bilmece gibi konuşmaya başlamışsa, tanımadığı bilmediği yoksa,

Kelime cambazlığı yapmaktan büyük bir keyif alıyor, muhatabını küçümsüyorsa,

Benim anlattıklarımı herkes anlayamaz diye konuşmaya başlamışsa,

Gururundan ve kibrinden, anlattığı, üzerinde anlatım yaptığı konuyu matematik problemlerinden çok daha zor hale getirmişse,

Benim dediklerimi anlasa anlasa ancak arif olan anlar diye bir de ahkam kesiyorsa,

Yandınız!

Yok siz böylelerinden hoşlanıyorsanız, adamı dinledikçe dinleyesim geliyor falanda diyorsanız, siz arif değil, yalancı, palavracı, laf taşıyıcı, geveze birini arıyorsunuz demektir.

Arifler ciddi insanlardır. Sözü sohbeti sağlam insanlardır. Boş kelam etmezler. Vara yağa konuşmazlar, sululuk yapmazlar, asla şımarmazlar!

 

*****

Efendim, arif var, arif var…Arif arifane laf eder. Söyleneni anladığı her halinden belli olur.

Arif olan, ben arifim demez zaten… Ben arifim diye ortaya atılanlar, lafı dolandırır, laflara tur attırır, habbeyi kubbe yapar, adamı sulu dereye götürüp susuz getirir, oyalar, göz boyar,  yalanı doğru gibi anlatmada üzerine yoktur.

Bu şehir suskun bir şehir…Ne derdini tam olarak anlatır, ne de halim budur diye yaygara koparır.

Bu şehrin halinden kim anlar? Arifler, arif olanlar!

Ariflerin, arif olmayanlardan, arif geçinenlerden en büyük farkı, derdini anlatacak olanın derdini bakışından, halinden, zar-zor söylediği birkaç kelimeden çözme yeteneğidir.

Eski bir Başkent olan şehrimizde insanlar söze paldır-küldür girmez! Edep nedir, adap nedir bilir.

İmalı bir anlatım yolu tercih eder. Araya küçük bir hikaye serpiştirir ki, bunun anlamı kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla babından bir yaklaşım şeklidir.

Gözünü sevdiğim Anadolu insanı doğuştan ariftir derdi Ağabeylerimiz. Kim arif, kim değil bilir!

Şikayet, sıkıntı dert her neyse anlatılan arif bir kimse ise, zaten haliyle, hareketiyle, girizgahıyla derdini anlatanı rahatlatır. Aradığın kişiyi buldun demeye getirir. Dert anlatılan arif geçinen biriyse, anlatılanı anlayamadığı gibi, konuyu bir alır başlar dolaştırmaya, konu dolaştığında arif geçinenin ayağına dolanır!

 

 

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Erol Sunat Arşivi
SON YAZILAR