Erol Sunat

Erol Sunat

Cezalı şehrin hikayesi

Cezalı şehrin hikayesi

Uzun uzun zaman önce memleketin birinde kadir kıymet bilmez insanların yaşadığı bir şehir varmış. Yapılan her şeye dudak bükülen ne oldu ki, ne yaptı ki, onun yaptığını biz ayaklarımıza yaptırırız. Onun yaptığını herkes yapıyor, fazla büyütmeye, adamı şişirmeye, pireyi deve yapmaya ne hacet var gibi laflar havalarda uçuşurmuş.

Her ne yapılsa azımsanır ve küçümsenirmiş. Bu lafları yayma konusunda oldukça mahir, akşama kadar konuşan, gel şu işin ucundan tut denildiğinde tutmayan, ancak yapılan her şeyi insaf ve merhamet ölçülerinin aksine eleştiren insanlar yaşarmış şehirde. Neden böyle yaparlarmış bilende, anlayanda yokmuş!

Bu şehre dışarıdan kim gelse, bu garip ve anlaşılmaz havadan etkilenir ve rahatsız olurlarmış.

Şehir dışarıdan gelen yabancılara da, kervanlara da, Kadıya da, Vali Paşaya da, Tüccara da, hatta şehri ziyaret eden Sultana dahi kulp takar, mutlaka ardından dedikodu yapılırmış. Öyle bir zaman gelmiş ki, bu şehre gitmek kimsenin içinden atmamaya başlamış. Sultan, bu fitneyi çıkaranların kimler olduğunu bulacak ve o fitne ateşini söndürecek birini bulun bana diye emir vermiş.

Sonra da, bu şehirde görevli olan başta Vali Paşa olmak üzere hepsini çağırın Payitahta demiş. Buyruğumdur, hiçbir kervan ikinci bir emre kadar şehre girmesin. Bakalım ne yapacaklar? Bir gece yarısı, Vali Paşa, Kadıyı, Subaşını muhafızlarını alarak çıkmış gitmiş şehirden. Onların ardından, şehrin hanlarında konaklamış olan kervanlarda, bu şehre son gelişimizdi diyerek ayrılıp gitmişler. Şehirde fitne ateşleri yakanlar biz ne yaptık diyecekleri yerde, başlamışlar bu insanlık mı, bizi yaşarken öldürecekler, biz bunu hak edecek ne yaptık diye yaygara yapmaya…

Üç gün sonra kendileri konuşmuşlar, kendileri dinlemişler. Bir ay sonra şehirde hayat durmuş. Şehrin kendi kervanları şehrin dışında geri çevrilmişler. Geri dönün demişler. Siz kendi içinizdeki fitne ateşlerini yakanları kendiniz bulup çıkarmadıkça cezanız devam edecek. Ya o fitnenin başındakileri teslim edersiniz, yada cezanız devam eder. Bunlar daha iyi günleriniz!

Şehrin ileri gelenleri, eşrafı, söz sahibi olanları, Payitahta birçok haber uçursalar da, hiçbir şekilde olumlu bir haber gelmemiş. Aradan üç ay daha geçmiş, şehirde hayat felç olmuş. Dedikodulara artık kimse aldırış etmemeye başlamış. Kendi yağı ile kavrulmakta bir yere kadarmış. Şehirde, şehrin hiç dinlemediği, dinlemek işine gelmediği, kapısını hiç kimsenin açmadığı aklıselim sahibi yaşlı bir adam yaşarmış.

O sıkıntılı günlerin birinde, şehrin önde gelenleri bir heyet olmuşlar, çalmışlar ihtiyar adamın kapısını. Baba demişler, ocağına düştük. Neredeyse bir senedir, şehrimiz sahipsiz kaldı. Hiçbir kervan uğramaz, biz gidelim deriz, geri döndürülürüz, ne yaptık ki, böyle bir cezaya çarptırılırız?

Siz demiş öncelikli olarak samimi değilsiniz. Dürüst değilsiniz. Fitne insanların elinde oyuncak olmuşsunuz. Bir türlü onları ele vermek istemezsiniz. Git gide onlara benzemeye başlamışsınız. Kendi hatasını kabul etmek, yanlışını görmek, hatasını kabullenmek erdemdir. Bu fitnenin ateşini yakanları hepiniz biliyorsunuz, götürün teslim edin, şehrin dışında bekleyen muhafızlara! Şehirde kurtulsun, sizde. Yok yapmayız derseniz, varın gidin gelmeyin bir daha kapıma.

Heyeti almış bir düşünce. Heyetin başı seçtikleri adamın konağında ertesi gün tekrar bir araya gelmişler. Adama ağam demişler. Biz kendi şehrimiz insanını neden teslim edelim ki! Bak, dedikodu kaldı mı, kalmadı. Herkes sus-pus. Belli ki hepsi pişman, o insanlarımızı teslim edipte günahlarına girmeyelim!

Ağa tamam da demiş hayatımız normale döndüğünde huylu huyundan vaz mı geçecek? Aynı şeyler yine olmayacak mı? Eğer ki, biz bu insanları teslim etmezsek, Sultanımız bu şehri olduğu gibi sürer! Heyet olmaz demişler. Seni severiz, sayarız, ancak, bu insanlar akrabamız olur, yakınımız olur, kimimizin oğlu, kimimizin kardeşi, amcası, hatta babası. Senin baban da bu işin önde gelenlerinden. Ne yapacaksın babanı teslim mi edeceksin fitnenin başı diye?

Ağa düşünüp kalmış. İşin içinden çıkamamış. Gece atlamış atına, dosdoğru İhtiyarın evine varmış. Baba demiş ben ne yapayım. Şehrin fitne ocağının başı kendi babam. Gelen heyetin her birinin bir yakını o insanların içinde. Kim gelirse gelsin hiç kimseye rahat huzur vermezler. Benim dedem de böyleydi. Amcalarımda. Bizim bu işin içinden çıkmamız mümkün değil.

Aradan iki seneye yakın bir zaman geçmiş. Ahali biz demişler bu fitnenin, bizi bu hale getirenin kimler olduğunu biliriz. Varsınlar bu işin müsebbibi biziz desinler, şehrimiz kurtulsun demeye başlamışlar.

Tam o günlerde, şehrin kapıları açılmış, şehre bir kervan gelmiş. Bayağı uzak bir diyardanmış o gelen kervan. Kervanla gelenler, şehrin en iyi hanlarından birine misafir olmuşlar. Şehirde bayram havası esmiş. Hancı, iki senedir ilk gelen sizlersiniz demiş. Hiç kimseden para da istemem pulda,

Kervancı başı, Hancı demiş anlat bakalım şu meseleyi. Hancı bir solukta anlatmış olan biteni. Hatta öyle bir anlatmış ki, bu işe sebep olanları, dahli olanları, onları teşvik edenleri, arka çıkanları, saklayanları, gizleyenleri bir-bir başlamış saymaya. Kervancı başının bir adamı da, Hancı her ne anlatırsa, bir köşede harfi harfine yazmış kendini belli etmeden. Onu görende anasına mektup yazıyor sanırmış.

Hancı, Ağam demiş, yok mu bu çıbanbaşlarından bizi bir kurtaracak, yok mu bir sesimizi duyacak. Şehrin en önde gelen adamının babası fitnenin başı, adam babasını nasıl teslim etsin, nasıl desin bu işin başında babam vardır diye…

Kervancı başı, iyi olur inşallah Hancı demiş, demek bu kadar yüreğiniz yandı ha! Hiç mi haber salmadınız, hiç mi duyurmadınız. Hancı derin derin içini çekmiş, ah ağam ah demiş, sen bilmezsin bu şehri, öyle bir şey duysalar, adama öyle olmadık kulplar takarlar ki, bir kaşık suda boğulur gidersin. Bu şehirden çekip gitmekte kurtarmaz seni. Gittiğin yere taktıkları kulplar senden önce ulaşır. Vardığın yerde de adam yerine koymazlar. Neyse ki, sana anlattım, bir nebze de olsa, yüreğim soğudu, içim ferahladı!

Ertesi gün, şehrin ileri gelenleri başlarında ağalarıyla birlikte, Hana gelmişler. Kervancı başını bulmuşlar. Başlamışlar ahiret soruları gibi soru sormaya, neden geldin, niçin geldin, seni bir engelleyen olmadı mı diye.

Kervancı başı, ağalar demiş, benim geldiğim diyarı bir çoğunuz bilmez, kervanla on ay kadar sürer. Benim ailem elli yıl kadar önce bu şehre uğradığında, anam beni bu şehrin, şimdi buluştuğumuz hanında doğurmuş. Hemen şifahaneye götürmüşler. Anam sağ, o memlekete vardığında, o şehri ziyaret et dedi. Benimkisi ana hatırı saymak. Birde doğduğum şehri dünya gözüyle görmek. Böyle anlattım, Muhafızlarda, üç günden fazla kalmamak şartıyla geç dediler.

Ağa hiç inandırıcı gelmedi amma demiş, yine de hoş gelmişsin. Kervancı başı dur ağam demiş, rahmetli babamın bu şehirde bir arkadaşı varmış onu çok anlatırdı. Sağ ise elini öpmek isterim.

Ağa o kim deyince, ağanın babasının ismini vermiş. Ağanın şüpheleri dağılmış. Babasına haber göndermiş. Ağanın babası, oldukça şüpheci bir halde çıkmış gelmiş hana. Yanında da bir sürü adam. Kervancı başı babasının adını verince. Demek ki demiş sen bizi o devrin Sultanına ihbar eden o adamın oğlusun. Babanın yarım bıraktığı işi tamamlamaya mı geldin?

Tam o esnada, hanın kapısı büyük bir gürültüyle ardına kadar açılmış. Sultan ve muhafızları hanın içini kuşatmışlar. Ağanın babasını ve adamlarını kıskıvrak yakalamışlar.

Sultan, sen ki demiş, benim Sultan babama iftira atacak kadar ileriye gittin. Taht kavgalarından beslendin. Bu şehirde yaktığın fitne ateşiyle, payitahtı dahi ateşe vermeye yeltendin. Taht üzerinde hak iddia ettiğin yıllar oldu. Her defasında bir şekilde kurtuldun. Artık yolun sonuna geldin. Tez vurun şunun boynunu. Kısa bir sürede şehirdeki bütün fitne ocakları sönmüş. Onlara yardım eden, koruyan, kollayan, arka çıkan kim varsa cezalandırılmış. Sultan, içinde fitne ateşleri yandı diye neden şehirler suçlu ve cezalı olsun demiş. Gördüğünüz gibi fitne ateşleri yakanlar yaktıkları ateşlerde yandılar. Hem şehir kurtuldu hem ahali, hem de memleket.

Anlatırlar ki, fitne bir daha o şehrin semtinden dahi geçememiş. Kim fitneye elini uzatsa, ahali dermiş ki; ya bu şehri terk et, yada senin elini öyle bir kırarız ki, hem gidersin, hem de elden olursun!

Şehir şehire, fitne fitneye, fitneci fitneciye, Sultan Sultana, kervan kervana, Kervancı başı kervancı başına, han hana, hancı hancıya, akraba akrabaya, ahali ahaliye benzer….

Bir kıssadır anlatılan. Her kıssadan bir hisse alına denmiştir. Bu hikayede, anlatılanlarla bir benzerlik var ise, tamamen tesadüften ibarettir. Ne kimse gönül koya, ne de alınganlık göstere…

Sürçü lisan eylediysek affola…

Bir daha ki sefere daha güzel bir hikaye anlatırız inşallah…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Erol Sunat Arşivi
SON YAZILAR