Diyarbakır/2
Diyarbakır’da hafta sonumu anlatmaya, dün kaldığım yerden devam ediyorum...
Öyle keyifli bir gezi oldu ki bir şeyi anlatırken, bir başka güzellik aklıma geliveriyor. Umarım yazıdaki kopuklukları ve geri dönüşleri affedersiniz. Pek gözden geçirme imkânım da olmadı, çünkü dönüşte ayağımın tozuyla yazıyorum.
Suriçi’nin Diyarbakır’da en favori bölgem olduğunu vurgulayabildiğimi düşünüyorum. Buradaki hanlar sizi geçmiş yaşamlara götürüyor adeta. Hiç yeme içmeden bahsetmedik ama yeri gelmişken kahvaltınızı bu bölgede Hasan Paşa Hanında yapmanızı öneririm.
Osmanlı dönemi valilerinden Vezirzade Hasan Paşa tarafından 1573 yılında yaptırılan iki katlı, avlulu hanın ortasında sütunlu ve üstü kubbeli bir şadırvanı da bulunuyor. Diyarbakır’ın en ilgi çeken yerlerinden burası. İçindeki bölümlerin bazıları restoran, kahvaltıcı, kitapçı ve kafe olarak kullanılıyor. Kahvaltı demiştim ya; masaya öyle çok çeşit geliyor ki yok yok; bir kuş sütü eksik. Ciğerle güne başlayan da çok Diyarbakır’da.
Diyarbakır Kültür Evi de avlusunda oturup halka karışabileceğiniz bir başka Suriçi konağı. Şimdilerde Diyarbakır Kültür Turizm ve Musiki Derneği’nin evi, dernek faaliyetlerinin yapıldığı, şiir dinletilerinin, canlı Diyarbakır müziklerinin ve Diyarbakır mutfağından lezzetlerin de sunulduğu hoş bir yer.
Ahmet Arif, Cahit Sıtkı Tarancı, Ziya Gökalp müzeleri de özellikle görlmesi gereken yerler. Yazık ki ben gittiğimde Cahit Sıtkı Müzesi kapalıydı, diğerlerini gördüm. Ahmet Arif ve Ziya Gökalp’in doğduğu evi, kullandıkları eşyaları bir başka nostalji yaşatıyor, adeta yanınızdalar, adeta soluklarını hissediyorsunuz.
Cemil Paşa Konağı Kent Müzesi Diyarbakır kültürüne ait birçok ögeyi bulabileceğiniz güzel başka bir yer. Diyarbakır’ın en güzel sivil mimari örneklerinden biri olan konaklardan olan bu konak, şehirdeki en görkemli ve en büyük konakmış. Osmanlı valisi Ahmet Cemil Paşa tarafından 1888-1902 yılları arasında yaptırılan konak, diğer Diyarbakır konaklarında olduğu gibi kesme bazalt taşından, geniş avlulu ve havuzlu bahçesi, yazlık-kışlık olarak tasarlanmış.
Diyarbakır’ın ilk yerleşim alanı ve yönetim merkezi olan İçkale’de 20 burç ve 4 kapı yer alıyor. Burası; tarihi binalar, Arkeoloji Müzesi, Taş Eserler Müzesi, müze kafeteryası, valiliğe ait bir bina ve Saint George Kilisesi’nden oluşuyor.
Prehistorik Çağ, Helenistik, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı devirlerine ait bir eser koleksiyonuna sahip Diyarbakır Arkeoloji Müzesi. Kazılarda, 12500 yıl öncesine ait, dokuma yapımında kullanılan kemik iğne, dokuma örnekleri bulunmuş. Müzenin yakınındaki Saint George Kilisesinin kubbesi çökmüş ama yine de çok görkemli. Ermeni kilisesine de gittim, halen ayinler yapılıyor, ortam beni çok daralttı, hemen çıktım. Başka şeyler de söyleyeceğim bu noktada ama neyse, ‘bizimkilerin hayranlığı öldürecek beni, kilise merakı’ deyip kısa keseyim.
1500’de Akkoyunlu Kasım Bey tarafından, sıra sıra siyah ve beyaz taşlardan yaptırılan Şeyh Mutahhar Cami’nin en önemli özelliği, dört sütun üzerinde inşa edilmiş minaresi olması. Bu minare, Anadolu’daki tek dört ayaklı minare örneği imiş. Rivayete göre bu dört ayağın altından yedi kez geçenin dileği kabul oluyormuş. Gezdim,durdum, gördüm, fotoğraf falan çektirdim de dilekte bulunmak falan bana göre şeyler değil ama isteyene denemesi bedava.
Hevsel Bahçeleri, On Gözlü Köprü ve Malabadi Köprüsü, merkeze 47 km. uzaklıktaki Eğil ve daha pek çok gezilip görülecek yer var ama yerim doldu.
Diyarbakır’ın çehresi değişmiş, belli; insanlar rahat ve mutlu. Çok samimi ve sıcakkanlılar. Her yer tur otobüsü kaynıyor, kalabalık; iğne atsan yere düşmez cinsten. Hakikaten de Doğu’nun kilidi Diyarbakır; mübarek bir şehir; bambaşka hissettiren, her şeyiyle etkileyici. Gitmeyenlere hararetle öneririm, ben de ilk fırsatta tekrar gideceğim, gezeceğim, görmediğim yerlerine de tanıklık edeceğim.
Tebdil-i mekânda ferahlık vardır, seyahat dolu güzel günler dilerim…
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.