Erol Sunat

Erol Sunat

Fitnecinin Hikayesi

Fitnecinin Hikayesi

Uzun uzun zaman önce memleketin birinde şahit olmayı sevmeyen, işin içinde olmaktan kaçınan, amiyane bir tabirle insanları kullanmaya çalışan, öne süren, kendinden başka akıllı olmadığını, zeki bulunmadığını düşünen, fitneyi seven, fitne kazanları yakmaya bayılan, sabahlara kadar dedikodu yapan insanların yaşadığı bir şehir varmış.

Şehrin tamamı böyle değilmiş amma, kendini perdeleyen, gizleyen, biz maşa varken elimizi yakmayız, orta yere çıkmaz, meydanlarda gözükmeyiz diyen birtakım insanlar, şehrin genel gidişatını ellerinde tutarlar, takip ederler, öne sürdükleri insanlar marifetiyle de istedikleri gibi atlarını oynatırlarmış.

Anlatılanlara göre, onların tefinin önünde kimseler oynayamazmış. Bu topluluğun içinden bazı yıllarda oldukça sinsi ve içten pazarlıklı insanlar çıktığı gibi, bazen de, kendini ortaya atan, ileriye giden, şehir bizden sorulur, benden sorulur, bizden habersiz bu şehirde kuş uçmaz, kanat çırpmaz, ne olmuş, ne bitmiş ilk biz biliriz diyenlerde olurmuş.

Şehrin bu kendi başına buyrukluğu, söz dinlemeyen, kimseyi sevip saymayan davranışlarda bulunan insanlarının başı çekmesi, Payitahtın canını sıkmaya başlamış. Sultan konuyu enine boyuna araştırdıktan sonra, bir gece yarısı, ancak kendinin bildiği birkaç kişiyle Payitahttan çıkmış dışarı. Ne gören olmuş, ne duyan. Sultan gecenin karanlığında, ıssız bir tepenin kuytusunda, yüzü hiç görülmeyen birine bir şeyler söylemiş. O bir şeyler söylediği adam ve yanındakiler, sürmüşler atlarını aykırı bir istikamete. Sultan’da sabah olmadan, dönmüş gelmiş Payitahta.

Birkaç gün sonra, şehre yeni bir kervan gelmiş. Kervanla gelen kalabalık bir grup, doğruca Vali Paşanın konağına gelmişler. Bu insanları tanıyan, bilen, daha önce bir gören yokmuş. Bu yabancı heyetin geldiği haberi hemen gideceği yere uçmuş.

Vali Konağına gelen heyetin başındaki adam, Vali Paşaya bir ferman vermiş. Vali Paşa fermanı öpüp başına koymuş, makamından dışarıya çıkmış. Tebdili kıyafet eyleyip, yeni heyeti getiren kervanla şehirden ayrılmış. Bu ayrılış öyle titizlikle yapılmış ki, Vali Paşa’nın muhafızları, kervan şehirden ayrıldıktan sonra, Vali Paşanın yokluğunu anlayabilmişler.

Şehrin Subaşısı, Vali Paşanın makamına girdiğinde birde bakmış ki, hiç tanımadığı biri makamda oturur. Fermanı okuyunca, beti benzi atmış. Yüzü karışmış. Yeni Vali Paşa, Subaşı demiş, ben vekaleten bu işe tayin edildim. Birkaç gün içeri kimseyi almayacaksın. Vali Paşa’nın şehirden ayrıldığını duyacak olursam, senden bilirim. Bilmekle kalmam. Kellen gider. Birde bu şehirde fitne kazanlarını kaynatanları derhal bilmek isterim. Söylemezsen o kazancılarla birlikte senide şehrin meydanında asmaktan çekinmem bilesin.

Subaşının eli ayağı titremeye başlamış. Paşam demiş. Sana söz, bildiğim ne varsa söyleyeyim. Yalnız beni serbest bırak. Vali Paşa, olmaz Subaşı demiş, ben kaç gün buradan çıkmayacaksam, sende o kadar gün benim yanımda duracaksın. Subaşı dediğin, Vali Paşanın yanında durur.

Aradan bir gün geçmiş. Fitne ocaklarını yakanlar. Vali Paşanın konağında anlayamadığımız bir şeyler dönüyor demişler. Subaşı şimdiye kadar bize bir haber uçururdu. Çok bile bekledik dedikten sonra, hemen yakmışlar fitne kazanının altını.

Vali Paşa hasta mı, öldü mü belli değil demişler. Subaşı kayıp. Hayatından endişe ediyoruz diye çeşitli merak uyandıracak lafları uçurmuşlar. Şehir kaynamaya başlamış. Fitnecilerin önde geleni, bize bir tertip düzenledikleri belli demiş. Vali Paşa etliye-sütlüye karışmayan bir adamdı. Lakin Subaşı bize her daim bir haber uçururdu. Bu iş pekte hayra alamet değil demiş yanındakilere. Ardından da Payitahta ne oluyor babından bir haber göndermiş.

Yeni Vali Paşa, Subaşına var git hiçbir şey yok de demiş, fitneciler telaşlandılar. Bir şey belli edersen, sen bilirsin. İlk giden kelle senin kellen olur. Subaşı Vali Konağından çıkarken, Fitnecilere, Payitahtta öyle bir şey yok, olsa haberimiz olurdu, içini ferah tut diye bir haber gelmiş.

Fitnecilerin başı, Subaşını dinlemiş dinlemesine amma, içindeki kuşkuları atamamış. Vali Paşayı bir ziyaret edeyim, bakayım diyerek almış yanına Subaşını, varmış Vali Konağına…

Subaşı, Ağam demiş, Vali Paşa meşgul olabilir, gel girmeyelim. Her ne diyeceksen ben ileteyim. Olmaz demiş Ağa. Vali Paşa bizim adamımız değilse de, bize karışmaz, ilişmez, varalım bir kahvesini içelim.

Subaşı korka-korka Vali Paşanın makamına varmış. Birde ne görsün, Vali Paşa yerinde. Aklı karışmış, sıkıntısı daha da artmış. Paşa gel Ağa demiş, gel! Dün gelen giden çoktu. Maşallah beni neredeyse öldü ilan etmeye kalkmışsın.

Ağa estağfurullah Vali Paşam demiş ne haddimize, biraz endişelendik, her şey bu Subaşının başının altından çıkıyor. Bir haber uçursaydı, bizimde içimiz ferahlardı.

Subaşı bir türlü olayları bağdaştıramıyormuş. O konuştuğu adam nereden çıkacak diye soğuk-soğuk terlemeye başlamış.

Fitnecilerin Ağası, Vali Paşanın konağında yabancı bir yüz var mı diyerek, tepeden tırnağa hem kendi kontrol etmiş, hem de adamlarına kontrol ettirmiş. Sonra Vali Paşa ile alakalı hastaydı, öldüydü gibi dedikodular bıçakla kesilir gibi kesilmiş.

Subaşı ne oluyor böyle diye düşünürken, Fitneci başı konağına gelmiş. İçeri girdiğinde, adamlarının hali hal değilmiş. İçlerinden biri kulağına eğilmiş Ağam demiş, konağın içten ve dıştan sarıldı. Subaşı hepimizi ifşa etmiş. Ağa, konağın salonuna geldiğinde birde bakmış ki, hiç tanımadığı bir adam sedirde oturmuş onu bekliyor.

Ağa, sende kimsin demiş. Benim evimde, benim şehrimde bu ne cüretkârlık. Bu yaptıkların yanına kâr kalır mı sanırsın. Bu evden sağ çıksan, bu şehirden sağ çıkamazsın. Diyelim ki çıktın, Payitahta Sultan dahi koruyamaz seni. Elimin kolumun nerelere kadar uzandığını bilsen, karşımda oturacağına, çeker gidersin bu şehirden!

Sedirde oturan adam, gel bakalım fitne başı demiş. Ne kadar adamın varsa yakaladım. Bu şehirdekileri de, Payitahtta olanları da, haber gönderdiklerini de, memleketin her tarafında işbirliği yaptıklarını da, hem bu şehri, hem Payitahtı, hem de memleketi sen ve senin gibilerden temizlemeye yemin ettim. Bundan böyle nerde bir fitne ateşi yansa, bir daha yanmamak üzere söndüreceğim.

Fitnecilerin Ağası, gücün yetmez demiş, ahali beni sana vermez. Payitahtta ki dostlarımı da halk Sultana vermedi. Beni öldürsen ne olacak, bu şehirden sağ mı çıkacaksın. Haberim yok mu sanırsın! Birilerinin geldiği haberi bir şekilde bana gelir. Sessiz sedasız çık git şehirden!

Bu konuşmalar olurken, ahali çevirmiş konağın etrafını, ağamızı kimselere vermeyiz diye başlamışlar kapıları zorlamaya.

Sedirde oturan adam, kılıcını o kadar seri bir şekilde çekmiş ki, seyredenler, saniyeler içinde havada geniş bir kavis çizen kılıcın, fitneci ağanın kellesini aldığına şahit olmuşlar.

Adam kelleyi almış kalabalığın ortasına doğru fırlatmış ve demiş ki;

Şu pis kellenin sahibi doğru düzgün bir adam olsaydı kılınızı kıpırdatmaz, onun için bir konağın etrafını böyle sarmazdınız. Ne zaman doğru insanlara, düzgün insanlara, namuslu insanlara sahip çıkacaksınız? Onlardan yana olacaksınız. Demek ki, hepiniz bu fitnelere ortaksınız. Yazıklar olsun! Kim bir adım daha atarsa, kim sesini yükseltirse ilk oku o yiyecek!

Adamları yaylarını germişler. Oklar, kalabalığa doğru çevrilmiş.

Adam, utanın demiş! Bu güzel şehirde yıllardır fitne kazanları fokur-fokur kaynadı da, biriniz çıkıp mani olmadınız. Mani olmadığınız gibi, bu fitne başını desteklediniz, sahip çıktınız, onu tasvip ettiniz! Onca masum insanın kanına girdiniz. Kalbini kırdınız. Dövdünüz, sövdünüz, şehirden sürdünüz, bazılarını öldürdünüz. Bundan böyle, kim bu fitnecinin hakkını ararsa, onun davasını gütmeye kalkarsa, onu da ondan sayacağım. Dağılın, herkes evine, işine -gücüne!

Kalabalık derin bir sessizliğe bürünmüş. Fitne başının adamlarından karşı koyanların kellelerini de kalabalığın ortasına atmışlar.

Anlatırlar ki, o şehirde cümle fitne ateşleri sönmüş, fitneciler tövbe etmiş, dedikodu bitmiş, doğruluk ve dürüstlük şehre geri gelmiş. Fitneye kim tevessül etse, bir takip eden çıkar gelir diye herkes birbirini uyarır olmuş.

Şehir şehire, fitne fitneye, kazan kazana, fitneci fitneciye, Vali Paşa Vali Paşaya, Subaşı Subaşına, ahali ahaliye, konak konağa, kalabalık kalabalığa benzer…

Bir kıssadır anlatılan. Her kıssadan bir hisse alına denmiştir. Bu hikayede, anlatılanlarla bir benzerlik var ise, tamamen tesadüften ibarettir. Ne kimse gönül koya, ne de alınganlık göstere…

Sürçü lisan eylediysek affola…

Bir daha ki sefere daha güzel bir hikaye anlatırız inşallah…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Erol Sunat Arşivi

Yara

30 Ekim 2024 Çarşamba 00:03
SON YAZILAR