Mükremin Kızılca

Mükremin Kızılca

Hayali cihan değenlerden!

Hayali cihan değenlerden!

Bir külüstürle yaşadığımız bazı anılarımız.

2003 yılıydı, 1985 model ISUZU’ların KS modelinden sonraki ilk modeli olan 3,8 almıştık.

O yıllar köy köy, mahalle mahalle seğirttiğimiz yılların en hareketli anlarıydı.

Sille Yolundaki şimdiki Salı Pazarında kurulan Araç pazarında bir seyyar galericiden aldığımızda zaten askerlik çağına girmiş olan arabamız gittikçe dökülüyor, dokundukça dağılıyor, motoru da ben ölüyorum diye ağlıyordu.

Kısa sürede conta yaktı, bir kere yaptırdık ama ondan sonra bir daha masraf etmemeye ant içmiştik.

Konya’nın Kulu ve Hadim dâhil yatay ve dikey tüm ilçelerini hatta köylerini bu külüstürle gezmeye devam ediyorduk. O hem bizim manifatura dükkânımız hem yatakhanemiz hem de mutfağımız olmuştu. Eksikleri düzüp çıktığımızda yerine göre üç beş gün eve dönmediğimiz olurdu, bu nedenle çorba, çay ve yemek takımımız arabanın arkasındaki dev kasanın bir köşesinde hazır beklerdi.

Ova köylerinde odalarla ve bu münasebetle halkla yakın alaka ve dostluklar kuruşumuz da bu vesile ile olmuştur. Şu anda bile her köyden aile dostlarımız mevcuttur ve daima görüşme durumundayız.

1985 doğumlu kadim dostumuzla hep iyi hatıralarımız vardır. O bizi uçurumlara yaklaştırsa da hiç aşağıya atmamıştır. Sağa sola çarpsa da, ağzı yüzü dağılsa da hiç bizi yarı yolda koymamıştır.

Tekerlekleri daima kabak olurdu, tubeless olmadığından her zaman patlama riski vardı ancak o hiç öyle gelişi güzel yerlerde patlamazdı. Bir keresinde Tutupta arka iç lastikler patladı öbürleri de sıradaydı ama bizi Sille yolundaki petrolün önüne kadar getirdi ve orada dördü birden gümledi. Buraya çağırdığımız lastikçi alet ve edevatını getiremedi de biz jantların üzerinde iki km sürerek dükkânına varmıştık.

Külüstürümüzle bir de tasarruf modlarımız vardı ki dillere destandır. Mesela Takkalı dağ eteklerindeki Sarayköy’den gaz çubuğunu çektiğimizde kendimizi Başkent hastanesinin önündebulurduk. Kadınhanı Örnekköyden çıkıştaki tepede gazı kapattığımızda da Başkuyu beldesindeki petrole kadar inerdik.

Şimdi artık vize işlemleri çok sağlam Allaha şükür zaten olması gereken de budur.

Tasarruf modlarından birisini de Gülnar’ın Bardat yaylasından dönüşte yaşamıştık. Birisi bize “Bardat’a gidin arabanızı dahi satın alırlar boşaltır gelirsiniz” deyince soluğu orada almıştık. Bir Cuma günü Pazar için gitmiştik, ama mazot paramızı dahi alamadığımızdan büyük oğlumuzla dönüşte direksiyonda o vardı, tam inişte Görmeli köprüsüne kadar bedava ineriz diye gazı kapattık. Ne var ki pedal şiştikçe şişti ve bir kazaya meydan vermeden zor bela vitese geçirebildik.

Onunla olan en acı hatıram 2010 yılında yaşandı. Tam da vedalaşacağımız bir sırada talihin bizi, Ankara yolunda Tutub’a varmadan sağda karayollarının denetim istasyonuna alıp varmasıdır ki saat sabahın 7’si olmasına rağmen almamız gereken K belgesinin olmaması nedeniyle iki milyon kırk dört bin lira cezaya çarptırıldık. Son taksitini 2013 yılının sonlarında ödediğimiz bu paranın acısı hiç içimden çıkmayacak gibi.

Aman Allah’ım o da ne? Ederi iki bin lira etmeyen bir araca değerinden fazla ceza! Yazmadık çalmadık kapı bırakmadık ama o ceza ödendi. AB uyum yasalarının ailemize vurduğu hazırlıksız bir darbeydi o. Ama bu tür şeylerde daima şunu düşünmüşümdür: rüşvete gitmedi ya, devlete gitti, o da bizim bir katkımız sayılır.

İlk gününden, bizdeki son gününe kadar kapıları hiç sağlam olmadı, özellikle sık kullanılan sol kapı daima kındırık görünürdü. Bu yüzden bizi sollayan herkes ki zaten herkes sollardı, bizi el kol ya da ışık işaretleri ile kapının açık olduğu yolunda uyarırlardı. Biz de aleyküm selam der cevabımızı verirdik.

Son iki yılını vizesiz olarak geçirdik, şehrin girişini ve çıkışını boş olduğu zamanlara göre ayarlardık ve yakalanmadan kurtulurduk zaten yakalansa hakkı sadece trafikten men edilmek olan bir yapıdaydı külüstürümüz.

2008 yılında tekrar conta yakmıştı ama biz masraf etmemeye yeminliydik. Her gün bir litre yağ ilavesiyle sonuna kadar gitti. Bu yıllarda hararet tavan yapar ve su kaynatırdı. Bu durumda bir kenara çekerek elimize bir paçavra alarak su kanalının ağzını açar boşaltır ve soğuk suyla doldururduk.

Bu kalenderle trajikomik çok olayımız oldu son aylarında.

Bunlardan birisi: Sille merkezde sokak sokak geziyorduk, Karayolları depolarından sağa dönerek yukarı mahalleleri gezdikten sonra hamamın karşısındaki Ak Caminin sokağına dar bir sokaktan giriş yaptık. Burada yaşlı akasya ağaçları vardı. Arabanın kasasının sağ tarafı ağacın tam da çotuluna dokunmuştu. Zaten yarı çürük olan ağaç dev gibi yere serildi. Dalları Ak Caminin önüne kadar vardı. Tam da ikindi namazı vaktiydi. Cemaat gürültüye yola geldiler, trafik durmuştu. Sağ olsunlar, “bu ağaç zaten çürümüştü, sen sebep oldun şimdi belediye gelirse bir sürü ceza yazar” deyip hemen parçalara ayırıp caminin havlusuna kaldırdılar. Böyle bir insanlık unutulur mu?

Diğeri de Ramazan Çoban merhumun Sarayönü’ndeki Gözlü yolunda bulunan evine varmıştık. Akşam arabayı oraya koyup Konya’ya dönmeyi planlıyorduk. Öyle de oldu. Merhumun evi yol üzerindeydi kaldırımdan geri geri giderek evinin ve camının önüne park edip Konya’ya geldik. Sabah tekrar köylerde işe devam için arabanın başına geldim merhuma haber ettikten sonra abrama bindim ve biraz düz olarak kaldırımdan inmeye başladım. Tam yolu düzlemiş çıkıyorken arkamdan sesler duyuldu. Baktım omzumda bir telefon direği ve üç tane evin penceresinden çıkan telefon kablolarıyla makineler beni izliyordu.

Merhumun telefonu da yerinden kopmuştu. Direk, arabanın kasasına takılınca yarı çürük olduğundan yıkılmış ve kendisine bağlı evlere giren kabloları hatta telefon makinelerini dışarı atmıştı. Mağdurlar telefona sarılmaya başladılar, jandarmayı çağıracaklardı. Merhum arkadaşım “durun” dedi komşular, hemen hallediyoruz. Halk telefonlarını kapattı. Ramazan Çoban merhum bana hemen şu arabayı arka sokağa bi al dedi, öyle yaptık. Sonra beraber PTT’ye vardık bir tanıdığını arayıp buldu ve konuyu anlattı. Şef memur bizimle beraber olay yerine geldi ve mağdurlara: “tamam hemen halloluyor bir kaza olmuş” dedi ve hep beraber özür diledik. Bu sırada bakım ekipleri de olay yerine gelmişti.

Bir önceki gece gördüğüm rüyaya bakacak olursak, ona göre adeta kıyametimiz kopacaktı, bu yaşadığımız çok hafif kaldı. Allaha şükürler olsun. Şunu bilelim ki rüyalar daima bir ikaz ve uyarı taşırlar ama çoğu zaman yüksek perdeden…

2011 yılında artık K belgesi alamayacağımıza göre satmak, ne satması hurdaya ayırmak durumunda kaldık. Biz bir taraftan müşteri ararken onu toptancılar sitesindeki dükkânımıza yakın eski kamyon garajında dükkânların arasında kimseyi alakadar etmeyen bir alana yatıya bıraktık.

Bir sabah vardığımızda orayı terk etmişti, hem de bizimle helalleşmeden bırakıp gitmişti. Gayretkeş bir esnaf arkadaş “burada kimsesiz bir araba var” diyerek polisi aramış onlar da Meydan oto parkına çekmişlerdi. En dar günlerimizde 200 lira harcayarak oradan aldık Nişantaşı’ndaki evimizin önüne götürecektik, ancak frenleri tutmadığı için sakin bir vakit olan saat gece yarısı birde büyük oğlumuz ile beraber yavaş yavaş, sıfır km hızla evin önüne kadar getirdik. Ancak burada tam Kombassan Gökdelen karşısındaki evimizin karşısındaki boşluğun sağ köşesindeki her zamanki yerine müşterisi gelinceye dek kalmak üzere yerleştirecektik.

Bu amaçla banket taşlarını aşması gerektiğinden biraz gaza bastık ama o neredeyse bir buçuk metrelik duvarı aşacak gibi kükredi ve oradaki metal merdivene tırmanmaya başladı. Son anda gaz çubuğunu tamamen kesmekle geriye indirebildik. Bu arada saat gece iki sularıydı 10 katlı binaların balkonları gürültüye çıkanlarla dolmuştu.

2011 yılında hurdacı bir esnafa kalender ve çilekeş arkadaşımızı ve kadim dostumuzu iki bin liraya sattık. Çekici ile evin önünden aldıklarında gözlerimizden ziyim ziyim yaşlar süzülüyordu.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Mükremin Kızılca Arşivi
SON YAZILAR