Kasım Ayı sitem ayı öğretmenin
Sene de bir gün, “Öğretmenim canım benim” denildiği o güne yaklaşıyoruz. Sene de bir gün deyince aklıma o hüzünlü şarkı gelir hep. Hüznü, Öğretmenler gününe benzer. O senede bir gün cümlesinin derin manası, çağrıştırdıkları içten içe vurur, yaralar, üzer biz öğretmenleri.
Neden mi?
Öğretmenler gününden ziyade, atanamayan öğretmenler, söz verilip de kalkmayan mülakat üzer…Günde bir öğün yemek verilemeyen öğrenciler üzer….Kapatılan köy okulları üzer… Taşınamayan öğrenciler üzer...Sahada olduğu halde sahanın hal ve ahvalinin öğretmene hâlâ danışılmaması üzer. Öğretmenin kılığıyla kıyafetiyle örnek olduğu o günlerin yok olması üzer. Öğretmenin kaybolan, duman olan değeri ise kahreder…
Bizim neslin siyasilerle olan tayin-nakil çekişmesi 12 Eylül sonrasındaki yıllarda başlamıştı.
Kanun ne, yönetmelik neci oluyor, kanun benim diye başlayan cümleleri ilk defa o dönemde kurmaya başlamıştı siyasiler.
Anadolu İllerinden birinde, Anavatan Partisi Milletvekilleri partililere kendilerinden ne istediklerini sormuşlardı. Partilinin biri ayağa kalktı. Sayın Vekilim dedi, biz ne fabrika isteriz ne işletme! Bu Milli Eğitim Müdürü hâlâ duruyor. Alın dedik almadınız. İstediğimiz tayinleri yapmıyor. Yanına salavatla giriliyor. İlçe Başkanımızın birini odasından kovdu. Vali onu koruyor. Vali’yi de alın sayın Vekilim.
*****
Seksen sonrasında, Siyasiler damatlarının, gelinlerinin, çocuklarının ve partililerin istediği tayinlerin yapılmasını istiyorlardı. Hatta o tayin kapılarının önündeki okula olsun diye diretenler vardı. İktidar biz değil miyiz? Neden olmaz, niçin olmaz, neden yapılamaz diyorlardı...
Ben İl Başkanıyım. Hiç mi sözüm geçmeyecek? Ya ben ya o Müdür benzeri aba altından sopa göstermeler çoktan başlamıştı… Onların bu hücumlarına karşı, makamından olma pahasına direnen Müdürler ve onları koruyan Valiler vardı.
Valiler ve Müdürler ağırlığı olan insanlardı. Nazları da geçerdi, sözleri de…
Bakanların ve Milletin Vekillerinin yap şu tayini diye aradığı, baskı yaptığı Müdürler ve Valiler pek çoktu. O Valiler ve o Müdürler o vilayetten gitseler de ağırlıklarını ve duruşlarını kaybetmediler. Hakkaniyet sahibi insanlardı.
Bugün gelinen noktada, öğretmen o kale gibi sağlam duruşunu kaybetti…O müdürler, öğretmenlerinin hakkını o dönemde bulundukları makamları pahasına savunmaktan çekinmediler.
Efsane Valiler, efsane Müdürler dönemiydi o dönemler. Siyasilerin hırsından duvarları yumrukladığı, o insanların tayinlerini çıkarmak için Ankara’yı komşu kapısı ettikleri zamanlardı.
O savunulan Öğretmenlerin başarıdan başarıya koştuğu, öğrencilerin kazanması en zor Üniversite imtihanlarını dereceyle kazandığı dönemlerdi. Okul Müdürlerinin ve öğretmenlerin bambaşka bir saygınlığı ve itibarı vardı.
*****
Bir zamanlar, Öğretmen başı sıkıştığında siyasilerin kapısını çalmaz, derdini, sıkıntısını Müdürüyle görüşürdü. Siyasilerin kapısını çalanlar o zamanlarda vardı elbet.
Lakin ne itibar görürlerdi ne de istedikleri yere gelme çabaları istediği ölçüde karşılığını bulurdu.
Paraşütle bir makama gelme hikayeleri o yıllarda da yok değildi. Ancak o gelenlerden başarılı olan neredeyse hiç olmadı. Yalnız kaldı. Yapamadı. Kapasitede olmayınca. Hırsına yenilmenin ne olduğunu burnu sürtülerek öğrendi denirdi.
Liyakat, tecrübe ve işinin ehli olma özelliği ön plandaydı. Hatır yoktu, torpil yoktu. Siyasiler bu sağlam surda gedik açmak için az çalışmadılar.
O surları resmen topa tuttular. Müdürlerin birçoğunu emekli ettiler. Kimini sürgünlere yolladılar. Yıldırdılar, canından bezdirdiler.
Defalarca gidip gelen, eşi ve çocukları perişan olanlar oldu. Bölge İdare Mahkemelerinden yürütmeyi durdurma kararı alan, görevine iade edilen, göreve iade edildiği gün tekrar alınan, lakin hukuk mücadelesinden yılmayan ve direnen Müdürler ve öğretmenler vardı.
Bazı illerde siyasiler pes etti. Müdürler tekrar tekrar geri döndü. Bu mücadele de Bakanlık bazen destekledi, bazen işleri oluruna bıraktı. Siyasilerle öğretmenlerin cebelleşmesini görmezden geldi.
Öğretmen, sürgünlerle ve vurgunlarla geçen hayatının içinde ya mesleğini bırakmak zorunda kaldı ya da yirmi beş yılını doldurduğunda, “Ben küskünüm feleğe” dedi verdi emekli dilekçesini…Çekildi kenara…
*****
Öğretmenler hem 12 Eylül öncesinde, hem de sonrasında çok çektiler. Gezmedikleri bölge, gitmedikleri sürgün, yemedikleri vurgun kalmadı. Kimi Hakkari’yi gördü, kimi Kars’ı, kimi Ağrı’yı kimi Güney Doğuyu…
Bayrağımın dalgalandığı her yere giderim demişti öğretmen…Gitti de…Vuruldu, yaralandı, şehit düştü.
Siyasiler, öğretmenlerin cansiperane görev aşkını, vatan ve bayrak sevdasını keşke görebilseler, anlayabilselerdi. Öğretmene bir dünya sözler verdiler…Hiçbirini tutmadılar…
Bir koltuğa en az on talip vardı. Aldılar hiç alınmaması gereken Müdürü, sürdüler, Şırnak, Siirt, Batman gibi yerlere…Yerine vekaleten her dediklerini yapan, odasına rahatlıkla girip çıkabilecekleri, partililerden birinin oğlu yada damadı birini getirdiler.
Vekil asilin bütün yetkisine sahiptir dediler. Bir dönemde Vekil Müdürler dönemi başladı. Alması ve vermesi kolaydı. Beğenmediklerini kısa bir süre sonra değiştiriyorlardı.
Üç gün Beylik beyliktir diyen öğretmenler, siyasilerin kapısını aşındırdılar.
Vekil Müdürlerin neredeyse yüzde doksanından fazlası asaleten Müdür olamadı. Bu arada siyasiler asaletini vereceğiz alacağız, getireceğiz dedikleri Vekil Müdürlere istedikleri bütün tayinleri yaptırdılar.
*****
Siyasiler bir süre sonra, emellerine nail oldular. Öğretmenler artık tayin için siyasilerin kapılarını çalmaya başladılar. Bir ara Milletin Vekillerinin asli görevi öğretmen tayini olmuş, olaylar espri olarak, kara mizah olarak basına yansımıştı.
Vekillerin cebinde tayinleri yapılacak öğretmen listeleri vardı. En çok ziyaret ettikleri Müdürlük Milli Eğitim Müdürlüğüydü. Öğretmenler hiç bu kadar garip hiç bu kadar yalnız ve hiç bu kadar çaresiz kalmamışlardı.
Yirmi küsur yıl köylerde öğretmenlik yapan, çocuğu Üniversite kazanan öğretmen, hakkı olduğu, puanı tuttuğu halde tayinini merkeze yaptıramazken, stajyer öğretmen olan, siyasinin gelini, damadı, oğlu, kızı, puanları sıralamaları alt üst edip, hak eden öğretmenlerin önüne rahatlıkla geçiyordu.
Milli Eğitim Müdürlüklerinin koridorları isyan eden, hakkını arayan, ancak yüzüne bütün kapılar kapanan, çaresizlikten oturup ağlayan öğretmen manzaralarına şahit oluyordu.
Siyasiler bu manzaraları da görmediler. Görmezden geldiler. Hatta hiç anlamadılar. İşlerine gelmedi.
*****
24 Kasım’da, “Öğretmenim canım benim” diyen okul şarkıları, “Öğretmenim” diye başlayan şiirler gözlerini doldursa da…Her birimizi bir öğretmen yetiştirdi bugünümüzü onlara borçluyuz diyenler neredeler diye çok bekledi öğretmen.
Ne yaptınız öğretmeniniz ve öğretmenler için, diyecekti demedi, diyemedi, sitemlerini içine attı öğretmen. Kimi beklerken öldü gitti. Kalbi kırık ayrıldı bu fani dünyadan…
İşte onun içindir ki, Kasım ayı sitem ayı öğretmen için…
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.