Konya Halk Şehrengizi
Konya’da girmediği sokak, çalmadığı kapı, uğramadığı mahalle / köy bırakmayan bir yaymacının / bohçacının hatıraları!
İşte, “Konya Sokakları” adındaki beklenen eserden bir kesit:
Konya'da Farklı Kültürlerle Tanışmak
Bohçacılığın ve seyyar satıcılığın en keyifli yanlarından birisi de farklı kültürlerle tanışmaktır. İyi bir çevre, geniş bir müşteri kitlesi tuttuktan sonra, hele bu mutfak kültürünün farklılıklarını görmek, yaşamak, tatmak büyük bir keyif veriyor insana. Tabii bunda bizim bir kadın oluşumuzun, kadınların arasına rahatça girişimizin ve bir güven aşıladıktan sonra her zaman için “buyur” edilişimizin etkisi büyüktür. Bohçacıların, tablacıların, seyyar satıcıların en iyi iş yaptıkları yerler tabii ki tek katlı ev olan mahallelerdir. Bu bakımdan Karatay ve Meram ilçeleri başı çeker. Selçuklu ise tamamen katlı binalardan oluşur yani dikey bir mimariye sahiptir. Yapay mimariye sahip olan yerlerin en önde gelen ilçesi Meram, Mahallesi de Selver, Osmangazi, Yorgancı, Durunday, Ayan bey, Dere gibi mahalleler ve bunlara mücavir yerlerdir. Konya'da insanların yerleşim alanları seçimi konusunda da bir tercihleri vardır. Köyden kente göçüşte yeni göçen kişiye önderlik eden akrabası, yakını, amiri veya memuru onu en yakınına almayı ön planda tutar. Bir de kentleşirken genelde Konya'nın giriş kapıları, giriş yolları hangi ilçelere beldelere daha yakınsa oralar genelde o belde ve ilçelerin halkıyla iskân edilmiş durumdadır. Bu bağlamda Aksaray yoluna Aksaraylılar, Ereğli yoluna Karapınar ve Ereğliler, Ankara yoluna Kulu Cihanbeyliler, İstanbul yoluna Ilgın, Kadınhanı, Akşehirliler, Beyşehir yoluna Sağlık, Beyşehir, Seydişehirliler, Karaman yoluna Ermenek Hadim bozkırlar daha yoğun göçerler ve yerleşirler. Bugünkü yaşadığım olay ise bu ön yargıdan azade olarak farklı bir semttir, bu semt Meram ilçesinin tam merkezinde bulunan Selver, Osmangazi mahallelerini oluşturan bir muhittir. Meram Eski Yol da denen bu muhitte yerleşimde öncülüğü, deminki kaydettiğim bilgilerin aksine Ermeneklilerle eskiden belediyelik bir Ermenek beldesi iken şimdi Karaman’a bağlı ayrı bir ilçe olan Başyaylalılar başı çeker. Burada, 1989 senesinde bohçacılığımın ilk yıllarında çok güzel dostlar, aileler kazandığımı söyleyebilirim. İnsanın bir seveni, dostu olması hele bizim gibi ön yargıyla yaklaşılan bohçacı bir kadının, “buyur eden” müşterilerinin olması son derece mutluluk vericidir. Önce tek mahalle olan ve adı Selver olan bu mahalle, daha sonra Zümrüt caminin sol tarafı Lalebahçe yoluna kadar Osmangazi Mahallesi olmuştur. İşte bu havali bu bacınız bohçacı Ümüş'ün en fazla tutulduğu bir semt idi. Bir Perşembe günü burada alışılmışın aksine, içerisi farklı mimari tarzda devasa bir villayla süslenmiş, servilerden görülmesi zor bir avluya açılan muhteşem ve sağlam yapılı bir kapının önünde durdum. Perşembeyi seçişimin de bir sebebi vardı tabi. O da: evin erkeği evde olduğu günler hanımların dışarıya çıkması ve içeri bohçacı kabulünün çok nadir olmasıdır. Biraz tereddütten sonra bütün cesaretimi toplayarak kapının zilini çaldım. İçeriden koşa koşa bir çocuk geldi ve omuzumdaki bohçayı gördüğünde geriye dönüp “bohçacı gelmiş ana” diye bağırdı. Bu arada ben içerideki konuşmaları kapının arkasından duyabiliyordum. Koşa koşa içeriye gelen çocuğa evin hanımı “açma kuzum, sakın açma” diye tembihledi. Ama bu arada farklı bir şey oldu ve oraya oturmaya gelen komşusu ev sahibine “kimmiş bu bohçacı kız, bir sorsaydın Ümüş olmasın!” dedi.
Ben henüz kapıdan ayrılmadan çocuk tekrar geldi ve “teyze sen Ümüş müsün” diye sordu.
Evet deyince tekrar koşa koşa içeriye giderek “Ümüşmüş ana” dedi.
“Ümüş ise gelsin, bir bakın” diyen komşunun hakkı bende çok büyüktü, o beni bu yeni komşuyla tanıştırdı ve “Ümüş’ten korkmayın Ümüş kızımız gibidir ondan zarar gelmez” diye onlara da güven aşıladı.
İlk defa girdiğim bu ev bir villaydı.
Girdikten sonra içerideki nizam, intizam, bahçedeki peyzaj göz kamaştırıyordu.
Konuşmalardan anladığıma göre burası karı koca Ermenekli bir doktor ailenin eviymiş.
Bizi içeriye buyur eden aile de bu eve bakan, karı koca doktorun ihtiyaçlarını gören ve bahçenin bir köşesinde mütevazı bir evde oturan Ermenekli bir aileydi. Bu villaya, en yakınlarından iki aile o gün bunlara gündüz oturmasına gelmişlerdi. Öğleden sonra saat ikiye, üçe doğru farklı bir hareketlenme gözledim içeride. Bu arada benden yaptıkları alışveriş bitmişti. Ben bohçamı toplayıp tam omuzuma atacakken bu evde misafir olarak gelen ve avluya girmemi sağlayan Hasibe abla “dur Ümüş” diye bana işaret etti. Sonra evde bulunan kadınlar da bana “sen hiç batırma gördün mü veya yedin mi” diye sordular. "Hayır, ne gördüm ne yedim” dedim.
Bunun üzerine aralarından işi organize eden ev sahibi “göndermeyin kara kızı da ona da bir tattıralım” dedi.
Batırmayı sadece Ermenekliler yaparmış. Ermenek dışında yapanlar mutlaka Ermeneklilerden öğrenmiştir bunu.
İçinde bulunduğumuz villanın karı koca Ermenekli bir aileye ait olduğunu söylemiştik galiba. Benim kalmamı isteyen ve bu villaya göz kulak olmakla görevli Ermenekli hanımefendinin “ayrıca bugün saat üçe doğru doktor bey ve doktor hanım da gelecekler batırmayı o saate ayarlamamız lazım” dediğini de işittim. Bunun üzerine ben, Hasibe ablaya yaklaşarak "abla doktorlar da gelecekmiş bir sıkıntı olmasın benim açımdan” dediğimde Hasibe abla: Yok, yok, onlar buraya gelmez zaten, yukarıya köşklerine gelirler ve biz oraya götürürüz, sen hiç meraklanma” dedi.
Mutfak olarak kullanılan alanın ortasına kocaman bir somat serilmişti.
Somatın yani sofra bezinin ortasında da kocaman bir sini vardı
Bu kocaman sininin ortasında da büyük bir tepsi vardı.
Tepsinin ortasına iki kilo kadar irice bulgur irmiği konmuştu.
Yeteri kadar tuz ve toz biber eklendikten sonra bir hanım robotta çektiği 1 kilo kadar domatesi üzerine döktü.
Yeşil fesleğen, nane ve maydanoz ince ince doğranmış olarak eklendi.
Evin kızı da ağaçtan bir dibek içerisinde sofra bezinin kenarında bir kiloya yakın süt gibi bembeyaz ceviz içini eziyordu.
Ezdikten sonra tepsinin ortasında duran domatesli ve çeşnili bulgurun üstüne onu da döktü.
Hanımın birisi ocaktaki tencerede haşlanan bütün soğan ve lahanaları indirerek soğanın dış kabuğunu alıp ayrı ayrı sahanlara koydu.
Diğer bir hanım da turşu türlerini ayrı ayrı tabaklara yerleştirerek koca sininin kenarlarına koymaya başladı.
İçlerinden en güçlüsünü görevlendirilince tepsinin içindeki hazırlanan malzemeyi yoğurmak için ellerine ince ve şeffaf birer galoş giyerek işe girişti.
Yarım saate yakın iki eliyle malzemeyi yoğurdu bazen avucunda övceleye övceleye yumuşatmaya çalıştı. Oldu mu olmadı mı kontrol ederek yoğurmaya devam ediyordu.
Yarım saat yoğrulduktan sonra kıvamına gelen meyaneden bir sıkım “al gara kız bak bakalım tadına olmuş mu?” diyerek bana uzattı.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.