Ne zulmü? Görmedik, duymadık, bilmiyoruz!
Günlük hayatın rutinine kendimizi kaptırıp gidiyoruz muhtelif zamanlarda…
Asgari ücretin, memur maaşlarının, emekli ikramiyelerinin ne olacağını merak ediyor, bizi yakından ve doğrudan ilgilendiren konuların odağında evrilip gidiyoruz.
Yetmiyor…
Futbol sahalarında yaşanan taşkınlıklar, hakem hataları, basit kavgalar, hırgürler, anlamsız çekişmeler içinde sürükleniyoruz. Akşam saatlerinde başlayan spor programlarında gecenin ilerleyen saatlerine kadar o müsabakaya ilişkin her bir detayı tüm ince ayrıntılarına vakıf olurcasına izliyor, dinliyor, özümsüyor ve yorumluyoruz.
Akşam özellikle evin erkeklerini oyalamanın bir yolu, zihinleri meşgul etmenin bir yöntemi olarak spor programları öne çıkarken; gündüz kuşağında ise kadın programları, lüzumsuz ve saçma sapan konuların işlendiği adı bile olmayan ama izleyicileri ekranlara kilitleyen, birilerinin özel hayatının, mahreminin tüm çıplaklığı ile gözler önüne serildiği programları izlemek için saatlerce televizyon ekranlarına alık alık bakıyor, donup kalıyoruz…
30-45 dakika kadar süren ana haber programlarını izlerken sıkılıyor, haber izliyorsak da konu Gazze’ye geldiği zaman, İsrail’in Filistin halkına yaptığı zulme dikkat çekildiğinde hemen uyuduğumuz derin uykudan uyanıyor ve televizyon kumandasını arıyoruz.
Maksat o insanların derdiyle dertlenmek falan değil ha, bir an önce kanalı değiştirmek…
Çünkü ekrana gelene kadar kırk elekten geçen o görüntüleri izlemeye dahi tahammülümüz yok.
Çünkü o görüntüleri görmeye ne gözümüz alışkın ne de yüreğimiz.
Çünkü o görüntüleri izlersek, örselense de varlığını koruyan vicdanımız bizi rahatsız edecek.
Çünkü söylenenleri kulağımız işitirse tırmalanacak.
Çünkü gözlerimiz o görüntüleri görürse yaşaracak, yaşananlar sıcacık yuvamızda, ayaklarımızı uzatıp kös kös oturuyorken ve çayımızı yudumlarken canımızı yakacak, içimizi burkacak.
Çünkü boğazımızdan tek lokma geçmeyecek.
Çünkü kendimizi, Müslümanlığımızı gözden geçirme ihtiyacı hissedeceğiz…
Söylenecek daha çok söz var da kendime yediremiyorum.
Kara bir zulüm yağıyor Müslüman kardeşlerimizin üstüne…
Ve hala içimizde ‘Zamanında onlar da Osmanlı’yı satmıştı’ diyebilecek kadar cahil, cühela ve cüretkar bir kesimin varlığını görmek işin en acı tarafı…
Bunu diyenlerin boyunlarının kökünden tutup, bize gelen ama paylaşamadığımız görüntüleri saatlerce izletip, azıcık kalan vicdanının dibini sıyırıp, o vicdan köklerinden bir insanlık yeşertmek istiyorum da elden gelen bir şey yok…
İşin en basit ve bir o kadar da ağır tarafı İsrail Filistin’e işgal etmemiş gibi davranmak…
Kudüs’te yaşanan zulmü ve insanlık vahşetini görmezden gelmek.
20 bin insanın kısacık zaman diliminde nasıl katledildiğini işitmemiş gibi hareket etmek.
Yaklaşık 80 gündür bu zulüm devam ediyor kardeşlerimizin üzerinde…
Biz bu durumu o kadar kabullendik, o kadar sıradan bir halmiş gibi görmeye başladık ki, görmezden geliyor, kulaklarımızı tıkıyoruz…
Çaresizlik midir, bencillik midir bilemedim…
Ama bildiğim bir tek şey var ki, oradaki Müslümanların ahı, körpecik yavrucakların ‘ya Rab!’ seslenişleri bizi de yakacak.
Ölümü özler mi insan, oradaki insanlar ölümü özlüyor kurtuluş için.
Ölmenin ne kadar güzel bir şey olduğunu, bir an evvel şehit tahtına kurulma arzusunu adeta haykırıyorlar da öğrenmek istemiyoruz.
Teslimiyet nedir, yüce yaratana sığınmak nedir bize ne güzel gösteriyorlar da görmek istemiyoruz.
Gerçek şu ki, Müslüman kardeşlerimizin yaşadıklarını bırakın yaşamayı, görmeye, işitmeye bile tahammül edemiyoruz.
Bu nedenle yok sayıyoruz.
İster kızın ister küsün.
Kendimi bu yazdıklarımdan bağımsız tutuyorsam namerdim.
Ölümü özleyenlere, şehadet şerbeti içenlere, İslam mücahitlerine, aziz gazilere, Kudüs’ün bekçilerine, Gazze’nin erlerine, Mescid-i Aksa’nın savunucularına, Hamas’a bin selam olsun.
Allah bizi affetsin.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.