Okuma günlüğü/1
- Kitap tanıtım yazısı, değini ve değerlendirme ile eleştiri yazısını karıştırmamak gerek. Bu mesele son iki asırdır da yazarların/eleştirmenlerin temel meselesidir. George Orwell’in incecik ama çok şey anlatan ‘Edebiyat Üzerine’sini okuduğunuzda günümüzde olduğu gibi kitap eklerinin, gazete yazılarının, kültür sanatın hal-i pür melâlinin bugünlere çok benzediğini fark edersiniz. Kitap hakkında benim de bir yazımı gazetemiz sitesinde bulup okuyabilirsiniz.
- Edebiyat ortamımızın canlı olmamasının nedenlerinden en önemlilerini (y)etkin bir eleştirmenimizin olmayışı, övmeden geçilmeyen yazılar yanında hatalardan ve yanlışlardan bahseden eleştirilerin hoş karşılanmamasını da sayabiliriz. Tekrarın tekrarı yazılar, özgün bir bakış açısı ve bilgilendirmeye rastlanmaması zaten okuma ve araştırmayla arası pek de iyi olmayanları edebiyattan iyice uzaklaştırdı. Has edebiyat adamlarının ve alimlerin boşluğunu Zahide Yetiş, Nilgün Bodur, Selahaddin Yusuf, Hakan Mengüç, Sinan Meydan vd. dolduruyor artık. Arz-talep meselesi; oturup düşünmek gerek ama Gülten Akın’ın dediği gibi; “kimselerin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya…”
- Mertol Tulum Ketebe’den yeni çıkan iki kitabı(Türkçe Ülkesinde Gezinti ve Türkçe Ülkesinde Sarsıntı) ve Yeni Şafak Pazar ekindeki söyleşisiyle yeniden gündemde; Eski Türkçe yazma eserler üzerine çalışan Prof. Dr. Mertol Tulum ilk gençlik yıllarında para kazanmak için futbol oynadığını dile getiriyor ve ekliyor söyleşide; “Kazandığım parayla sahaflara gidiyordum. Sahaflarda o kadar çok kitap vardı ki... Rahmetli sahaf Hacı Muzaffer Hoca (Ozak) çoğu defa bize bedavaya kitap verirdi.”
- Yine Yeni Şafak kitap ekinin son çıkan sayısında yazarlarımız şahsi kütüphaneleriyle ve kitapla irtibatları hususunda ilginç ve ders alınası anekdotlar paylaşıyorlar. Eki alamadıysanız yazısı halen internet sitesinde. Ahmet Kot simit satarak kurmuş ilk kütüphanesini. Mustafa Kara ve Süleyman Uludağ hocalar on bin civarında kitabı bağışlamışlar, bir başka deyişle yaşarken vakfeden olmayı seçmişler.
- Nihayet’in yeni sayısında Mustafa Özel’in romanlar hakkında yazısını göremedim. Ayrılmamıştır inşallah.
- Hep hayıflanmış, dert edinmişimdir. Selçuk Altun, Semih Gümüş, Enis Batur Batıyı bildikleri, Batı’dan anladıkları ve Batıya ilgi duydukları kadar keşke Türk Edebiyatına da hakkıyla eğilselerdi ne orijinal ve özgün fikirlerle hemhal olurduk, heyhat!..
- Devrin popülizmine kendini kaptırmamış Rus şair Osep Mandelştam ne de güzel söylemiş; “Benden yaşam öykümü anlatmam istense okuduğum kitapları seçerdim.” Okudukların kadarsın insanoğlu: Hayatı, kitapları ve en başta kendini…
- Seçtiğimiz kelimeler bizim ideolojik yönümüzü ortaya çıkarır mı diye düşünürken Alice Harikalar Diyarında’nın yazarı Lewis Carroll oldukça yetkin bir matematik dehası olmasının yanı sıra tam bir kelime fabrikası olduğu, hatta ilk defa yazarın kullandığı çok fazla kelimenin günümüzde İngilizce’de kullanılan kelimeler arasında yer alması düşüvermesin mi önüme?
- Yazarların hayatlarındaki meşgaleleri yanında takıntıları da dayanılmaz bir hal alırmış. Meselâ; yaşlanma her canlı için kaçınılmaz, her insanın bir gün kaçınılmaz şekilde yaşayacağı yaşlanma temel hakikatlerden. Gelin görün ki bazılarında büyük bir takıntı yaşlanma, kendini beğenmeme hali. Misal, Victor Hugo… Vücudunun diri ve canlı kalması için her sabah buzlu su ile duş alarak sesinin güzelleşmesi için çiğ yumurta içen Hugo her zaman bakımlı ve şık olarak başkaları tarafından beğenilmek için uğraşırmış.
- Hugo’nunki can da Tarancı’nın patlıcan mı? “Yaş otuz beş yolun yarısı eder/ Dante gibi ortasındayız ömrün” dizeleriyle bilinen, Türk şiirinin güçlü kalemi Cahit Sıtkı Tarancı kendini hiç beğenmezmiş. Lise yıllarında sınıfındaki arkadaşlarına mektup gelmesine karşın, ona hiç mektup gelmezmiş. Tarancı da kendine mektuplar yazar, yollar sonra bir başkası yazmış gibi sevinirmiş. Kendini her zaman çirkin bulmasına karşın her zaman şık ve bakımlı biriymiş.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.