Siyaset ve eğitimde başarı
Bir dönem yazılı ve görsel medyada eğitim sorunlarını öğretmen sorumluluğu ile izah etmek iyice moda olmuştu. Her önüne gelen eğitim öğretim kelimesini duyar duymaz öğretmenden başlamayı adet haline getirmişti. Sonra ensesinde boza pişirilen öğretmenin gerçek suçlu olduğu ilan edildi. Herkesin elinde bir defter kalem ve hesap makinesi yılda kaç gün mesai yaptıkları hesaplandı. Kazandıkları mütevazı ücretler abartılıp ayyuka çıkarıldı. Eğitimde sorunun öğretmen olduğu iddialarını önüne gelen herkes dile getirmeye başladı.
Burada, rotasını belirleyememiş bir kaptan gibi hareket eden politikacıların dünden bugüne yaptıkları müdahalelerini konuşmaya çalışacağım. Osmanlı İmparatorluğu sonrası yeni bir devlet kurulmuş, baştan ayağa devletin tüm ayarları değiştirilmiştir. Artık yönümüz batıya çevrilmiştir. Kaçınılmaz olarak her konuda birçok değişiklik yapılmıştır.
Cumhuriyetin ilanından sonra 1924’te Tevhid-i tedrisat ve şapka kanunu çıkmış, 1926’da Medeni Kanunla Türk hukuk sisteminde köklü değişiklikler gerçekleşmiştir. Aynı yıl Tevhid-i Tedrisat 2. Bir düzenleme ile ilköğretim birleştirilip zorunlu hale getirilmiştir. 1928’de ise Arap alfabesinden Latin alfabesine geçiş yapılmıştır. 1934’te kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmiş, 1935’te soyadı kanunu getirilmiştir. Burada dikkatimizi çeken eğitimle ilgili önemli kararların alındığı yönündedir. Yeni cumhuriyet ülkenin yönünü tayin etmiştir. Bu sebeple batı dünyasıyla irtibatını sağlam temellere dayandırmak istemektedir.
Bununla beraber dinin toplumdaki yerini bilen yeni yönetim, konuya duyarsız kalmamıştır. Ülkenin dinini Arap İslam’ından koparacak ve Türk İslam’ı olarak tanımlanabilecek bir dini anlayışı yaygınlaştırmaya çalışmıştır. Kur’an’ın tercüme edilmesi, Türkçe hutbe okunması, ezanın Türkçe okunması, ibadetlerin Türkçe yapılması gibi çalışmalar bu yaygınlaştırma faaliyetlerindendir. Hatta bilinen eski uygulamalar tamamen yasaklanma yoluna gidilmiştir. Peki tuttu mu, toplum nezdinde kabul gördü mü? Elbette cevap hayır olduğu için bir süre sonra bu yasaklar tamamen kaldırılmıştır.
Sonra ki yıllarda da her gelen siyasetçi eğitimde büyük devrimler yapma iddiasında bulundu. Kimi MEB teşkilatı tarafından dahi bilinmeden kaybolup gitti. Kimi uygulamalar zorla taşra teşkilatları tarafından uygulamaya konulmaya çalışıldı. Her gelen bakan yenilik yapma mecburiyeti ile yeni eğitim yaklaşımları getirdi. Köy Enstitüleri 1940’ta açıldı, 96 sayısına ulaştı ama 1954-58 arası siyasi ve ideolojik nedenlerle eleştiri aldı ve hepsi kapandı. Ardından yeni bazı düzenlemelerle öğretmen okulları açıldı. Bu okullar da çeşitli ideolojik suçlamalara maruz kaldı. 1981 de kapatıldı. İmam- Hatip Okulları 1951 de kuruldu. 1972 de İmam hatip Liselerine dönüştü. Üniversite eğitimi almaları engellendi. Buna rağmen halkın yoğun talebi ve siyasetçilerin tercihleri ile günümüze kadar sayıları gün geçtikçe yükseldi. Bu okullar da bazı partilerin arka bahçesi olarak suçlandı.
Bahsi geçen okulların açılmalarının arkasındaki temel sebep siyasal tercihlerin dikkate alınmasıdır. Siyasetçi kendi düşüncesini ve ideolojisini topluma kabul ettirmenin yolunun eğitimden geçtiğini düşünmektedir. Okullar bu ideolojilerin eğitim mekanlarıdır. Her gelen yeni siyasi iktidar kendi ideolojisini bu mekanlarda yaymaya çalışmaktadır. Toplumun kültürel kodları bu yollarla şekillendirilmektedir. Kültür içindeki birçok unsur içeriğini kaybetse de sembol olarak kalmaya devam etmektedir. Siyasiler sadece bu sembolleri canlı tutarak kendi iktidarlarını ayakta tutmaya çalışmaktadırlar.
Ancak gerçek ihtiyaçlar dikkate alınmadığı zaman düşünceleriniz tersine çalışmaya başlar. Sadece siyasi kaygılarla İmam Hatip Lisesi sayısını artırdığınızda bu okullarda dini eğitim verilse de deistlerin sayısı artar. Mesleki eğitimle ilgili iyileştirme çabaları sanayinin tamamen çıraksız, kalfasız ve ustasız kalmasına neden olur. Bugün ülkedeki sığınmacılar olmasa sanayide çalışacak insan gücü bulunamayacak hale gelmedi mi?
Eğitimi biz insanın varoluşsal sorunlarına cevap veren, hayatın anlamını fark ettiren, bireysel ve toplumsal olarak gelişmemizi sağlayan, dini ve kültürel değerlerini tanımasını sağlayan, tutkularını keşfettiren, bireyin toplumsal sorumlulukları anlamasını sağlayan, değişen şartlara uyumunu sağlayan ve insanı dünyanın mimarına çeviren yegâne güç olarak kabul etmeden sorunlarımızı çözemeyiz.
Bu sebeplerle eğitimi siyasi ideolojilerin savaş alanı olmaktan çıkarmamız gerekiyor. İdeolojiler alternatif tanımazlar, yanlarında hep taşıdıkları dogmaları vardır. Halbuki insanlar özgür olduklarında insan, özgür olduklarında hakiki mü’min, yine özgür olduklarında gerçek düşünür ve bilim adamı olabilirler. Eğitim eleştirel düşünceyi desteklemeli, gençleri düşünmeye teşvik etmeli ve özgür ortamlar sağlamalıdır. Eğitim imkanları adil bir şekilde dağıtılmalı ve kişisel tercihlere saygı duyulmalıdır. Eğitimde fırsat eşitliği sağlanmalıdır. Farklı fikir ve düşüncelerin kendini göstermesine izin verilmelidir. Eğitim farklı dünya görüşlerini anlama fırsatları da sağlamalıdır. Dünyanın çok hızlı değişim ve dönüşümü karşısından eğitim sistemleri toplumsal değişime karşı muhafazakâr bir tutum sergiler ve toplumu korumaya almaya çalışır ama bu korumacı tutum bir süre sonra yenik düşer. Çünkü değişim önlenecek değil yönetilecek bir durumdur.
.
.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.