Erol Sunat

Erol Sunat

Uykucunun Hikayesi

Uykucunun Hikayesi

Uzun uzun zaman önce memleketin birinde hava atan, üstten-üstten konuşan, her şeye karışan, bulaşan, sataşan insanların yaşadığı bir şehir varmış. Bu şehrin bir başka özelliği de uykuya olan düşkünlüğü imiş. Şehir oldum olası uykuyu pek sever, gece ne zaman yatarlarsa yatsınlar, öğleye doğu kalkarlar. Daha ne kadar uyuduk ki diye de kalk artık diyene kızarlar, gönül koyarlarmış.

Şehirde hayat öğleden sonra başlarmış. Öyle sabahın köründe dükkan falan açılmaz, açılsa kimse gelmez, insanlar tam anlamıyla ehlikeyf bir hayat sürerlermiş

Öyle olunca da, hayat geceleri daha hareketliymiş. Şehre gelen kervanlar, şehrin bu özelliğini bildikleri için, ya öğleden sonra şehre gelirler yada akşama doğru şehre giriş yaparlarmış.

Bu şehre kim gelse, bu şehrin bu adetine ayak uydurur, hayatın tadını bu şehirden daha fazla bilen yok diye vurur kafayı yatarlarmış. Aslında insanların değil, şehrin adı uykucuya çıkmış amma, şehirde uyur muymuş diyenler olduğu için, işin uyku faslı insanlara kalmış.

Bu şehirde öyle bir adam varmış ki, adama uykucuların şahı derlermiş. Her gün dükkanına öğleden sonra gelir. Birkaç saat durur, akşam oldu diye kapatıp evine gidermiş. Sonra birkaç lokma atıştırıp, vurup kafayı yatarmış. Çoluğu çocuğu da aynı kendi gibiymiş. Yataklar hiç kalkmaz, hane halkı sürekli esner durur, uykulara doyamazmış.

İşte bu uykucu adama günün birinde, uzaktan bir akrabasından bir miras kalmış. Haberi getiren kervancı, adama ulaşabilmek için birkaç gün beklemiş. Kapısına varmış, adam açmış kapıyı, insan tatlı uykusundan uyandırılır mı arkadaş demiş, ne güzel uyuyup duruyorduk şunun şurasında.

Mektubu getiren kervancının adamı, ağam demiş, bu ne uykusu vakit akşama yakın. Bu kadar çok uyumak sağlığa zararlı, değişik bir illet bu uyku. En azından bir hekime falan gözüksen.

Uykucu adam, benim uykumdan sana ne demiş, uyurum, uyumam, az uyurum, çok uyurum. Uyku bu! Baldan tatlı demişler. Belli ki, uyku nedir bilmiyorsun. Ver bakalım şu getirdiğin mektubu.

Kendi kendine dükkânı kapatmadan şu mektubu okuyup öyle gideyim diye düşünmüş, yakmış kandili, başlamış mektubu okumaya.

Çocukken bir defa gördüğünü hatırladığı o akrabası, mektubunda demiş ki; ben hiç evlenmedim. Ancak Payitahtta çok zengin oldum. Araştırdım. Senden başka kimim kimsem yok. Neyim var, neyim yok hepsini sana bıraktım. Bu mektubu da, kaldığım şifahanede bir Hekime yazdırdım.

Uykucu adam evine gelmiş karısını ve çocuklarını toplamış. Bana demiş, akrabadan birinden sanırım büyük bir miras kaldı. Hemen Payitahta gitmem lazım.

Karısı miras büyük mü diye sormuş. Adam akraba çok zengindi demiş, Payitahtın yarısı onun diye anlatırlardı. Şifası olmayan bir hastalığa yakalanmış. Ölmeden önce bu mektubu bir Hekime yazdırıp bana göndermiş. Geçen ay da vefat etmiş.

Adamın yetişkin yaşlarda iki kızı bir oğlu varmış. Aileyi o gece uyku tutmamış, neredeyse bütün gün uyuyan ailenin en büyük kızı, babam demiş, hep beraber gidelim. Sana ne kalmış öğrenelim. Anamda gelsin, kardeşlerimde. Seni oralarda yalnız koymayalım.

Uykucu adam ve ailesi, ertesi gün ellerinde mektup olduğu halde, düşmüşler Payitahtın yoluna.

O uykudan gözleri açılmayan ailenin gözlerinde uykunun esamisi okunmuyormuş. Üç gün kadar süren bir kervan yolculuğu sonrasında Payitahta varmışlar. O mektubu yazan Hekimi bulmuşlar.

Hekim onları Kadı Efendiye götürmüş. Kadı Efendi, bizde seni bekliyorduk demiş, Şehrin en zenginiydi rahmetli. Anlattığı kadarıyla babanla kardeş çocuklarıymışlar. Hiç evlenmemiş. Başkada akrabası yoktu. Şehirde bir konağı var. Dükkanları var. Üç tane Hanı, iki tane kervanı. Arazileri, yabancı diyarlarda mülkleri var. Hepsi sana kaldı. Şu bana bıraktığı mührü. Bir tane de senin için mühür yaptırmıştı sağlığında. Elimdeki vesikaya kendi mührünü basacaksın, neyi var, neyi yoksa senin olacak. Birde senin için sabahtan akşama kadar uyurdu derdi. Kolaysa bundan sonra uyusun diye de, anlatırdı.

Uykucu adam okumuş yazılanları, basmış altına mührü, Kadı Efendinin elini öpmüş, kendini merakla bekleyen karısı ve çocuklarının yanına gelmiş. Oradan hep birlikte kendilerine miras kalan konağa gelmişler. Konakta kim varsa dizilmişler sıraya, adam ve ailesini almışlar saraya benzeyen konaktan içeriye. Konağın kahyası, Beyim demiş, siz emredeceksiniz biz yapacağız. Yoldan gelmişsiniz aç olmalısınız. Size bir şeyler hazırlatmıştım diye bir masanın başına davet etmiş aileyi. Sofranın üzerinde bir kuş sütü eksikmiş derler ya… Adam ve ailesi oturmuşlar sofraya…Çocukları babam demişler rüya gibi. Biz bundan böyle burada mı oturacağız. Kahya içeriye girmiş. İstirahat buyurmanız için geldim beyim demiş. Çocuklarınızın odaları üst katta. Ben yol göstereyim.

Sevinçten mi, meraktan mı, değişik bir yere gelmenin şaşkınlığı mı, artık adını ne koyarsanız koyun, o yol yorgunu insanlar, ya bu gördüklerimiz bir rüya ise diye, uyandığımızda bütün hepsi bitecek, kaybolacak diye zar zor uyumuşlar.

Uyumuşlar uyumasına da, öyle saatlerce değil. Birkaç saat sonra her biri uyanmış. Birde bakmışlar ki, o konağın içindeler. Her biri kalkmış, konağın salonunda bir araya gelmişler.

Adam bunca malı demiş yönetmemiz lazım. Bundan sonra uyumak yok, uyuduğumuz yeter. Rahmetli akrabanın malına mülküne sahip çıkalım. Bu işin vebali büyük. Hepiniz bana yardım edeceksiniz.

Kızlarını Hanların başına, oğlunu kervanların başına getirmiş, kendi de Bedestendeki dükkanların başına geçmiş. Artık bütün aile, sabahın körü dedikleri saatlerde kalkıyor, herkes işine gücüne koşuyormuş. Adamın karısı da, hayır hasenat işlerine vermiş kendini. Kim garip, kim yoksul, kim aç, kim açıkta herkesin yardımına koşuyor, evlenemeyen kızların çeyizini hazırlatıyor, evlenmek isteyen fakir delikanlıları evlendiriyormuş. Çok geçmeden aile Payitahtın sevgisini ve sempatisini kazanmış. Bir gece, yaşlı bir adam çalmış kapılarını. Adamı buyur etmişler. Baş köşeye oturtmuşlar. Yemek hazırlatmışlar. Sebebini hiç bilmedikleri bir şekilde adama içleri ısınmış.

Uykucu adam, baba demiş, gördüm ki, kimin kimsen yoktur. Bu konakta oda çok, odalardan birinde seni misafir edelim. Dilediğin kadar kal. Kahya, birini görevlendirsin senin için, neye ihtiyacın varsa o halletsin.

Gece herkes uyduktan sonra, Kahya, ihtiyar adamın kaldığı odaya girmiş. Beyim demiş, gerçekten çok iyi, çok dürüst, çok namuslu insanlar bunlar. Karısı her Allah’ın günü sana dua eder, gözyaşları akar gider gözlerinden. Kızların da ve oğlunda kibir yok, gurur yok, büyüklenme yok. Adam desen, Bedestende onu sevmeyen, elinden tutmadığı garip guraba yok. Hiç şımarmadılar. Oğlu senin iki kervanını dörde çıkardı. Kızları Hanlara kadın eli nasıl değermiş onu gösterdi. Karısı şehrin anası oldu. Yardım etmediği kimse yok. Payitaht onlara hayran. Sultanımız dahi, aileyi örnek aile ilan etti.

İhtiyarın gözleri dolmuş. Kahya demiş, herkesi uyandır. Salonda toplansınlar. Sende gel. Hekimi de çağır.

Herkes uyanmış, ihtiyarın karşısına geçmişler. Hekimde gelmiş. İhtiyar adam, uykucu adama dönmüş. Ben demiş sana bu mülkleri bırakan akrabayım. Seni ve aileni derin uykulardan uyandırdıysam kusura bakma. Lakin oldukça iyi yapmışım. Beni babanız bilin, öyle kabul edin. Ben bazı akrabalarımı değişik şekillerde sınadım. Sizin haricinizde bu sınamadan geçen olmadı. Senide, hanımı da, evlatlarını da gözüm tuttu. Emanete hıyanet etmediniz. Bölüşmeyi ve paylaşmayı önde tuttunuz. Kimsenin gönlünü kırmadınız. Her ağlayanın yanında oldunuz, her düşene ilk eli siz uzattınız. Sultanımız size hayran kalmış. Bütün memlekete seni ve aileni anlatan fermanlar göndermiş.

Uykucu adam babam demiş, dilerim emanetine çocuklarım, hanımım ve ben sahip çıkabilmişizdir. Sen geldiğine göre, bizim işimiz burada bitiyor. Sende uygun görürsen yarından tezi yok, biz şehrimize geri dönelim.

İhtiyar adam, varıp yine uyuyacaksın değil mi diye takılmış. Bundan böyle gerçek olarak, neyim var, neyim yok, senin ve çocuklarının. Bende ömrüm yettiğince yanınızda olacağım.

Anlatırlar ki, uykucu adam, uykuyu da, uykuculuğu da tadında bırakmış, uykuda olanlardan, ayakta uyuyanlardan, uyutulanlardan olmamış…

Şehir şehire uykucu uykucuya, akraba akrabaya, Kadı Kadıya, Hekim Hekime, ihtiyar ihtiyara, hanım hanıma, kızlar kızlara, oğul oğula, kahya kahyaya, konak konağa benzer…

Bir kıssadır anlatılan. Her kıssadan bir hisse alına denmiştir. Bu hikayede, anlatılanlarla bir benzerlik var ise, tamamen tesadüften ibarettir. Ne kimse gönül koya, ne de alınganlık göstere…

Sürçü lisan eylediysek affola…

Bir daha ki sefere daha güzel bir hikaye anlatırız inşallah…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Erol Sunat Arşivi

Yara

30 Ekim 2024 Çarşamba 00:03
SON YAZILAR