Yarının dünyasında insanlığı neler bekliyor?
Bu haftaki kitap yolculuğumuzda yine çeşitli türlerde bilgilendirici ve ilginç anekdotlarla dolu kitaplar seçtim. Bu haftanın kitaplarıyla sizi baş başa bırakıyorum…
Seçtiğim ilk kitap oldukça önemli bir kaynak eser. Hem de yazıyı akıcı ve okunur kılmakta mahir bir yazardan. Teras Yayınları Tarih Araştırmaları ve İnceleme dizisinde çıkan Emrah Safa Gürkan imzalı ‘Fransız Devrimi - Kısa Özet’ adlı kitap dünya tarihinin dönüm noktalarından büyük bir olaya ve etki alanına yoğunlaşıyor.
Son dönemin popüler yazarlarından Gürkan’ın bu eseriyle tüm dünyada halkların kaderini belirleyen tarihin bu en istisnai yıllarına kuş uçuşu bir bakış atıyor. ‘Fransız Devrimi - Kısa Özet’ te sadece Robespierre’leri, Danton’ları, kafasını giyotine uzatmış mağrur bir kralı ya da genç ve muhteris bir Napolyon Bonapart’ı bulmayacaksınız. Karşınıza, kapitalist ekonominin yarattığı taleplere cevap veremeyen müflis bir krallık, her yerde hain aranan bir cinnet ortamı, doğrudan yönetimin tüm kusurlarını sergileyen bir anarşi, vahyin yerini alırken laik bir ideoloji, bu ideolojinin elinde inim inim inleyen bir ruhban kesimi, dünün veziri bugünün rezili politikacılar ve kendisini sürekli yeniden tanımlayan bir devrimci ruh çıkacak.
İkinci kitabımız özellikle alt başlığı ile dikkatleri celbetmeyi başarıyor. Martin Rees’in kaleme aldığı ‘Yarının Dünyası’ adlı kitabın kapaktaki alt başlığı “yarının dünyasında insanlığı neler bekliyor?”
Dünyaca ünlü bilim insanı ve çok satan yazar Martin Rees’ten insanlığın ve bilimin geleceğine kışkırtıcı ve ilham verici bir bakış sunan kitap ‘Ketebe’ etiketi taşıyor.
Değişen dünyanın hızına bilim ile yetişebilmek mümkün mü? Biyoteknoloji, siber teknoloji, robotik ve yapay zekâdaki ilerlemeler düzenli ve sistemli uygulanırsa iklim değişikliğinden nükleer savaşa kadar tüm tehditler engellenebilir mi?.. ‘Yarının Dünyası’nda Martin Rees, değişen dünyada insan yaşamını tehdit eden ve edecek olan riskleri sıralayıp çözüm önerilerini sunuyor. Hükümetleri ve toplumu tehditlere karşı uyararak uzun vadede geçerli sonuçlar alınması için uğraşıyor. Teknolojik gelişmeleri sadece büyük bir coşkuyla karşılamayan Rees, uzmanların kontrolünde, yüz yıl sonrasının bile düşünülerek hareket edilmesi gerektiğini söylüyor. Yarının Dünyası, bilimin şimdiki ve gelecekti hâlini görmek, düşünmek, eyleme geçmek isteyenler için eşsiz bir çalışma.
“Kapsam olarak kısa ancak menzil olarak geniş! Yarının Dünyası yeniden tasarlanan genlerden, insan kaynaklı iklim krizine ya da uzaylı bir zekâ ile karşılaşma olasılığımıza; artan insan nüfusuyla Dünya’nın, ancak bilim ve teknoloji “bilgelikle” kullanılırsa gelişebileceğini söylüyor.”
Ketebe Yayınları arasında aralık ayında daha önce büyük ilgi gören pek çok kitabın yeni baskılarının da yer aldığını belirteyim.
Dergâh Yayınları eskisi kadar olmasa da yeni kitapları okurla buluşturmayı sürdürüyor. Esra Dicle’nin hazırladığı ‘Edebiyatın Duygu Haritası’nda erken dönem Osmanlı edebiyatından çağdaş metinlere kadar geniş bir dönemi; mesneviden romana, tiyatrodan otobiyografiye, şiirden hikâyeye kadar farklı türleri; duyguların siyasi söylemlerle, ekolojiyle, toplumsal cinsiyet normlarıyla, benlik inşasıyla, yazı ve yaşamla ilişkisi gibi çeşitli meseleleri kapsayan, birbiriyle kesişen ve konuşan yollar örülüyor.
On dokuzuncu yüzyılda kullanımı yaygınlaşan ve tarih içinde anlamı, tanımlanış biçimi sürekli değişen duygu kavramı üzerine, sosyoloji, antropoloji, tarih, ekonomi, felsefe, toplumsal cinsiyet alanındaki çalışmalar, duyguların bireysel olmaktan ziyade tarihsel, kültürel, kolektif yönlerini ve kaynaklarını ortaya koymaya başladı. Duygularla ne yaptığımız, duyguların bize ne yaptığı; tarih yazımının, siyasi söylemlerin, modernlik deneyiminin, kapitalizmin, kolektif aidiyetlerin, bireysel ilişkilerin, benlik inşasının hangi duyguların üretimi, dolaşımı ve yayılımı üzerine kurulduğu soruları üzerine düşünülen, farklı disiplinlerin bulgularıyla dönüşen bir alan oldu duygu çalışmaları. Dolayısıyla bütün disiplinleri etkileyen bir alan olarak duygu çalışmaları bugün sanatla, ekolojiyle, edebiyatla birlikte gelişme potansiyeline de sahip.
Ötüken; istikrarlı çizgisini yıllardır sürdüren, çıkardığı kitaplarla birçok okuryazarın beğenisini kazanan bir kitabevi. Milli Mecmua ve Söğüt adlarında iki arşivlik derginin yayınını sürdüren Ötüken; Söğüt dergisinde Karacaoplan’ı, Milli Mecmua’da ise İslâm Felsefesi konularını merkeze alıyor.
Ötüken’in yeni yayınladığı ve destanlarımıza ağırlık veren ‘Kara Kam’; Ahmet Bican Ercilasun’un kırk yıllık edebiyat ve dil verimi olarak bize ulaşan Kara Kam’ın Türk Bitigi, kaynak olarak millî destanımızın kök ve dallarından beslenen bir dil uzluğuyla kurgulanmış çağdaş bir eser. Destan, Orhun Anıtlarından yüz elli yıl öncesinin dilinin Türkçe kökenli söz varlığının Köktürk dönemi metin, ses ve biçim bilgisine göre düzenlenmiş özgün bir dillendirilişi ve bu özgün metnin ölçünlü Türkiye Türkçesine birtakım yeni yaratımlarla aktarılışından oluşmakta.
Daha önce Felsefe Dili Olarak Türkçenin Gelişim Aşamaları ve Felsefe Sözlüklerimiz serisinde Türkiye’deki felsefe dilinin izlerini süren Recep Alpyağıl, ‘Estetiğin Türkçesi’ adlı eserinde de somut örnekler üzerinden meseleyi derinlemesine inceliyor.
Estetik, Türkiye’de felsefe dilinin oluşması sürecinde merkeze oturmuş kavramlardan biridir. Bu mefhumun kullanımındaki değişiklikler, aslında bir tasavvur değişikliğini de yansıtmaktadır. Geç Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, dönemin felsefe metinleri üzerinde âdeta arkeolojik bir kazı yürüten yazar, işte bu “estetik” mefhumunun söz konusu dönemlerdeki tekamülünü İz’den çıkan kitabında gözler önüne seriyor.
Bu hafta seçtiğim son kitap da İz Yayıncılık tarafından okurun beğenisine sunulmuş. Hikâyeleriyle Türk edebiyatında kendine mahsus bir yer edinen Ömer Faruk Dönmez, ‘Rünya’da şair kimliğiyle öne çıkıyor.
Dönmez’in ilk hikâyelerinden itibaren asla taviz vermediği hatta son eserlerinde anlatısını yaslayacak kadar itimat ettiği unsurun dil olduğu görülür. Bilhassa Paradigma Sonsuzluk ile Yolcu ve Burjuva’da metinden sıyrılarak adeta özgün ve çarpıcı bir varlık kazanan dil, Rünya’da doruk noktasına ulaşır. Yazarın yirmi yılı aşkın zamana yayılan yazı hayatının her şeyin bütün çıplaklığıyla ortaya çıktığı bu olgunluk döneminde şiirin safında yer alması şaşırtıcı olmaktan ziyade anlamlıdır. Şiir, Ömer Faruk Dönmez’in dil ile kurduğu bağın doğal bir sonucudur çünkü.
Rünya, makulün sınırlarını terk etmenin en etkili yolunun şiir olduğunu keşfetmenin neticesinde doğan kırk dokuz şiirden meydana geliyor. Müziği önemseyen, ölçüyü bir imkân olarak gören Ömer Faruk Dönmez, bize ait olmasına rağmen bugün dünyamızdan çekilen kelimelerle, vülgarize etmeyen ve anlamın buharlaşmasına izin vermeyen bir tutum sergiliyor.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.