Bu dünyadan gider olduk
Son günlerde trend olan bir dizide, yakınları olmayan bir gassal, ölümünden sonra onu kimin yıkayacağını dert ederek, kendisi için bir gassal aramaktadır. Ne de olsa, bir dizi ve senaryodan ibaret bir hikâye. Neticede bir hak dostu şöyle buyurur: “Kendinize mezar değil, kendinizi mezara hazırlayın.”
Ölüm kavramını nedense kendimizle hiç bağdaştıramayız; sanki ölümsüzlük şerbetinden içmişiz gibi davranırız. Oysa ölüm, kaçınılmaz bir sondur. Aslında, bir son değil; hakiki bir başlangıçtır.
Modernite, bizlere geçici ve suni kavramları kalıcıymış gibi sunar. Sürekli kazanmayı, harcamayı ve tüketmeyi birer hedef hâline getirirken bizi bu basit meselelerden uzaklaştırır. Hakikate ulaşmamızı engelleyen bu düzen, ölüm kavramını gündemimize almamıza izin vermez. Ancak, biz ölümü gündemimize almasak da ölüm bizi kendi gündemine mutlaka alır. Ne bir mazeretimizi kabul eder ne de bir ertelemeyi.
Öyle ya, mezarlıklarda yatan merhum ve merhumelerin işleri de yarım kaldı. Onları tamamlayan var mı? Kabul etsek de etmesek de ölüm gerçektir. Acı ama gerçek. Dünya sevgisi, hırs ve mal tutkusu gibi kavramlar, bizi bu hakikatten uzaklaştırması gerekirken, tam tersine, daha da dünyaya bağlı hâle getiriyor.
Söz gelimi, belli bir yaştan sonra kasa ve kese işleriyle, yat ve kat tutkularıyla daha çok meşgul oluyoruz. Onlara düşkün hale geliyoruz. Para sevgisi ve mülkiyet tutkusu, bizi asıl hakikatten alıkoyuyor. Oysa kural bellidir: Neyi seversen sev, bir gün ondan ayrılacaksın.
Sosyal medyada ve televizyonlarda “ölmeden önce yapılacaklar” listeleriyle karşılaşıyoruz. “Şuraya gitmediyseniz, burada yemek yemediyseniz çok şey kaybettiniz,” diyorlar. Ancak kimse kadim bir gerçeği hatırlatmıyor: “Ölmeden önce ölünüz.”
Yakın çevremizden birileri vefat ettiğinde, teneşir ve musalla taşı arasında kısa bir süre kendimizi sorgularız. “Bir gün ben de buraya geleceğim,” diye düşünürüz. Ancak defin gerçekleştikten ve mezarlık kapısından çıktıktan sonra dünya işlerimize tüm hızıyla devam ederiz.
Taziye evlerinde bile, merhum veya merhumenin hayatını konuşmak yerine, arsa, altın, borsa gibi konularla meşgul oluruz. Maalesef bu da bize ibret almanın bir nasip meselesi olduğunu gösteriyor.
Ölüm elbette uzun bir konudur. Ancak hakikatte insan, ölmeye gelmiştir. O hâlde korkmamalı. Çünkü ölüm, bir yok oluş değil; hakikate açılan bir kapıdır. Bizden istenen, kendimize mezar değil, kendimizi mezara hazırlamamızdır.
Unutmayalım: Ölüm, yalnızca bir gerçek değil; aynı zamanda hayatı anlamlı kılan en büyük hakikattir.
dünyadan gider olduk
Kalanlara selam olsun
Bizim için hayır dua
Kılanlara selam olsun
Ecel büke belimizi
Söyletmeye dilimizi
Hasta iken halimizi
Soranlara selam olsun
Tenim ortaya açıla
Yakasız gömlek biçile
Bizi bir asân vechile
Yuyanlara selam olsun
Azrail alır canımız
Kurur damarda kanımız
Yuyacağın kefenimiz
Saranlara selam olsun
Allah’a emanet olun
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.